• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: jean christophe grange

Katiller ve Kurbanlar İçin 13 Beden Eğitim Dersi

15 Cumartesi Haz 2013

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Amerikan Kültürü ve Edebiyatı, Arzu Bahar, asena boşnak, Ünal Özer, ömür biçer, Buket Tankut, D&R, dan brown, Doğukan İşler, Elvin Solkula., Gökhan Güngördü, Hasan Apaydın, idefix, istanbul üniversitesi, jean christophe grange, katiller ve kurbanlar için 13 beden eğitimi, koyu kitap, Kuzey E. Önel, Orçun Taşar, Sedat Demir, sindirme sistemi, şu can alıcı işler


katiller-ve-kurbanlar-icin-13-beden-egitimi-dersi_503864

Brown ve Grange’nin o dolu dolu ölümlü kitaplarını okuyup yarı polisiye kitaplara meyil etmeyen yoktur sanıyorum. Katiller ve Kurbanlar İçin 13 Beden Eğitimi Dersi biraz bunlara benziyor.

Peki çoğumuzun bilmediği ancak benim okuma şansına sahip olduğum kitap nereden çıktı, ne anlatır bu kitap?

İstanbul Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı müstakbel mezunu bir insan olarak şimdiye kadar bölümüme ait en iyi gelişmenin bu kitap olduğunu söyleyebilirim. Her türlü burun kıvırdığım, adam sende dediğim insanların çoğunluğunda Asena Boşnak, bu kitabın yazarlarından bir tanesi oldu ve desteğimizi rica etti. Böyle bir gurura kim karşı koyabilir ki? Hemen satın aldım kitabı. Bu sırada idefix’ten de ilk alışverişimi yapmış oldum. Normalde D&R’ın sıcaklığına sığınan ben idefix’in eski arayüzününü beğenmemem dolayısı ile oradan hiç alışveriş yapmamıştım. İyi ki de yapmamışım aslında, kitaplar zar zor bana ulaştı. Kimisi gelmedi. Ah benim dertli başım.

Koyu Kitap’tan çıkan bu yeni kitap amatör ruhun her sayfada hissedildiği, anlatmanın asla sona ermeyeceğini hissettiren bir kitap olmuş. 13 ders göndermesi ise kitaptaki tüm yazarlarının toplamının 13 olması. Herkes kendi hikayesini ya da ne olduğunu yazmış ilk sayfaya. Orçun Taşar, Buket Tankut, Doğukan İşler, Arzu Bahar, Sedat Demir, Ünal Özer, Hasan Apaydın, Asena Boşnak, Gökhan Güngördü, Kuzey E. Önel ve Elvin Solkula. Yayınevinin sahibi Sedat Demir de gençlere ait bu kitaba bir önsöz yazmış. Kitabın gelişiminin ve cevherlerin büyümesinin bize bırakıldığını söylemiş Demir. Aslında haklı. Biz okuyarak ve her seferinde noktaları belirterek bu kitabı ve bundan sonra gelecek olan her kitabı daha da kitap yapacağız.

O zaman oyun başlasın ve kitaba dair yorumlarım kısmına geçelim:

128 sayfa olan kitap daha önce de bahsettiğim gibi 13 hikayeden oluşmuş. Her hikayenin başında o hikayeye dair küçük bir illüstrasyon var. Öncelikle en çok hoşuma giden hikayeleri söylemek istiyorum, Sindirme Sistemi, Ömür Biçer ve Şu Can-Alıcı İşler. Sindirim Sistemi’ni gülerek okuyabildiğim için sevdim, bir de bilinçaltında neler dolanabileceğini gösterdiği için bize sevgili Zeynep Temel.

Ömür Biçer’i sevdim çünkü Hasan Apaydın daha önce karşılaşmadığım bir hikaye başlangıcı ile gelmiş. İnsanlara ömür satın almak ve olası tüm hikayeleri insan kendi kafasında canlandırabiliyor. Şu Can-Alıcı İşler ise biraz daha İhsan Oktay Anarvari olduğu için güzel. İşin içine biraz simya girdi mi ben oradayım doğrudan zaten. Kuzey E. Önel bu şekilde bir hikaye başlatmış ve okuyucularına güzel bir kısa hikaye sunmuş.

Arkadaşım Asena’nın hikayesi ise Başlıksız adı ile kitapta yer alıyor ve belki de Asena’ya dair farklı bir bakış açısı geliştirmeme neden olan bir hikaye. Çünkü bu hikaye ile Asena’nın hikayelerindeki katmanları görmek mümkün. Hem yazar arkadaşa sahip olmak da çok güzel.

Bunun haricinde kitaba dair söylemek istediğim en önemli şey hikayelerin yalın ve yarıda kalmış olması. Her hikaye daha da uzun anlatımlara, birbirine tamamen oturan bir kurguya ihtiyacı var. Sanki bir şeyler havada kalıyor, hiç beklemediğim anda çat diye bitiyor her şey. Neredeyse her hikayede denk geldim buna. Ayrıca bazı imla ve yazım hataları dikkatimi çekti. İyi bir editör elinden geçmesi şart diye düşünüyorum.

Her şeye rağmen let the sun shine upon you guys. Bu yazma aşkı ve ateşi daima devam etsin. Her yorum ile bin kez daha güçlenin. 🙂

Sevgiler.

Empati’nin Olasılıksız’lığı

28 Perşembe Haz 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 4 Yorum

Etiketler

adam fawer, öznur doğan, empati, jean christophe grange, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, olasılıksız, oznurdogan.com, şizofren aşka mektup


Yunanistan’a yolculuk başlamışken ve yol da hazır 6 saat sürecekken yeni bir kitaba başlamanın tam zamanı dedim yıllar önce. Dan Brown’ın kol gezdiği bir dönemdi sınıfta. Herkes güzel oranlarda kitap okuyordu. Bir kitap 12 kişi tarafından okunuyor ve sonra sahibine teslim ediliyordu. Dil sınıfı olarak güzel patlamalardaydık. Bir gün arkadaşım sınıfa Olasılıksız’ı getirdi.

Olasılıksız’ın iyi patlama gösterdiği bir dönemdi. Evet, herkesin okuduğu bir kitabı neredeyse ilk defa aynı dönemde okuyacaktım. İlki yaşamanın tedirginliğini yaşıyordum. Kitabı yanıma almış olmaktan mutluydum. Okumaya başladım. Olasılıksız şimdiye kadar okuduğum kitaplara bir nebze benziyordu fakat farklı bir örgüsü vardı. İlk olarak kafa içindeki sesleri duymak ve kendimce hesaplamalar yapabiliyor olmayı sevmiştim. Ardından daima bir yerlerde yanık et kokusu aradım. Şizofren değildim, henüz böyle bir koku hiç almamıştım ama Olasılıksız’da baş kahraman olmayı enteresan bir iç güdü ile istiyordum. Garip yaratık şu insan dediğimiz.

Olasılıksız’ı 6 saatlik yolculuğun sonunda bitirmiş olmanın keyfini yaşıyordum fakat tatilde okuyacak kitap kalmamıştı. Ben de kitabı tekrar kurcalamaya karar verdim. Jean Christophe Grange’de yaşadığım “Bu adamlar bunları nasıl yazıyor?” sorularına tekrar gark oldu beynim. Açıklama getirmek gittikçe zorlaşıyordu. Ardından Empati geldi.

Empati hikaye olarak bana daha yakındı. Zaten burnumun da yanık et kokusu alacağı yoktu. Domuz gibi sağlam bir bünyem vardı anlayacağınız. Deliliğin peşinde koşturmak da yoruyordu biraz. Yeterince söz etmiştim delilikten ve ona dair her şeyden. Şizofren Aşka Mektup’u bile daha öncesinde okumuştum. Beyin beyin değil, çöplük.

Empati’yi okudukça Olasılıksız’ı geri plana itmeye başladım. Empat olma isteği ile yanıp kavruluyordum. Empat nasıl olunabilirdi? Herhangi birisi gerçekten empat olabiliyor muydu? Ben hangi empat olmayı seçerdim? Empati’yi okurken sorular soru üstüne geliyordu. Öncelikle kendimi tanımam gerekiyordu. Sesleri mi daha çok seviyorum renkleri mi? Yoksa tatları mı?

Asla iştahsız bir çocuk olmadım. Ardında bir şey seçtim kendime. Empat tabii ki de olamazdım ama bir empat gibi yaşayabilirdim. Tatları duyabilirdim örneğin. Bir makarnanın hafif tok sesini, elmanın ise inceye yakın… Zamanla kendimi empat olduğuma da inandırdım. Birazcık sayko potansiyeli yok değil, evet. Fakat beni içine alacak bir aksiyon yoktu. Burası İstanbul’du. Haval cümlelere dahil olması için İstanbul’un en az bir 3 senesi vardı. Demem o ki, Adam Fawer yazmış icat etmiş, kahrını ben çekiyordum. Empati Olasılıksız’ı solda sıfırda bırakmıştı gözümde. Birçok kişi Olasılıksız’ı ilk gözağrısı olarak görüyor ve vazgeçmiyordu fakat ben Empati’yi daha önlere alıyordum listede.

Romanları hala okumamışlara sesleniyorum, hiçbir şey için geç değildir. Başlamak kazanmanın yarısı, el elden üstündür. Damlaya damlaya göl olma ihtimali ise bir hayli yüksek.

Dan Brown Külliyatı

13 Salı Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

altın yayınları, anagram, öznur doğan, bahis, bilgisayar, can yayınları, da vinci şifresi, dan brown, dijital kale, elmas, evan mcgregor, ihanet noktası, jean christophe grange, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, kripteks, maroia, melekler ve şeytanlar, oznurdogan.com, sait faik abasıyanık, yunanistan


Çakmak çakmak bakan adamları severim. Aslında çakmak çakmak kim bakarsa baksın severim ben. Bir çocuk da olsa bu, bir kadın da… Biraz Sait Faik Abasıyanık’tır bir yanım, sevdiğim şeylere dair yazasım gelir.

Dan Brown ile tanışıklığım lise yıllarıma dayanıyor. Jean Christophe Grange var bir süredir ortalarda bir de bir Dan Brown’dır gidiyor. Hemen el atıyorum, ilk kitaba. Da Vinci Şifresi. Arkadaşlarım çoktan bitirmişler, ben o sırada benim diğer çakmak adamla ilgilendiğim için pek pas vermeme taraftarıyım Dan’e ama kan da çekiyor, işin içinde polisiye var gerilim var. Başlıyorum Da Vinci Şifresi’ni okumaya.

Şaşmaya hazır aklım dakikasına şaşıyor ve ben hayatımda ilk defa o kadar uzun bir kitabı 6.5 saat içerisinde okumuş oluyorum. Bunu gurur duyulacak bir şey olarak söylemiyorum fakat şu anda. Sadece belirtmek istediğim şey arada sadece yemek yediğim. O andan itibaren en acayip Dan Brown hayranı ben olabilirim, ama pek atak değilim bu konuda. Dur bakalım ihtiyatındayım, ya diğer kitapları kötüyse?

Da Vinci Şifresi serimi, düğümü ve çözümü ile bir bütün geliyor bana. Kripteksler çözülürken ilk ben bulamadığım için kendime kızıyorum bazen. Bazen de sayfaların çabucak bitiyor oluşuna takıyorum. Altın bu işi bilmiyor diye yakınacağım neredeyse, bak Can Yayınlarına! Öyle mi yapılır bu iş? Ama yine de doğru bir mantıkla ilerliyor, merak öğesini daima canlı, okunabilirliğini fazla kılıyor bu kısa yazılar. Kitabı okuduktan sonra arkadaşıma veriyorum ve Matematik hocamın elinde görüyorum kitabı. 5 teneffüs peşinden koşturduktan sonra kitap sonunda benim oluyor!

Ardından Melekler ve Şeytanlar geliyor, bunun da hastasıyız. Özellikle son sahnelerdeki aksiyonda nefesimin kesildiğini hissediyorum ve hatta çok uzun süre anagramlara takıyorum. Böyle bir dövme yaptırmaya bile karar veriyorum hatta yaptırmaya karar verdiğim dövme işte tam da kitapta geçen elmas dövmesi. Dan Brown ikinci kitabı ile de beni mest etmiş oluyor. Bir çakmak adam daha olmaya başlıyor kalbimde. Benim gönlüm geniş fakat, herkese yer var. Seviniyorum bu işe.

Melekler ve Şeytanlar’ı ayrımlarından ötürü de seviyorum. Kitapların henüz filmleri çıkmamış durumda ve her şey benim hafızamda benim kurduğum yerde. Karakterler hiç de filmdekilere benzemiyor sonradan fark edeceğim üzere.

Ardından Dijital Kale geliyor. Fakat buna pek ısınamıyorum. Fazla teknik geliyor bana. Sorsanız bilgisayar delileri bu kitaba vurgunlar, hesaplar işin içine girdi mi ben yokum. O yüzden dil bölümünü seçmedim mi zaten neredeyse?Tamamen sebep bu olmasa da etken olma oranı oldukça yüksek. Kitabın sonuna bir de bir şifre koymuş hain Dan, gözümden düşmeye yer arıyor sinsice. Ben o şifreyi nasıl çözeyim? Öyle bakıyorum olmuyor, böyle bakıyorum bir şeye benzetemiyorum. Kendi kendime sinir oluyorum, zaten üniversiteyi de kazanamam ben böyle dangalak kafayla. Dan Brown bana bir depresyon kıyısından dönmeye patlıyor.

İhanet Noktası’nı Yunanistan’da yengemin kitaplığında buluyorum. Deli gibi seviniyorum ama kitabın adını bir türlü aklımda tutamıyorum. Hala yazarken “Kehanet Noktası” diyorum. Nereden geldiyse artık bu? Kitap yine sarıyor başlarda beni fakat artık sabit bir Dan Brown mantığı esir alıyor beni. Nasıl olsa has oğlan ya da has kız halletmeyecek mi bu işi? Kaçıyor keyfim. Çakmak Christophe’a nasıl kırıldıysam çakmak Dan’e de öyle kırılıyorum. İhanet Noktası benim Grange’de yaşadığım hayal kırıklığının bir diğer noktası. Yine -aferin ki onlara – bizimkiler kazanıyor. Aklımda “Kızlaaar, yine kazandııık.” gibi cümleler mevcut. Ben Brown’un hep aynı kalmasına uyuz olmuşum, ters köşe olamamanın sinirini yaşıyorum. Ve nasıl ki Grange’ye arar veriyorsam, Dan’e de ara veriyorum.

Kayıp Sembol büyük bir gürültü ile çıkıyor ve fakat ben satın almıyorum. O yüzden onun fotoğrafını buraya koymak gibi bir niyetim yok. Okuduktan sonra belki hakkında bir yorum yapabilirim.

Toparlamak gerekirse – ki aslında toparlamak zorunda da değildim ama – Dan’in kitaplarında iyi bir çocuk olabilirsen şirinleri hep görebiliyorsun. Evet, müthiş aksiyon sahneleri geçiyor, evet gerçekten kapılıyorsun hikayeye fakat hayatın en büyük gerçeğini atlıyor Dan her seferinde. Hayatta sadece iyiler kazanmaz. Hatta, kötülerin kazanma oranı daha yüksektir, bahis oranları da bu yüzden düşük.

Melekler ve Şeytanlar, Da Vinci Şifresi film haline getirildiğinde, ikisi de bazı noktalarda benim için hayal kırıklığı oldu. Da Vinci Şifresi’ndeki kripteks sayısı azlığı ve Melekler ve Şeytanlar’daki son uçma sahnesinin düzgün bir şekilde verilmemiş olması bir hayal kırıklığıydı evet ama işin içinde de Evan McGregor var. Nasıl kötü der şu deli gönül? Diyemiyorum. Evan’ı her yerinden öhöm, her şekilde seviyor ve besliyoruz.

Salut!

Bakışları Çakmak Adam

02 Cuma Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 8 Yorum

Etiketler

ölü ruhlar ormanı, öznur doğan, dan brown, fransa, jean christophe grange, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, koloni, kurtlar imparatorluğu, kızıl nehirler, leyleklerin uçuşu, maroia, oznurdogan.com, polisiye gerilim, siyah kan, taş meclisi, yunanistan, şeytan yemini, İstanbul


Fotoğraftan tanıyanlar için gerçek bir çakmak adam, tanımayanlar için tanıtıyorum; Jean Christophe Grange. Adı üzerinde uzun tartışmalar yapılan adam. Bu adamın soyadı nasıl okunacak? Gıranjj diyen var, Granje diyen var. Ben yazmayı tercih ediyorum, okumuyorum adını. Sinsilik yapıyorum biraz.

Polisiye romanları sevdiğimi bilmiyordum henüz, sınıfta bir kitap dönüp duruyor. Siyah Kan adı. Arkadaşlarımın hepsi çok beğenmiş durumdalar, bense aksiyon filmlerini sevmeme rağmen henüz polisiye gerilim roman türüne adımımı atmış değilim. (Arkasından Dan Brown serileri gelecektir.) Herkes okuduktan sonra ve hiçbir yorumu dinlemedikten sonra okumaya başlıyorum Siyah Kan’ı. Sağlam bir kurgusu var, anlatılan olay insanı allak bullak ediyor, anlatış şeklinden çok. İlk olarak büyük bir hayranlık duymaya başlıyorum bizim çakmak oğlana, sonra bakıyorum ki oğlan değilmiş bu adam. Çakmak adam oluveriyor birden. Hemen bir ikinci kitabını bulma sevdasına dalıyorum. Ve ardından Şeytan Yemini’ne başlıyorum.

Şeytan Yemini henüz yeni çıkmış, dumanı üzerinde tütüyor. Bir heyecandır alıyor beni yeniden. Bir solukta bir kitap daha bitirmenin büyük hevesi içindeyim. Gelen geçene “Bir yazar var, aklınız duracak, çok acayip yazıyor.” deyip duruyorum. Kandırabildiklerime kitabı veriyorum, onlar da okuyorlar. Harçlıklarımızı birleştiriyoruz, tüm Grange kitaplarını almaya karar veriyoruz arkadaşımla. İlk kitap bende kalacak satın aldığımız. Bu kitap da Şeytan Yemini. Şeytan yemini aşağı Şeytan Yemini yukarı, Yunanistan’a götürüyorum ben Şeytan Yemini’ni ve parkta unutuyorum, parkta yere koyuyorum çünkü kitabı. Unuttuğumu fark edip tekrar parka döndüğümde kitabı yakılmış halde buluyorum. Tahminen Yunan çocukları bir güzel yakmışlar, artık ne amaçla yaktılarsa?

Ardından İstanbul’a dönüyorum, yanımda birazcık para var. Euro bazında anneanne eli öpmüşüm, cüzdanım Euro görmüş durumda. Hemen iki kitabını daha alıyorum. İlki Leyleklerin Uçuşu, diğerlerinden daha ucuz olduğu için. Bu noktada ağır —spoiler —- veriyorum ve leyleklerin ayaklarında elmas taşıma işine bir kere daha vuruluyorum. İçimdeki aksiyonu durdurabilene aşk olsun, kitap okuma aşkı ayyuka çıksın.

Bir sonraki durağım Taş Meclisi oluyor, fakat Taş Meclisi’nde bir eksik var sanki. Bu sefer “Harika, mutlaka okumalısınız!!” bağırışlarım duyulmuyor. Sakince kitabı kaldırıyorum kitaplığa. Eksik bir şeyler var bu sefer, buldum bulacağım kıvamındayım. Biraz da üzüntü var üzerimde, haksızlık edilmiş gibi hissediyorum kendime; Nasıl kötü bir roman yazar?

Biraz ara veriyorum doğal olarak Grange okumaya, çünkü aldattı beni diye düşünüyorum. İstanbul’a imza gününe gelsin de bir iki laf sokayım diye beklediğim günler oluyor. Artistlenip imzalatmamayı düşünüyorum. Yine de bir yandan Kurtlar İmparatorluğu bana bakarken vazgeçemiyorum bu adamdan. Bir de diyorum ya çakmak çakmak bakıyor, küçükken dedemin bana dediği gibi.

Kurtlar İmparatorluğu içinde bol bol Türk, Türkiye kelimelerini barındırdığı için çok cazip geliyor. Tanıdık bildik yerlerden bahsediyor Grange, ben de gizli milliyetçi miyim neyim bilmiyorum, ne zaman Türkiye’ye ait bir şeyler görsem kanım kaynar yazıya. Memleket ister canım demek ki.

Kurtlar İmparatorluğu Taş Meclisi’nden daha kuvvetli geliyor. Ama ben artık polisiye gerilim okumaktan bıkmak üzereyim. Bünyeye böyle birden yüklenince hatalar verebiliyor tabii. Ne yapsam ne etsem diye düşünüyorum. Araya kitaplar sokmak istiyorum fakat yapamıyorum, beynim oldukça yorgun.  Fakat artık beni biraz tedirgin eden bir şey var kitaplarda. Bu adamın tüm kitapları neden mutlu sonla bitiyor?

Bu çakmak adam neden açık uçlu bir roman yazmıyor? Neden illa ki polisimiz, dedektifimiz işin üstesinde geliyor? Şimdiye kadar aydınlatılmamış yüzbinlerce cinayet yok muydu yani? Sinek küçük ama mide bulandırır misali, beni bir geriyor bu gerçek. Böyle bir gerçeği kendime söylemem de bayağı zamanımı alıyor. En sonunda  son bir umut Koloni çıkıyor ve ben satın alıyorum.

Koloni diğerlerinden daha farklı (kapağından da anlaşılacağı üzere) fakat bu fark en sonunda belli oluyor.  Yani gidişat yine okumuş olduğum diğer Grange kitaplarındaki gibi. Bozulmak ile bozulmamak arasında sona geldiğimde açık uçlu bir kitap bulmak karşımda beni baştan yaratıyor. Tekrar seviyorum çakmak adamı. Çünkü uzaklaşmış oluyor biraz kendi karar verdiği ve sürekli uyguladığı sonlardan.

İki kitabı daha var çakmak adamın, Kızıl Nehirler (arkadaşımda olup da almadığım) bir de Ölü Ruhlar Ormanı (fiyatından sebep gerilip almadığım). Şimdilik bu iki kitabı okumayı düşünmüyorum, çünkü Koloni’nin son hali ve damağımda kalması gereken Grange tadının bu kadar olması gerektiğini düşünüyorum. Polisiye gerilim sayfasını kapatıyorum.

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...