• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: toplumda kadının yeri

Getting Out / Marsha Norman

20 Perşembe Ara 2012

Posted by Öznur Doğan in Sanat, resim, tiyatro

≈ 4 Yorum

Etiketler

Amerikan Kültürü ve Edebiyatı, amerikan kısa öyküsü, arlene, arlie, getting out, kaçış, kadın suç oranları, marsha norman, realism, toplumda kadının yeri


marsha norman getting out

Marsha Norman’ın drama tiyatrosudur Getting Out. Çift karakterli bir kadına dönüşecek olacak Arlene’in hayatı değişmektedir. Daha önce fahişelik yaparak hayatını geçiren ve çocuğuna bakamayan Arlene, hapishaneye gittikten sonra oradaki peder tarafından ıslah edilir. Hapishaneden çıktıktan sonra eski hayatı ile yeni hayatıı arasında bir seçim yapmak zorunda olduğunu hisseden Arlene kendisine Arlie ismini verir. Yeni bir isim ile yeni bir kimlik kazanacağına inanmaktadır. Eski hayatına bir daha asla geri dönmemeyi, ondan alınan çocuğunu geri almayı düşünmektedir. Bu yüzden yepyeni bir eve taşınır, orası güzelce boyar. Hayatına yeni bir heyecan getirir. Aynı zamanda iş başvurularında da bulunur, hatta hapishaneden çıktığı öğrenilene kadar bir yerde çalışır bile fakat geçmişi asla yakasını bırakmaz. Eski zamanlardan kalma bir nam-ı diğer pimp ve ailesi onu geçmişinden kurtarmak yerine daha da geçmek isterler. Gelip taciz eden eski erkek arkadaş ve annesinin kızının değişmeyeceğine inanması, onu fahişe şeklinde etiketlemeleri ve toplumun verdiği bu etiketlerden bir türlü kurtulunamaması özellikle işlenmiştir oyunda.

Sosyolojik açıdan oldukça fazla konuya değinmektedir. İlk olarak ataerkil toplum ve din yapısına gönderme yapılır. Hapishaneler, peder ve diğer tüm enstitüler kadını ehlileştirmek ve onu sıradanlaştırmak için uğraşmaktadır. Aynı zamanda Arlene küçükken babası tarafından istismara da uğramıştır. Ortada kokuşmuş bir ataerkil sistem vardır ancak bu sistem devam etmektedir. Hapishaneden dışarı çıktığında da onu kimse kabul etmemektedir. Sistem ilk olarak insanları hapishane ile eğittiğini ve zararsız hale getirdiğini iddia etse de buradan gelen hiçkimseye de toplum içinde yer yoktur.

Bir diğer konu ise herkes tarafından kolayca kullanılabilen etiketler, lakaplar ve herkeste bulunan önyargıdır. Arlene yeni bir hayata başlamak ister ve bu yüzden adını bile değiştirir. Ancak annesi de eski sevgilisi de onun geçmişten kurtulamayacağını vurgularlar. Sözleri ile onu yoldan çıkarmaya çalışırlar. Kimse Arlene’in olmak istediği kadınla ilgilenmez. Herkesin onun bir önceki varlığına bakar ve ona göre yargılar. Bu açıdan tüm toplum için geçerli olabilecek bir gözlem ortaya çıkar; bir kere damgalandığınızda asla eskisi gibi olamazsınız. Evet, hiçkimse sizin ilerleme kaydettiğinizi görmek istemeyecektir. Gözlerini kapalı tutarak gelişmeyi görmeyi reddedecekler ve bununla gurur duyacaklardır. Hatta bulunduğunuz noktadan bir tık daha ileri gitmemeniz için geçmişi daima yüzünüze vurup onunla yaşamanız gerektiğine sizi inandırmaya çalışacaklardır.

Arlene Arlie olduktan sonra bir süre yeni hayatına tutunmaya çalışır ancak karşısında beton gibi sağlam bir yapı vardır. Toplum ve medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar. Bu yüzden hiçkimse onu kabul etmez ve çocuğunu ona vermeyi reddederler. Arlie artık bu dünyada yeri olmadığına inanır ve kendisini nehrin suları arasına bırakır. Bu bir kadının toplum tarafından kurban edilmesinin en güzel örneklerinden bir tanesidir. Kadınlar damgaları ile toplumun en önemli kurbanlarındandır. Onları kirletmek kolaydır, dedikolarını yapmak, seks işçisi olarak kullanmak oldukça kolaydır. Bu yüzden kadın, toplum süzgecinde hemen deliklere takılır. Ardından geriye sadece o kadını yok etmek kalır. Ah.

“Gecede” Saklı Kalan Vapur ve Dahası – Leyla Erbil

11 Salı Eyl 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

amerikan kültürü ve edebiyatı ders kitapları, gecede, leyla erbil, odysseus, sema bulutsuz, türkiyede kadın olmak, toplum baskısı, toplum ve kadın, toplumda kadının yeri, vapur


Size en bildiğim hikayeyi, Leyla’nın Gecede’sinde ikinci sırada yer alan Vapur’u anlatayım…

Boğaziçi’nde bir gün, aniden kaptanı olmadan gezinmeye başlayan bir vapur bu. Halkların kardeşliği, ayaklanmanın ruhunda başlıyor yaşamaya. Tüm halk davetli onun gösterilerine. Bu vapur konuşuyor, bu vapur şaklabanlıklar yapıyor, bu vapur halkını ve tarihini anlamaya çalışıyor. Herkes onunla hem çok ilgili hem çok ilgisiz.. Kim anlatıyor bu hikayeyi? Minicik bir kız. Vapuru gerçekten gördüğünü söyleyen, onu inkar etmeyecek olan bir kız. Hem kadın hem çocuk. Kim güvenir bu anlatıcıya? Leyla ondan dinliyor Vapur’un hikayesini.

Annesi ile yine deniz kıyısına indikleri ve annesinin Penelope gibi sürekli bir şeyler ördüğü, yine de denize doğru yola çıkan Odysseus’u beklerken denize sırtını döndüğü bir akşamda görüyor küçük kız vapuru. Babasının da denize gittiğini biliyor, uzun zamandır da görünmemiş ortalarda. Annesine sesleniyor, “Vapura bak, vapura bak!“. Küçük bir çocuk, bir ayaklanmanın ilk dakikalarına şahit oluyor, heyecanlı ve tamamiyle kendini vermiş bir şekilde. Annesi ise yılların ağırlığı, Odysseus’unu beklemenin yorgunluğu ile, “Ne oluyorsun hiç mi vapur görmedin?” diyor. Asıl keskin olan annenin bu cümlesinden sonra kızın anlatıcılığa dönüp “Balıkçının sandalı da o gece batmıştı.” demesi. Başlangıcın olduğu yerde, yeni heyecanların tam da doğduğu noktada çünkü, daima söndürmeye hazırlanan bir yangın tüpü ve itfaiye vardır. Başlayan her şey, insanlar ve ilgilerini kaybetmeleri, onlara göre sıradanlaşmaları yüzünden bitmeye mahkumdur.

“Hiç nöbetçisi, vardiyacısı olmada, adamsız bir vapur kaçar mı? Vapur olur da kopar gider de kaptanı ortaya çıkmaz mı? Benim gemime ne oldu? Hani benim vapurum? Ben neyin kaptanıyım şimdi? Şimdi ben ne olacağım diye sormaz mı?… Öteki vapurlar da severlerdi kaptanlarını: Aziz kaptan, Temel kaptan, Ömer kaptan, kaç kez vapurunu şuraya buraya çarptıran Asım kaptan ve babam. Babam neredeydi benim?”

Neredeydi bu küçük kızın babası? Hangi gemi ile birlikte açılmıştı denize? Mektuplar geliyordu bir yerlerden fakat nereden atıyordu mektupları? Denizin büyüklüğü karşısında küçük çocuğun küçüklüğü vardı. Babası gitmişti, belki de geri gelmeyecekti. Vapur o anda onun görmediği babası da olabilirdi. Özgür ve yanlarında. Türlü şaklabanlıklar yapıp iş sıradanlaştığında varlığını bile duyumsamayacağı babası.

Vapur ile donanma gemileri savaş halindedir. Nasıl olur da kaptanı olmadan, sadece bir uyanış ile bir vapur denizde tek başına gezebilir? Donanma vapurun peşinde koşmakta, önüne geldiği gibi silahlarını şehre de doğrultmaktadır. Halk, karışık ruh hali ile (kolektif şuur) önce donanmadan yanadır. Donanma devlettir, devlet güçlüdür. Asilikleri ve isyanı bastıracaktır. Fakat donanma başarısız olur. Vapur donanma ile kedinin fare ile oynadığı gibi oynar. Halk o anda gaza gelmiştir, onlardan birisi sanki büyük bir oyunu kazanmıştır. Ya ya ya şa şa şa , va pur va pur çok yaşa’dır o andan sonra söyledikleri. Vapur, onların kazandığı zaferdir. Kendisi için, halkının uyanması için deli divane koca “deniz”in ortasında “donanma”ya kafa tutmaktadır. Tarihte yaşanılanları, sesli ve yürekten söylemektedir vapur. Tüm halk etrafa kaçışıyor, vapuru görebilmek için sahile iniyordur. O anda annenin dilinden şu sözler dökülür: Tanrım sen koru onu, bize bağışla, kaza bela verme.

Bir annenin kaybetmekten korktuğu çocuğuna söylediği söz müdür bu yoksa yıllardır uzaklarda olan kocasıyla özdeşleştirdiği vapura mı? Yani kocasına mı? Bir devrimin, bol ayaklanmalı ve beklenmedik gösterilen başlangıç noktası olan vapurun kendisine mi üzülmektedir? Halkın kanı devrime, donanmaya karşı çıkan onlardan bir güce mi ısınmıştır?

Vapur belki de devam edecektir hayatına fakat halk bir gariptir. Unutmaya ve umursamamaya hazırdır. Tüm şaşası ile herkesi başucuna toplayan vapur bir süre sonra cazip gelmeyecektir, hem polisler ve jandarmalar da basıyordur mahalleleri. İnsanlar kaçıyor, korkuyor, mahalle aralarından yitip gidiyordur. Şu vapurun gözü kör olsun, başına neler açmaktadır insanın. Gözden kayıp gider vapur bir süre sonra. Arkada ise sorular kalmıştır, cevapsız ve bir o kadar bol cevaplı:

“Boğazda hiçbir nenleri değiştirmeksizin salt hokkabazlık edip çevreyi güldürdüğünü sanarak, salt insanların temel yaşamalarını bozmayıp arada bir eğlendirdiği, avuttuğu için, bir bakıma kandırdığı, başladırmaya değil de boyun eğmeye doğru itelediği için onları, çaresiz, tek, umutsuz sandığı için, kıymış mıdır kendisine vapur?”

…

“Uykularımızın içinde bugün bile düdük sesleri duyarak uyandığımızı biliyor mudur?”

“Annemin ölene dek öncekilerden daha hızlı ve severek ördüğünü biliyor mudur?”

“Karnına, göğsüne basa basa öldürdüğümüz annemin?”

…

“Babam kimdi benim ve neredeydi?”

Yağmur Hikayesi X

16 Çarşamba May 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

adam, öznur doğan, kadın, kadın ve toplum, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, toplumda kadının yeri, yağmur, yağmur hikayesi


Bakmak, görmeye katlanabilmek için atılan ilk adımdır. Görmek ise sürekli bir çember içinde dolanan bir gerçektir. Bakmanın ya da görmenin farklı şeyler olduğunun söyleniş klişesi ağızlarda pelte olurken bakmak ve görmek aslında pratikte aynı teoride farklıdır ve fakat insanların pratik mi teori mi diye düşünecek ne zamanları vardır ne de hevesleri.

Sıradan bir günde zaten bir insan özellikle böyle bir şeyi düşünmez. Düşüneceği şey olsa olsa hangi sokaktan, nereye; saat kaçta, nasıl sorularıdır. Böylesine sorunsal ve sıradan bir gün içinde bir filozof edası ile gerçekleri düşünmek, pratik üzerinde kafa yormak, gerçeğe ulaşabilmek için hangi pratik yolunun denenmesi gerektiğini araştırmak da işte bu yüzden saçmadır. Gerçek anlamlı bir saçmalık ifadesi böyle bir durum için öylesine geçerli olabilir ki “saçma” bir motto olur çıkar fark ettirmeden.

Kadın eline baktığında sadece ince bir çizgi gördü. Kırmızı bir çizgiydi bu. Fakat sıradan bir çizgiden farklı olarak içinde minik iplikler barından bir çizgiydi. O anda tüm korkularını bertaraf etti. Etmek ile etmemek arasında bir süre kıvrandı fakat yaşanılan tutkulu dakikalar bir düşünme silsilesine yer veremeyecek kadar yoğundu. Adam, kadının gömleğini çıkardı. kadının ten renginin güzelliğini bir kez daha “gör”dü. Buğday bir tenin daha çekici gelebileceğini sanmıyordu. Kadının kızıl saçları omuzlarına dökülüyordu. Eli ile saçları sırtına doğru itti kadının. bir vücud boyunca var olan ten parlaklığından gözlerini alamıyordu. Kadın, adamın ceketini çoktan çıkarmıştı. içindeki gömleği ise çıkarmaktan yana değildi. Sanki beyaz gömleğin temizliği kadına bir rahatlık sağlıyordu.

Rahatlama duygusu her zaman insanı ziyaret eden bir duygu değildir. Hayatın sıkışıklığında bu duyguyla göz göze gelmek ve hatta uzaktan silüetini görmek dahi zordur. Çünkü kendi davranışlarımız ile kendi sonlarımızı yarattığımız gibi kendi rahatsızlıklarımızı da yaratırız. Sonra bize özel bir mekanın varlığından bahsedip de burada rahatlamaya çalışırız. Fakat böyle bir şeyin olmayacağı çok bellidir. rahatlama, tam anlamı ile iki akciğer parçasındadır. Bir nefestir aslında.

Adam, kadını sırt üstü yatağa uzandırdı ve yanına kıvrıldı. Beklenilenin aksine adamın az önce körüklenmiş bir şekilde yanan teni şu anda buz gibiydi. Kadın, bu gördüğüne şaşırmıştı. Böyle bir şeyi hayatı boyunca hiç yaşamamıştı. elini adamın göğsüne attı ve fark etmek istemeyeceği bir şeyi fark etti. Adamın göğsünde bir boşluk vardı. Bu, sanki bir yumruk boşluğuydu ve hareket ediyordu. Adamın kırılmış kaburgasının ona acı verdiği her halinden belli oluyordu. Kadın, adama zarar vermişti. Göğsündeki boşluktan kadın sorumlu değildi fakat o anda adamın donuk bir şekilde yatışından o sorumluydu. Onu kendime çekmek isterken aniden sırtından yakalamış ve göğsünün adamın göğsüne çarpmasına neden olmuştu. Ona göre güzel geçecek olan bir sahnenin başından sahneyi mahvetmiş bulunuyordu.

Acı vermek. İşte bir diğer silahımız hayattaki. İsteyerek ya da istemeyerek. Acıyı doruk noktasına ulaştırmak hatta insan olmayışın bir işaretidir. Acı çeken birisine bakıp da acı çekişinden zevk almak da en az acı çekmeye yeltenmek kadar hastalıklı bir durumdur. Hastalık, sizi esir aldığı andan itibaren bir köle gibi işkenceye bağlanırsınız. Siz ya bir işkencecisinizdir ya da işkencedeki mağdur.

Kadın, yüzünü adamın burnuna doğru götürdü. Hissedeceği sıcaklıktan emin olmak istiyordu. Bütün bu olanlardan sonra yüzünün sıcaklığı, adamın solukluğunda buluşuyordu ve fakat kadın şunu keşfetti. “Nefes alış-verişi yoktu.”

Yansılar Kitabı’nda Hayatın Detayları

09 Çarşamba May 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 1 Yorum

Etiketler

arayış, ayrıntı, aşk, Ölüm, öznur doğan, ben merkezcilik, bir boşluk, D&R, detaylar, erkek, eş, iki tür yitim, kadın, kan bağı, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, münir göle, münir göle'nin yazı anlayışı, noktürn, oznurdogan.com, toplumda kadının yeri, yansılar kitabı, yanılsama, yapı kredi yayınları, zaman kayması


7 farklı hikaye içinde hayata dair görünmeyen detaylar. Şimdiye kadar düşünmediğim şeylerin varlığını bir kez daha kanıtladı bana Yansılar Kitabı. D&R’da dolanırken denk geldim bu kitaba. Münir Göle’den daha önce okuduğum bir kitap olmadığı için yeni bir tanışıklık yeni bir arkadaşlık olacaktı benim için. İlk defa okuduğum yazarlara dair önyargısız olmanın keyfini çıkarmaya hazırlanıyordum.

Kısa parçalardan oluşan kitapları severim. Bölümlerin bitişi ve başlaması beni motive eder, kendimi kaptırır giderim okurken. Bu kitapta da bunu yaşadım. 7 bölümden oluşuyordu kitap. “Zaman Kayması”, “Yanılsama”, “İki Tür Yitim”, “Bir Boşluk”, “Noktürn”, “Kan Bağı” ve “Arayış”. Bu 7 farklı hikayede beni çeken şeyler de birbirinden farklıydı.

Zaman Kayması’nda bir kadının hisleri doğrultusunda kendi kocasını bile kocasının aklında yarım kalan bir aşk yaşanmamışlığını bitirmesi için yollayabileceğini gördüm. Bu  sıradan bir hikaye değildi. Bu, olgun bir kadının yapabileceği bir şeydi. Eğer kadın kendine güveniyorsa zaten gerisi neredeyse boştu. Çünkü biliyordu, erkek de onu sevecekti. Eşine ve kendine güvenmek gerekirdi ilişkilerde. Yaşadığın şüpheler yaşamadığın gerçeklere dönüşebilirdi. Başka bir kadının hayali peşinde koşan bir erkeğin aslında yanı başında duran hayatı görmezden gelebileceği de vardı hikayede, bunun pişmanlığını yaşaması gerekmediği de.

Yanılsama’da karşımızdakini ne kadar az tanıyor olabileceğimizi gösteriyordu. Seneler sonra boşanmaya karar veren çiftler hayattan bir parçaydı. Eşinin tırnaklarının uzamadığını fark etmeyen bir adam vardı. Ama tırnağın uzadığı ve kesildiği zaman hep es geçilmez miydi? Oysaki sevilen ile birlikte bir tırnağın uzayış süresinde bile görülebilecek ve yaşanabilecek ayrıntılar vardı. Aşk eğer bir yarışa ve kendini ispata dönüşüyorsa işte orada da bir sorun ortaya çıkacaktı.

İki Tür Yitim klasik bir yaşanmamış baba-oğul hikayesine kuruluydu fakat benim için hikaye değil verilen detaylar hep daha önemliydi bu kitapta. Yani aslında hikayeler hep tanıdık ve bildik olanlardan fakat Münir Göle’nin (henüz tam emin olamasam da) tarzı böyle. Aklınıza gelmeyen noktaları çekip çıkarıyor. Ölen bir adamın traş bıçağında kalan sakalları, şarap şişesinin üzerindeki tükrükleri. İnsanlar ölünce bunlar kalıyordu geriye fakat şimdiye kadar benim için hep boşluk vardı. Birisi ölür ve yaşadığı oda boş kalır, başını koyduğu yastık. Üstüne giydiği kıyafetler boş kalır ya da. Fakat bu hikayede öyle değildi. Ev hınca hınç doluydu ölenle. Aslında hiçbirimiz terk etmiyorduk yaşadığımız yeri. Aksine her şey bizle doluydu.

Bir Boşluk ve Noktürn bana yaşanılan fakat yaşanmamış gibi davranılan anlardan bir tiyatro oluşturdu. Bir Boşluk’ta ben-merkezcilik vardı. Karşındakini dinlemediğin ve onun gibi olmadığın sürece sen hep haklıydın ve yalnızdın. Ama ödün vermeye başladığın anda görüyordun ki paylaşılan derin bir hıçkırık da olsa bir tatil de, daima mutlu kalabilirsin. Noktürn’de ise kanımın daha yavaş aktığını hissettim. İnsan anıları olmasaydı nasıl yaşardı ki? Düşünün, son bir haftanızı hatırlamıyorsunuz. Bir ay ve bir yıl! Ve bir ömür. Hatırlayamadığımız sanatçı isimleri için bile dipli başlı kazılar yapıyoruz beynimizin derinliklerinde. Peki ilk öpüşmemizi hatırlamasaydık? İlk sevişme? İlkleri unutsaydık sonların ne anlamı kalırdı ki?

Kan Bağı’nda beni iten bir şeyler vardı. Belki de kanın açık teşhiriydi. Aslında biliyorum ki Münir Göle bunu gerçek kan kırmızılığında değil, düşlerin ve tutkunun kırmızılığında yazıyordu fakat… Bu fakat’lar bir gün beni mahvedecek. Kan Bağı’nda yine de nokta atışının yapıldığı en önemli yer, kadınların hayatları boyunca tek eşli olmaları gerektiği fikri ve erkeklerin çok eşli olabilirliği. Halbuki kadın, baştan ayağa kadındı. Baştan ayağa tutku ve şehvetti aslında. Münir Göle haklıydı, bu renk olsa olsa kanın kan kırmızı rengiydi.

Münir Göle hayatın detaylarından hikayeler yaratıyor anladığım kadarıyla. Onun için bir gözlem, bir fikir ya da bir hayal yazılabilir ve çizilebilir. Sosyal normlar alt üst edile de bilir. Yakın hissettim fakat Göle’yi.

Ayrıntılarda boğulmak dileğiyle.

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...