• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: D&R

Katiller ve Kurbanlar İçin 13 Beden Eğitim Dersi

15 Cumartesi Haz 2013

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Amerikan Kültürü ve Edebiyatı, Arzu Bahar, asena boşnak, Ünal Özer, ömür biçer, Buket Tankut, D&R, dan brown, Doğukan İşler, Elvin Solkula., Gökhan Güngördü, Hasan Apaydın, idefix, istanbul üniversitesi, jean christophe grange, katiller ve kurbanlar için 13 beden eğitimi, koyu kitap, Kuzey E. Önel, Orçun Taşar, Sedat Demir, sindirme sistemi, şu can alıcı işler


katiller-ve-kurbanlar-icin-13-beden-egitimi-dersi_503864

Brown ve Grange’nin o dolu dolu ölümlü kitaplarını okuyup yarı polisiye kitaplara meyil etmeyen yoktur sanıyorum. Katiller ve Kurbanlar İçin 13 Beden Eğitimi Dersi biraz bunlara benziyor.

Peki çoğumuzun bilmediği ancak benim okuma şansına sahip olduğum kitap nereden çıktı, ne anlatır bu kitap?

İstanbul Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı müstakbel mezunu bir insan olarak şimdiye kadar bölümüme ait en iyi gelişmenin bu kitap olduğunu söyleyebilirim. Her türlü burun kıvırdığım, adam sende dediğim insanların çoğunluğunda Asena Boşnak, bu kitabın yazarlarından bir tanesi oldu ve desteğimizi rica etti. Böyle bir gurura kim karşı koyabilir ki? Hemen satın aldım kitabı. Bu sırada idefix’ten de ilk alışverişimi yapmış oldum. Normalde D&R’ın sıcaklığına sığınan ben idefix’in eski arayüzününü beğenmemem dolayısı ile oradan hiç alışveriş yapmamıştım. İyi ki de yapmamışım aslında, kitaplar zar zor bana ulaştı. Kimisi gelmedi. Ah benim dertli başım.

Koyu Kitap’tan çıkan bu yeni kitap amatör ruhun her sayfada hissedildiği, anlatmanın asla sona ermeyeceğini hissettiren bir kitap olmuş. 13 ders göndermesi ise kitaptaki tüm yazarlarının toplamının 13 olması. Herkes kendi hikayesini ya da ne olduğunu yazmış ilk sayfaya. Orçun Taşar, Buket Tankut, Doğukan İşler, Arzu Bahar, Sedat Demir, Ünal Özer, Hasan Apaydın, Asena Boşnak, Gökhan Güngördü, Kuzey E. Önel ve Elvin Solkula. Yayınevinin sahibi Sedat Demir de gençlere ait bu kitaba bir önsöz yazmış. Kitabın gelişiminin ve cevherlerin büyümesinin bize bırakıldığını söylemiş Demir. Aslında haklı. Biz okuyarak ve her seferinde noktaları belirterek bu kitabı ve bundan sonra gelecek olan her kitabı daha da kitap yapacağız.

O zaman oyun başlasın ve kitaba dair yorumlarım kısmına geçelim:

128 sayfa olan kitap daha önce de bahsettiğim gibi 13 hikayeden oluşmuş. Her hikayenin başında o hikayeye dair küçük bir illüstrasyon var. Öncelikle en çok hoşuma giden hikayeleri söylemek istiyorum, Sindirme Sistemi, Ömür Biçer ve Şu Can-Alıcı İşler. Sindirim Sistemi’ni gülerek okuyabildiğim için sevdim, bir de bilinçaltında neler dolanabileceğini gösterdiği için bize sevgili Zeynep Temel.

Ömür Biçer’i sevdim çünkü Hasan Apaydın daha önce karşılaşmadığım bir hikaye başlangıcı ile gelmiş. İnsanlara ömür satın almak ve olası tüm hikayeleri insan kendi kafasında canlandırabiliyor. Şu Can-Alıcı İşler ise biraz daha İhsan Oktay Anarvari olduğu için güzel. İşin içine biraz simya girdi mi ben oradayım doğrudan zaten. Kuzey E. Önel bu şekilde bir hikaye başlatmış ve okuyucularına güzel bir kısa hikaye sunmuş.

Arkadaşım Asena’nın hikayesi ise Başlıksız adı ile kitapta yer alıyor ve belki de Asena’ya dair farklı bir bakış açısı geliştirmeme neden olan bir hikaye. Çünkü bu hikaye ile Asena’nın hikayelerindeki katmanları görmek mümkün. Hem yazar arkadaşa sahip olmak da çok güzel.

Bunun haricinde kitaba dair söylemek istediğim en önemli şey hikayelerin yalın ve yarıda kalmış olması. Her hikaye daha da uzun anlatımlara, birbirine tamamen oturan bir kurguya ihtiyacı var. Sanki bir şeyler havada kalıyor, hiç beklemediğim anda çat diye bitiyor her şey. Neredeyse her hikayede denk geldim buna. Ayrıca bazı imla ve yazım hataları dikkatimi çekti. İyi bir editör elinden geçmesi şart diye düşünüyorum.

Her şeye rağmen let the sun shine upon you guys. Bu yazma aşkı ve ateşi daima devam etsin. Her yorum ile bin kez daha güçlenin. 🙂

Sevgiler.

The Lost Symbol / Kayıp Sembol / Mevlana / Etli Ekmek

18 Perşembe Eki 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 2 Yorum

Etiketler

ahit, altın kitapları, beowulf, D&R, da vinci şifresi, dan brown, elif şafak, kathrine, kayıp sembol, konya, malakh, mevlana, peter, robert langdon, tengri, the lost symbol


Yurtdaşlarım! Az zamanda büyük kitaplar okuduk. Yeri geldi kitapları bağrımıza bastık, yeri geldi onları bir köşeye ayırdık. 7.5 liraya satıldığını görünce D&R’dan hemen satın almış olduğum Dan Brown’ın son kitabı The Lost Symbol, Türkçe’si ile Kayıp Sembol gün itibari ile tarafımca bitirilmiş bulunuyor.

Dan Brown serüvenlerini seven, om nom nom iştahı ile kitapları okuyan bir kitapsever olarak Kayıp Sembol’ü iyi ki bu kadar geç okudum diyorum. Herkesin yorum yaptığı ve yücelttiği ya da yerin dibine soktuğu dönemde kitabı okusaymışım kesinlikle hayata küsermişim. Peki nedir bu Kayıp Sembol abimizin beni yerden alan yere çalan özelliği?

Her zaman olduğu gibi Dan Brown sağlam ve iç gıcıklayan bir kurgu ile başlamış olaya. Masonluktan ve masonlardan vazgeçemeyen bu koca adam Kayıp Sembol’de tüm kapılara açacak, insanları Eski Ahit’in aydınlığına kavuşturacak sembolü arattırmakta Robert Langdon’a. Langdon arama konusunda pek işe meyilli değil. Bir masonluğa inanıyor ama pratikte içerisine girmiş de değil. Kayıp Sembol adamı zorla mason locasının içine sokuyor.

Kitap boyunca beni en çok etkileyen nokta masonluğun temelini oluşturan “bir güç var, biz de ona inanıyoruz” çevresinde bulutlanan fikirler. Bu Allah olsun, Tanrı, İsa, Tengri ya da bilemediniz Beowulf olsun. Olsun efendim, istediği herkes tanrı olsun. Hal böyle olunca masonluğun o ürkütücü, “bu adamlarda çok pis para var.” küçültücü fikri ortadan kayboluyor. Ayrıca en eski inanış biçimlerinden birisi olan (bu noktada tam doğru kelimeyi bulamıyorum) masonluğun sağlam temellere dayanıyor olması hiç şaşırtıcı değil. Eğer zaten yamuk yumuk bir şeyler üzerine inşa edilmeye çalışılsaydı her şey kötü olurdu. Düşünsenize, tuttuğunuzda elinizde kalan bir sistem. Eminim hoşlanmazdınız. Matematikte 2+2 = 4 etmiyormuş gibi.

Noetik bilimi de kitap sayesinde tatlı tatlı araştırmış, yüz göz olmuş oluyorsunuz. No-etik, etik olmayan gibi şakalara maruz kalsa da aslında köklü bir bilim dalı olması ve sıradan çizgilerin dışında bulunması onu farklı kılıyor. Birkaç biyoloji dersine girdikten sonra bile “acaba yeni bir insan yaratabilir miyiz?” düşüncesi ile gezen insanların varlığını düşünürsek Noetik bilim tüm canlıları bir araya ve yeniden dünyaya getirmeye yarayacaktır.

Kitapta dikkatimi çeken ve var olmasına hem kızdığım hem de sevindiğim bir nokta var.

Ağır spoiler geliyor. Robert Langdon’ın Malakh tarafından içine yerleştirildiği ve oksijen seviyesi doyurulmuş suni su. Evet bu hem anne rahmine dönüşü sembolize ediyor hem de bilimde atılmış bir sonraki adımı gösteriyor. Sevindiğim nokta şu: yaklaşık 6 sene önce abimle bir konuşmamızda “aslında suda da oksijen var, bence bunu alabilmeliyiz.” dememdi. İleri görüşlü bir karı olduğum oradan belli olmuş. Benim mantığıma göre hemen o anda oksijeni vücuduma alabilmem gerekiyordu ama küçüktüm de. Kitapta bu olay gerçekleştiğinde gerçekten mantıklı bir yol izlediğimi görmüş oldum fakat… Robert tam da o sahnede, sandığımız gibi ölmeliydi. Neden mi? Başrol kahramanı öldüğünde de film devam edebilir. Etmelidir. Ağır spoiler gidiyor.

Kitabın sembolleri nelerdi, nelerden bahsediliyordu ve kast ediliyordu gibi bir şeyler yapmak istemiyorum çünkü kitabın kendisi tamamen semboller üzerine kurulmuş Dan’in diğer tüm kitapları gibi. Size sadece kitabı okumak ve sonunu getirmek kalıyor. Sonu geldiğinde okuduğunuzun sizi tatmin edip etmemesi konusunu size bırakıyorum.

Kitabı büyük umutlar ile okumaya başlayıp helyum balonu gibi sönmesini gördüğümde gerçekten üzüldüm. Ben aynı şeyi Elif Şafak kitaplarında da yaşamıştım. Hep bir sakinleşme, hep bir duralama. Nedendir bilmiyorum(!), sanki bu romanı Konya’da Elif Şafak ile birlikte yazmış. Hem de Etli ekmek yiyormuş ve Mevlana’nın öğretilerini dinliyormuş. Ne diyeyim, hayal kırıklığı büyük oldukça insanın canı da sıkılıyor tabii ki.

Söylemeden geçemeyeceğim son nokta ise kitapta beklemediğiniz anda karşınıza çıkan Soğanlık Cezaevi. Evet, gözler bir anda İstanbul’a hatta Kartal’a dönüyor ve hapishane müdürü ile gerçekleşen konuşma gözümüzün önünde canlanıyor.

Kitaba dair yorumlarınızı bekliyorum. Birileri beni hayal kırıklığından kurtarmalı.

Kaçamak Bir Kaçamamak

17 Salı Tem 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

azor adaları, öznur doğan, can yayınları, D&R, ip cambazı, kaçamamak, maroia, münir göle, yansılar kitabı, yapı kredi yayınları


Kitap indirimlerinin hastasıyımdır. Özellikle 10 liraya kadar satın alabildiğim kitaplarsa. Daha önce 4 liraya Münir Göle’nin Yansılar Kitabı’nı satın almış ve müthiş bir mutluluk duymuştum bu tanışmadan. Yansılar Kitabı‘nı da anlatmıştım hatta.

Aradan iki üç ay geçtikten sonra D&R’ın güzel bir kıyağında daha karşılaştık kendisi ile. Yansılar Kitabıı YKY’den çıkmıştı, bu sefer Can Yayınları’nın meşhur 5 liralık indiriminde bir araya geldik. Münir Göle adını görünce hemen aldım kitabı attım sepete. Kitabın adı Kaçamamak. Kaçamayalım bakalım dedim.

Tezer Özlü’den ve artık beni yoran üslubundan sonra dinlenmeye, sayfaları hızlıca çevirebilmeye ihtiyacım vardı. Münir Göle tam yerine rast geldi de manzara koydu. İçim rahatladı, sakinleştim ve limana yanaşmaya hazırlanan bir geminin rahatlığını hissettim.

Kaçamamak aslında kaçmaya çalışmanın, en büyük kaçamamak olduğunu anlatıyor. İnsanlar bir şekilde herhangi bir cisme ya da olaya ya da yere bağlıdır ve kaçmaya çalışmak başka bir şeye sığınmaktır, bu da aslında gerçek bir kaçamak değildir diyor. Kaçamamaktır bunların hepsi.

Azor Adaları’na yaptığı yolculuğu ve bu kitabı yazma sürecini anlatan Münir Göle, yolculukların üzerine kuruyor tüm anlatıyı. Şöyle bir  bölüm ilk dikkatimi çekenlerden:

Yalnızlık, yolculuk kavramından ayrı tutulamaz. Derin yalnızlık, başkasının varlığına bağlanmak zorundadır. Başkası, öteki, yalnızlığın derinliklerinden, o derinlerdeki yerden çıkagelir her zaman. Bu beklenmedik çıkışlara, bilse bile kimse hazırlıklı olamaz. Bellek izi, şiddetli bir duyum boşalımını tetikler.

Bu parçanın etrafında anlattığı şey, bir anıdan tetikleyiciler sayesinde kurtulamadığımızdır. Hiç sevmediğiniz ya da çok sevdiğiniz, hiç hatırlamadığınız yani dünyanın en uzak ihtimali gelen bir yaşantınız bile hatırlatan bir etken olduğu sürece çorap söküğü gibi gelecektir diyor. Doğru değil midir sizce de bu? İlkokuldan bir arkadaşınızla karşılaştığınızı düşünün. Sadece onu görmek bile en az 5 anıyı hatrınıza getirecektir. İşte bu hayatta yaşadıklarımızdan kaçamamamızın en önemli örneklerinden bir tanesidir.

Kitapları çizmeyi hiç sevmesem de işin kolayını buldum ve kurşun kalemi en yumuşak hale getirip cümlenin başına ve sonuna bir taksim ( / ) koymam yetiyor. Bu sayede kendimi oldukça mutlu hissediyor, daha rahat hatırlıyorum. Taksimlediğim bir diğer yazı ise şöyle:

Gemiyle engin denize yelken açmak, şimdiye dek sözünü ettiğim kaçmak’a en çarpıcı örneklerden biri kanımca. İyice küçültülmüş, dapdaracık, katı bir mekandan sonsuzluğu çağrıştıran bir sıvı mekana girmek, ama ikisini birbiriyle asla karıştırmamak. Beni bu adalara sürükleyen sezgiye daha yerinde bir eğretileme bulmak olanaksız görünmeye başladı.

Deniz, tüm hikayelerde yeni hikayeler başlatan ve sonunda olgunluk vaat eden bir varlıktır. Deniz, insanların üzerinde yaşayabildiği fakat daima korkusunu hissettiği bir yerdir çünkü engin ve anlaşılamazdır. Altında milyonlarca canlı vardır. Sadece bu değildir onu korkutucu kılan. Bir noktadan sonra karanlıktır dibe doğru, kapkaranlık! Ne zaman dalgalanacağını, kızacağını bilmek de zordur. İşte kendi hayatından kaçmak, bir şeyleri unutmak isteyenlerin başvuracağı korkulu yollardan birisi de budur fakat işin unutulan noktası ise etrafınız sadece deniz ve mavi ile kaplıyken düşünmek için yalnızca tek bir şeyiniz olacaktır: kaçmaya çalıştığınız şey.

Kitabın özellikle ortalarına doğru dikkat çekici bir ip cambazı betimlemesini kullanır Göle. İpin üzerinde her şeyi doğru yapmak zorunda olan ve bu cambazlığın sırrını kimseye vermeyen. Eğer sırrı verirse düşeceğinden emin olan bir cambazı anlatır. Alıntıladığım bu bölüm ise ip cambazlığı ile hayat cambazlığının birbirine benzetilmesidir:

Hayatını işiyle evi arasında onulmaz bir düzende gidip gelerek geçiren ürkek adamla, hayatının anlamını iki kule, iki tepe, iki direk arasına gerdiği telin üzerinde dans ederken hisseden ip cambazının yakınlığını, başparmağımın ucunu işaret parmağımın ucuna değdirerek oluşturduğum daireye benzetiyorum: Bir uçtan ötekine en uzak yol, iki uç arasında bir hendek mesafede.

Münir Göle’nin dikkatimi çeken bir özelliği de fotoğraflara düşkünlüğü. Azor Adaları’nda yanından ayırmadığı bir fotoğraf makinesi ile hayatı özdeşleştiriyor, onun üzerinde uzun uzadıya anlatıyor düşüncelerini. Fotoğraf benim için hayatın en büyük tanıklığı fakat şimdiye kadar hiçbir fotoğraf makinesinde düğmeleri çevirip de bir şeyler yapmadım. Hani şu Smart Mode vardır ya, daima sizin için bir şeyleri hazırlayan -ki çok da iyi değildir- işte öyle fotoğrafladım hayatı. Bilen bir gözden makineler, fotoğraflar ve yaşamı duymak farklı geliyor tabii ki:

Aynı teknoloji (üstün derecede fotoğraf makinesi üretenlerden bahsediyor) gezmenliği de bir boş zaman sanayiine dönüştürdü. Bu sayede, gözlerimiz, kentlerden en ücra köşelere kadar karşımıza çıkan ve kımıldayan her şeye, ellerindeki fotoğraf makineleriyle nişan alan , tükeninceye kadar fişeklerini boşaltan, gerçi dijital kameralarla fişekler de boşalmaz oldu, bu yeni topluluğa alıştılar. Onları yadırgamadan, hatta ne yapmakta olduklarını sorgulamadan seyretmeyi sürdürüyoruz. 

Uzun zamandır eleştiredurduğumuz bir noktaya laps diye ayağını bastıktan sonra farklı bir sayfada şunları söylüyor:

Deklanşöre basıldığında, makinanın içindeki perde bir an kapanıp görüntüyü kaydediyor. Paradoks burada işte: Fotoğraf makinesinin deklanşörüne basıldığı an, fotoğraf çekenin göremediği – kaçırdığı – tek an, aslında. 

İşte bir yazarı sırf bunun için bile sevebilirim. Kısacık, saniyenin yüzde birinde gerçekleşen bir anı yakalayabilen bir adamsa bu yazar, işte bu yüzden severim! İşte bu yüzden Münir Göle’nin tüm kitaplarını okuyabilirim.

Daha fazla parça paylaşıp anlatmak isterdim fakat sizin de keşfetmeniz gereken yerler olduğunu düşünüyorum. Haydi koşun D&R’a alın kitabı. Münir Göle okumak çok ucuz, algılamak paha biçilemez.

Yansılar Kitabı’nda Hayatın Detayları

09 Çarşamba May 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 1 Yorum

Etiketler

arayış, ayrıntı, aşk, Ölüm, öznur doğan, ben merkezcilik, bir boşluk, D&R, detaylar, erkek, eş, iki tür yitim, kadın, kan bağı, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, münir göle, münir göle'nin yazı anlayışı, noktürn, oznurdogan.com, toplumda kadının yeri, yansılar kitabı, yanılsama, yapı kredi yayınları, zaman kayması


7 farklı hikaye içinde hayata dair görünmeyen detaylar. Şimdiye kadar düşünmediğim şeylerin varlığını bir kez daha kanıtladı bana Yansılar Kitabı. D&R’da dolanırken denk geldim bu kitaba. Münir Göle’den daha önce okuduğum bir kitap olmadığı için yeni bir tanışıklık yeni bir arkadaşlık olacaktı benim için. İlk defa okuduğum yazarlara dair önyargısız olmanın keyfini çıkarmaya hazırlanıyordum.

Kısa parçalardan oluşan kitapları severim. Bölümlerin bitişi ve başlaması beni motive eder, kendimi kaptırır giderim okurken. Bu kitapta da bunu yaşadım. 7 bölümden oluşuyordu kitap. “Zaman Kayması”, “Yanılsama”, “İki Tür Yitim”, “Bir Boşluk”, “Noktürn”, “Kan Bağı” ve “Arayış”. Bu 7 farklı hikayede beni çeken şeyler de birbirinden farklıydı.

Zaman Kayması’nda bir kadının hisleri doğrultusunda kendi kocasını bile kocasının aklında yarım kalan bir aşk yaşanmamışlığını bitirmesi için yollayabileceğini gördüm. Bu  sıradan bir hikaye değildi. Bu, olgun bir kadının yapabileceği bir şeydi. Eğer kadın kendine güveniyorsa zaten gerisi neredeyse boştu. Çünkü biliyordu, erkek de onu sevecekti. Eşine ve kendine güvenmek gerekirdi ilişkilerde. Yaşadığın şüpheler yaşamadığın gerçeklere dönüşebilirdi. Başka bir kadının hayali peşinde koşan bir erkeğin aslında yanı başında duran hayatı görmezden gelebileceği de vardı hikayede, bunun pişmanlığını yaşaması gerekmediği de.

Yanılsama’da karşımızdakini ne kadar az tanıyor olabileceğimizi gösteriyordu. Seneler sonra boşanmaya karar veren çiftler hayattan bir parçaydı. Eşinin tırnaklarının uzamadığını fark etmeyen bir adam vardı. Ama tırnağın uzadığı ve kesildiği zaman hep es geçilmez miydi? Oysaki sevilen ile birlikte bir tırnağın uzayış süresinde bile görülebilecek ve yaşanabilecek ayrıntılar vardı. Aşk eğer bir yarışa ve kendini ispata dönüşüyorsa işte orada da bir sorun ortaya çıkacaktı.

İki Tür Yitim klasik bir yaşanmamış baba-oğul hikayesine kuruluydu fakat benim için hikaye değil verilen detaylar hep daha önemliydi bu kitapta. Yani aslında hikayeler hep tanıdık ve bildik olanlardan fakat Münir Göle’nin (henüz tam emin olamasam da) tarzı böyle. Aklınıza gelmeyen noktaları çekip çıkarıyor. Ölen bir adamın traş bıçağında kalan sakalları, şarap şişesinin üzerindeki tükrükleri. İnsanlar ölünce bunlar kalıyordu geriye fakat şimdiye kadar benim için hep boşluk vardı. Birisi ölür ve yaşadığı oda boş kalır, başını koyduğu yastık. Üstüne giydiği kıyafetler boş kalır ya da. Fakat bu hikayede öyle değildi. Ev hınca hınç doluydu ölenle. Aslında hiçbirimiz terk etmiyorduk yaşadığımız yeri. Aksine her şey bizle doluydu.

Bir Boşluk ve Noktürn bana yaşanılan fakat yaşanmamış gibi davranılan anlardan bir tiyatro oluşturdu. Bir Boşluk’ta ben-merkezcilik vardı. Karşındakini dinlemediğin ve onun gibi olmadığın sürece sen hep haklıydın ve yalnızdın. Ama ödün vermeye başladığın anda görüyordun ki paylaşılan derin bir hıçkırık da olsa bir tatil de, daima mutlu kalabilirsin. Noktürn’de ise kanımın daha yavaş aktığını hissettim. İnsan anıları olmasaydı nasıl yaşardı ki? Düşünün, son bir haftanızı hatırlamıyorsunuz. Bir ay ve bir yıl! Ve bir ömür. Hatırlayamadığımız sanatçı isimleri için bile dipli başlı kazılar yapıyoruz beynimizin derinliklerinde. Peki ilk öpüşmemizi hatırlamasaydık? İlk sevişme? İlkleri unutsaydık sonların ne anlamı kalırdı ki?

Kan Bağı’nda beni iten bir şeyler vardı. Belki de kanın açık teşhiriydi. Aslında biliyorum ki Münir Göle bunu gerçek kan kırmızılığında değil, düşlerin ve tutkunun kırmızılığında yazıyordu fakat… Bu fakat’lar bir gün beni mahvedecek. Kan Bağı’nda yine de nokta atışının yapıldığı en önemli yer, kadınların hayatları boyunca tek eşli olmaları gerektiği fikri ve erkeklerin çok eşli olabilirliği. Halbuki kadın, baştan ayağa kadındı. Baştan ayağa tutku ve şehvetti aslında. Münir Göle haklıydı, bu renk olsa olsa kanın kan kırmızı rengiydi.

Münir Göle hayatın detaylarından hikayeler yaratıyor anladığım kadarıyla. Onun için bir gözlem, bir fikir ya da bir hayal yazılabilir ve çizilebilir. Sosyal normlar alt üst edile de bilir. Yakın hissettim fakat Göle’yi.

Ayrıntılarda boğulmak dileğiyle.

90’lar Kitabı Çocuk mu Genç mi Yaşlı mı Portakalda Vitamin mi?

20 Pazartesi Şub 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 1 Yorum

Etiketler

90'lar, 90'lar kitabı, öznur doğan, barış manço, D&R, harun kolçak, kadir aydemir, kadıköy, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, mephisto, oznurdogan.com, sanal bebek, troll bebek, uğur mumcu, yitik ülke yayınları


90’lar Kitabı 2012 yılında “En Çok Satan Kitaplar” arasında kendisine yer etti, bu sene boyunca da oradan inmeye niyeti yok gibi görünüyor.

Bu kitabın basımdan sonra dağıtımını şafak sayar gibi saydı Kadir Aydemir, doğal olarak biz de saymış olduk. Dünya Savaşı potansiyelimiz çok yüksek, miş olma’lar tam bize göre.

Kitabı büyük bir heyecanla almak istiyordum. D&R’a gittim, indirimli değil. Mephisto’ya gittim, indirimli değil. Allah allah dedim, İnsan Kitap’a gittim, orası günahını indirmez zaten. Darıldım biraz, ilk bir hafta öğrencilere indirim olacak gibi bir durumdan söz edilmişti çünkü.

Neyse dedim ilk gün almak zorunda değilim ya sonra alırım, netten sipariş ederim indirimli alırım. Bir baktım sevdicek alıvermiş çoktan benim için. En çok sayıkladığım şeye sahip oluvermişim. Ben sahip olunca o da bana sahip oldu Dünya Savaşı potansiyeli ile.

O an okuduğum kitabın pabucunu hemen dama attım başladım okumaya.

Kitabın bir bölümü bana bilmediklerimi öğretti; kaçırdığım şarkılar, filmler ve diğerleri.

Bir bölümü bildiklerimi hatırlattı; sokak oyunları, gazete kuponları, sanal bebekler.

Bir bölümü unutmak istediklerimi; Uğur Mumcu suikasti, Barış Manço’nun vefaati, Madımak Oteli’nin yakılışı.

Şimdi kitaba şöyle bir bakıyorum da karar veremiyorum. 91 doğumlu olarak 90’larda çocuktum, ama kendimi genç hissediyordum. Yaşlı olabilirliğim vardı babaannemle bir dönem yaşadığım için bir de portakalda vitamin olma ihtimalim de yüksek keza hiç alakasız olduğum pek çok konu var.

90’lar Kitabı bir rüzgar gibi geçti ama bence 90’ların etkisi geçmedi. Peki ya 2000’den 2012’ye kadar geçen zamanın rüzgardan farksız olduğunu söyleyebilecek var mı?

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...