• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: münir göle

Kaçamak Bir Kaçamamak

17 Salı Tem 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

azor adaları, öznur doğan, can yayınları, D&R, ip cambazı, kaçamamak, maroia, münir göle, yansılar kitabı, yapı kredi yayınları


Kitap indirimlerinin hastasıyımdır. Özellikle 10 liraya kadar satın alabildiğim kitaplarsa. Daha önce 4 liraya Münir Göle’nin Yansılar Kitabı’nı satın almış ve müthiş bir mutluluk duymuştum bu tanışmadan. Yansılar Kitabı‘nı da anlatmıştım hatta.

Aradan iki üç ay geçtikten sonra D&R’ın güzel bir kıyağında daha karşılaştık kendisi ile. Yansılar Kitabıı YKY’den çıkmıştı, bu sefer Can Yayınları’nın meşhur 5 liralık indiriminde bir araya geldik. Münir Göle adını görünce hemen aldım kitabı attım sepete. Kitabın adı Kaçamamak. Kaçamayalım bakalım dedim.

Tezer Özlü’den ve artık beni yoran üslubundan sonra dinlenmeye, sayfaları hızlıca çevirebilmeye ihtiyacım vardı. Münir Göle tam yerine rast geldi de manzara koydu. İçim rahatladı, sakinleştim ve limana yanaşmaya hazırlanan bir geminin rahatlığını hissettim.

Kaçamamak aslında kaçmaya çalışmanın, en büyük kaçamamak olduğunu anlatıyor. İnsanlar bir şekilde herhangi bir cisme ya da olaya ya da yere bağlıdır ve kaçmaya çalışmak başka bir şeye sığınmaktır, bu da aslında gerçek bir kaçamak değildir diyor. Kaçamamaktır bunların hepsi.

Azor Adaları’na yaptığı yolculuğu ve bu kitabı yazma sürecini anlatan Münir Göle, yolculukların üzerine kuruyor tüm anlatıyı. Şöyle bir  bölüm ilk dikkatimi çekenlerden:

Yalnızlık, yolculuk kavramından ayrı tutulamaz. Derin yalnızlık, başkasının varlığına bağlanmak zorundadır. Başkası, öteki, yalnızlığın derinliklerinden, o derinlerdeki yerden çıkagelir her zaman. Bu beklenmedik çıkışlara, bilse bile kimse hazırlıklı olamaz. Bellek izi, şiddetli bir duyum boşalımını tetikler.

Bu parçanın etrafında anlattığı şey, bir anıdan tetikleyiciler sayesinde kurtulamadığımızdır. Hiç sevmediğiniz ya da çok sevdiğiniz, hiç hatırlamadığınız yani dünyanın en uzak ihtimali gelen bir yaşantınız bile hatırlatan bir etken olduğu sürece çorap söküğü gibi gelecektir diyor. Doğru değil midir sizce de bu? İlkokuldan bir arkadaşınızla karşılaştığınızı düşünün. Sadece onu görmek bile en az 5 anıyı hatrınıza getirecektir. İşte bu hayatta yaşadıklarımızdan kaçamamamızın en önemli örneklerinden bir tanesidir.

Kitapları çizmeyi hiç sevmesem de işin kolayını buldum ve kurşun kalemi en yumuşak hale getirip cümlenin başına ve sonuna bir taksim ( / ) koymam yetiyor. Bu sayede kendimi oldukça mutlu hissediyor, daha rahat hatırlıyorum. Taksimlediğim bir diğer yazı ise şöyle:

Gemiyle engin denize yelken açmak, şimdiye dek sözünü ettiğim kaçmak’a en çarpıcı örneklerden biri kanımca. İyice küçültülmüş, dapdaracık, katı bir mekandan sonsuzluğu çağrıştıran bir sıvı mekana girmek, ama ikisini birbiriyle asla karıştırmamak. Beni bu adalara sürükleyen sezgiye daha yerinde bir eğretileme bulmak olanaksız görünmeye başladı.

Deniz, tüm hikayelerde yeni hikayeler başlatan ve sonunda olgunluk vaat eden bir varlıktır. Deniz, insanların üzerinde yaşayabildiği fakat daima korkusunu hissettiği bir yerdir çünkü engin ve anlaşılamazdır. Altında milyonlarca canlı vardır. Sadece bu değildir onu korkutucu kılan. Bir noktadan sonra karanlıktır dibe doğru, kapkaranlık! Ne zaman dalgalanacağını, kızacağını bilmek de zordur. İşte kendi hayatından kaçmak, bir şeyleri unutmak isteyenlerin başvuracağı korkulu yollardan birisi de budur fakat işin unutulan noktası ise etrafınız sadece deniz ve mavi ile kaplıyken düşünmek için yalnızca tek bir şeyiniz olacaktır: kaçmaya çalıştığınız şey.

Kitabın özellikle ortalarına doğru dikkat çekici bir ip cambazı betimlemesini kullanır Göle. İpin üzerinde her şeyi doğru yapmak zorunda olan ve bu cambazlığın sırrını kimseye vermeyen. Eğer sırrı verirse düşeceğinden emin olan bir cambazı anlatır. Alıntıladığım bu bölüm ise ip cambazlığı ile hayat cambazlığının birbirine benzetilmesidir:

Hayatını işiyle evi arasında onulmaz bir düzende gidip gelerek geçiren ürkek adamla, hayatının anlamını iki kule, iki tepe, iki direk arasına gerdiği telin üzerinde dans ederken hisseden ip cambazının yakınlığını, başparmağımın ucunu işaret parmağımın ucuna değdirerek oluşturduğum daireye benzetiyorum: Bir uçtan ötekine en uzak yol, iki uç arasında bir hendek mesafede.

Münir Göle’nin dikkatimi çeken bir özelliği de fotoğraflara düşkünlüğü. Azor Adaları’nda yanından ayırmadığı bir fotoğraf makinesi ile hayatı özdeşleştiriyor, onun üzerinde uzun uzadıya anlatıyor düşüncelerini. Fotoğraf benim için hayatın en büyük tanıklığı fakat şimdiye kadar hiçbir fotoğraf makinesinde düğmeleri çevirip de bir şeyler yapmadım. Hani şu Smart Mode vardır ya, daima sizin için bir şeyleri hazırlayan -ki çok da iyi değildir- işte öyle fotoğrafladım hayatı. Bilen bir gözden makineler, fotoğraflar ve yaşamı duymak farklı geliyor tabii ki:

Aynı teknoloji (üstün derecede fotoğraf makinesi üretenlerden bahsediyor) gezmenliği de bir boş zaman sanayiine dönüştürdü. Bu sayede, gözlerimiz, kentlerden en ücra köşelere kadar karşımıza çıkan ve kımıldayan her şeye, ellerindeki fotoğraf makineleriyle nişan alan , tükeninceye kadar fişeklerini boşaltan, gerçi dijital kameralarla fişekler de boşalmaz oldu, bu yeni topluluğa alıştılar. Onları yadırgamadan, hatta ne yapmakta olduklarını sorgulamadan seyretmeyi sürdürüyoruz. 

Uzun zamandır eleştiredurduğumuz bir noktaya laps diye ayağını bastıktan sonra farklı bir sayfada şunları söylüyor:

Deklanşöre basıldığında, makinanın içindeki perde bir an kapanıp görüntüyü kaydediyor. Paradoks burada işte: Fotoğraf makinesinin deklanşörüne basıldığı an, fotoğraf çekenin göremediği – kaçırdığı – tek an, aslında. 

İşte bir yazarı sırf bunun için bile sevebilirim. Kısacık, saniyenin yüzde birinde gerçekleşen bir anı yakalayabilen bir adamsa bu yazar, işte bu yüzden severim! İşte bu yüzden Münir Göle’nin tüm kitaplarını okuyabilirim.

Daha fazla parça paylaşıp anlatmak isterdim fakat sizin de keşfetmeniz gereken yerler olduğunu düşünüyorum. Haydi koşun D&R’a alın kitabı. Münir Göle okumak çok ucuz, algılamak paha biçilemez.

Mr. Nobody / Bay Hiçkimse C) Hepsi

16 Pazartesi Tem 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, bay hiçkimsi, butterfly effect, diana kruger, jared leto, kaos teoremi, kuantum fiziği, maroia, münir göle, mr nobody, oznurdogan.com, tezer özlü


Film izlemek ve kitap okumak dönemsel aktiviteler halinde yer alır hayatımda. Bir dönem yüklü miktarda kitap okur, gözlerim kızarana ve sulanana kadar sayfaları kapatman. Bir dönem ise art arda 5 filme kadar çıkabilirim.

İş hayatıma yaklaşık 3-4 haftalık ara verdiğim bu dönemde tabii ki de boş bırakamazdım kendimi. Hemen Tezer Özlü’yü bitirip yeni bir Münir Göle kitabına başladım. Bir yandan da yeni filmler indirmeye koyulacaktım ki zevkine güvendiğim, şimdiye kadar bana tavsiye ettiği hiçbir filmde yanılmayan arkadaşım Mr.Nobody’i tavsiye etti. “İlk on dakikası çok karışık gelebilir.” gibi küçük çapta bir itlik yaptıktan sonra filmi izlemeye başladık.

İlk başta gerçekten sersemletici bir etkisi vardı. Bilimsel açıklamalar ile başlayıp durmadan ölen, yaşayan, küçülen ve büyüyen bir adam. Kimse “Benim aklım karışmamıştı ki!” demesin. Yemezler. Sevgili beyinciğimin hızla çalıştığını hissediyordum. Sürekli yeni sorular sorarak. Fakat sonra sorgulamayı bıraktım. Ne zaman çok fazla düşünürsem o kadar konudan uzaklaştığımı hatırladım. İzlemeye koyuldum. Uzun zamandır film izlemediğim için bir özlem duygusu ile takip ettim.

Mr.Nobody her ihtimalde yaşayabilen fakat  aslında yaşamayan bir adam. Hiçkimse, çünkü herkes. Film tamamen bu minvalde ilerlerken ve yüz binler olasılığı siz kendiniz de göz önünden geçirmeye başladığınızda zaten film amacına ulaşmış oluyor. En ufak bir hareketin bile yüzlerce nesneyi ya da olayı etkileyebildiğini düşünürsek (Butterfly effect) ve benim sınırlı aklımın bir süre sonra amele olduğu kuantum fiziği gibi olaylara gelirsek karşımıza bir kelime çıkıyor: ihtimaller.

Hangi ihtimali yaşamak istediğinize siz karar verirsiniz ya da karar vermeyerek bir karar vermiş olursunuz. 9 yaşındaki bir çocuğun ihtimaller denizinde 118 yaşına kadar yaşamak da varken 34 yaşında bir araba kazasında ölmek de var. Eğer mümkün kılınabilirse -ki şu anda olmadığını da iddia edemeyiz- aynı anda birden fazla ihtimalde yaşıyor da olabiliriz.

Geçmişi hatırlayabilirsiniz fakat geleceği hatırlayamazsınız tezi de bu yolla çürümüş olabilir. Gelecekten dönüp de kendine bir mesaj bırakmak bile mümkün. Kendi ihtimallerimizi baştan yazabilir, belki de ölümsüz olabiliriz!

mr-nobody-bay-hickimse-izle

Mr.Nobody bittiğinde aklımda birden fazla düşünce vardı. Birincisi filmin duygusal ve romantik yanı. Seçenek ne olursa olsun en doğru aşkı yüzlerce farklı şekilde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu hemen merak ettim. Şu anda neler yaşardım ki acaba? Hangi ihtimaller üzerine tasarlayabilirdim hayatımı?

İkincisi tabii ki de hayatımdaki tercih boyutu. Acaba en ufak bir hareketim hayatımda kimleri yok etti, kimleri ekledi, benim dışımda kaç kişiyi etkiledi? Örneğin bir alışveriş merkezinde son bedenini ben aldığım için bir eteğin, bir başka kişi nelere katlanmaz zorunda kaldı? Ah bu ben.

Filmin görselliği ve müzikleri de bir o kadar doyurucuydu. Sahnelerin gerçekçiliği, müziklerin akıp gidişi, renklerin canlılığı ve o minnak veletlerin güzelliği! Ölesiye güzel çocukları nasıl buldunuz ve Unutuş Melekleri’nin dudağımızın üzerine bıraktığı unutuş çizgisini nasıl hayal edebildiniz? Sorular sorarken yoruluyorum…

Mr.Nobody, son 20 dakikası ile hayatın şeridini gözlerimizin önünden geçirebilecek kapasiteye sahip bir film. İzleyiniz, izletiniz.

Birkaç küçük alıntı:

Young journalist: Everything you say is contradictory. You can’t have been in one place and another at the same time. Of all those lives, which one is the right one?
Nemo Nobody aged 118: Each of these lives is the right one! Every path is the right path. Everything could have been anything else and it would have just as much meaning.

——

Nemo Nobody aged 118: It should be written on every schoolroom blackboard: life is a playground or nothing.

Mr. Nobody – Bay Hiçkimse Trailer

Yansılar Kitabı’nda Hayatın Detayları

09 Çarşamba May 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 1 Yorum

Etiketler

arayış, ayrıntı, aşk, Ölüm, öznur doğan, ben merkezcilik, bir boşluk, D&R, detaylar, erkek, eş, iki tür yitim, kadın, kan bağı, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, münir göle, münir göle'nin yazı anlayışı, noktürn, oznurdogan.com, toplumda kadının yeri, yansılar kitabı, yanılsama, yapı kredi yayınları, zaman kayması


7 farklı hikaye içinde hayata dair görünmeyen detaylar. Şimdiye kadar düşünmediğim şeylerin varlığını bir kez daha kanıtladı bana Yansılar Kitabı. D&R’da dolanırken denk geldim bu kitaba. Münir Göle’den daha önce okuduğum bir kitap olmadığı için yeni bir tanışıklık yeni bir arkadaşlık olacaktı benim için. İlk defa okuduğum yazarlara dair önyargısız olmanın keyfini çıkarmaya hazırlanıyordum.

Kısa parçalardan oluşan kitapları severim. Bölümlerin bitişi ve başlaması beni motive eder, kendimi kaptırır giderim okurken. Bu kitapta da bunu yaşadım. 7 bölümden oluşuyordu kitap. “Zaman Kayması”, “Yanılsama”, “İki Tür Yitim”, “Bir Boşluk”, “Noktürn”, “Kan Bağı” ve “Arayış”. Bu 7 farklı hikayede beni çeken şeyler de birbirinden farklıydı.

Zaman Kayması’nda bir kadının hisleri doğrultusunda kendi kocasını bile kocasının aklında yarım kalan bir aşk yaşanmamışlığını bitirmesi için yollayabileceğini gördüm. Bu  sıradan bir hikaye değildi. Bu, olgun bir kadının yapabileceği bir şeydi. Eğer kadın kendine güveniyorsa zaten gerisi neredeyse boştu. Çünkü biliyordu, erkek de onu sevecekti. Eşine ve kendine güvenmek gerekirdi ilişkilerde. Yaşadığın şüpheler yaşamadığın gerçeklere dönüşebilirdi. Başka bir kadının hayali peşinde koşan bir erkeğin aslında yanı başında duran hayatı görmezden gelebileceği de vardı hikayede, bunun pişmanlığını yaşaması gerekmediği de.

Yanılsama’da karşımızdakini ne kadar az tanıyor olabileceğimizi gösteriyordu. Seneler sonra boşanmaya karar veren çiftler hayattan bir parçaydı. Eşinin tırnaklarının uzamadığını fark etmeyen bir adam vardı. Ama tırnağın uzadığı ve kesildiği zaman hep es geçilmez miydi? Oysaki sevilen ile birlikte bir tırnağın uzayış süresinde bile görülebilecek ve yaşanabilecek ayrıntılar vardı. Aşk eğer bir yarışa ve kendini ispata dönüşüyorsa işte orada da bir sorun ortaya çıkacaktı.

İki Tür Yitim klasik bir yaşanmamış baba-oğul hikayesine kuruluydu fakat benim için hikaye değil verilen detaylar hep daha önemliydi bu kitapta. Yani aslında hikayeler hep tanıdık ve bildik olanlardan fakat Münir Göle’nin (henüz tam emin olamasam da) tarzı böyle. Aklınıza gelmeyen noktaları çekip çıkarıyor. Ölen bir adamın traş bıçağında kalan sakalları, şarap şişesinin üzerindeki tükrükleri. İnsanlar ölünce bunlar kalıyordu geriye fakat şimdiye kadar benim için hep boşluk vardı. Birisi ölür ve yaşadığı oda boş kalır, başını koyduğu yastık. Üstüne giydiği kıyafetler boş kalır ya da. Fakat bu hikayede öyle değildi. Ev hınca hınç doluydu ölenle. Aslında hiçbirimiz terk etmiyorduk yaşadığımız yeri. Aksine her şey bizle doluydu.

Bir Boşluk ve Noktürn bana yaşanılan fakat yaşanmamış gibi davranılan anlardan bir tiyatro oluşturdu. Bir Boşluk’ta ben-merkezcilik vardı. Karşındakini dinlemediğin ve onun gibi olmadığın sürece sen hep haklıydın ve yalnızdın. Ama ödün vermeye başladığın anda görüyordun ki paylaşılan derin bir hıçkırık da olsa bir tatil de, daima mutlu kalabilirsin. Noktürn’de ise kanımın daha yavaş aktığını hissettim. İnsan anıları olmasaydı nasıl yaşardı ki? Düşünün, son bir haftanızı hatırlamıyorsunuz. Bir ay ve bir yıl! Ve bir ömür. Hatırlayamadığımız sanatçı isimleri için bile dipli başlı kazılar yapıyoruz beynimizin derinliklerinde. Peki ilk öpüşmemizi hatırlamasaydık? İlk sevişme? İlkleri unutsaydık sonların ne anlamı kalırdı ki?

Kan Bağı’nda beni iten bir şeyler vardı. Belki de kanın açık teşhiriydi. Aslında biliyorum ki Münir Göle bunu gerçek kan kırmızılığında değil, düşlerin ve tutkunun kırmızılığında yazıyordu fakat… Bu fakat’lar bir gün beni mahvedecek. Kan Bağı’nda yine de nokta atışının yapıldığı en önemli yer, kadınların hayatları boyunca tek eşli olmaları gerektiği fikri ve erkeklerin çok eşli olabilirliği. Halbuki kadın, baştan ayağa kadındı. Baştan ayağa tutku ve şehvetti aslında. Münir Göle haklıydı, bu renk olsa olsa kanın kan kırmızı rengiydi.

Münir Göle hayatın detaylarından hikayeler yaratıyor anladığım kadarıyla. Onun için bir gözlem, bir fikir ya da bir hayal yazılabilir ve çizilebilir. Sosyal normlar alt üst edile de bilir. Yakın hissettim fakat Göle’yi.

Ayrıntılarda boğulmak dileğiyle.

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 1.572 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...