Etiketler
altın yayınları, anagram, öznur doğan, bahis, bilgisayar, can yayınları, da vinci şifresi, dan brown, dijital kale, elmas, evan mcgregor, ihanet noktası, jean christophe grange, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, kripteks, maroia, melekler ve şeytanlar, oznurdogan.com, sait faik abasıyanık, yunanistan
Çakmak çakmak bakan adamları severim. Aslında çakmak çakmak kim bakarsa baksın severim ben. Bir çocuk da olsa bu, bir kadın da… Biraz Sait Faik Abasıyanık’tır bir yanım, sevdiğim şeylere dair yazasım gelir.
Dan Brown ile tanışıklığım lise yıllarıma dayanıyor. Jean Christophe Grange var bir süredir ortalarda bir de bir Dan Brown’dır gidiyor. Hemen el atıyorum, ilk kitaba. Da Vinci Şifresi. Arkadaşlarım çoktan bitirmişler, ben o sırada benim diğer çakmak adamla ilgilendiğim için pek pas vermeme taraftarıyım Dan’e ama kan da çekiyor, işin içinde polisiye var gerilim var. Başlıyorum Da Vinci Şifresi’ni okumaya.
Şaşmaya hazır aklım dakikasına şaşıyor ve ben hayatımda ilk defa o kadar uzun bir kitabı 6.5 saat içerisinde okumuş oluyorum. Bunu gurur duyulacak bir şey olarak söylemiyorum fakat şu anda. Sadece belirtmek istediğim şey arada sadece yemek yediğim. O andan itibaren en acayip Dan Brown hayranı ben olabilirim, ama pek atak değilim bu konuda. Dur bakalım ihtiyatındayım, ya diğer kitapları kötüyse?
Da Vinci Şifresi serimi, düğümü ve çözümü ile bir bütün geliyor bana. Kripteksler çözülürken ilk ben bulamadığım için kendime kızıyorum bazen. Bazen de sayfaların çabucak bitiyor oluşuna takıyorum. Altın bu işi bilmiyor diye yakınacağım neredeyse, bak Can Yayınlarına! Öyle mi yapılır bu iş? Ama yine de doğru bir mantıkla ilerliyor, merak öğesini daima canlı, okunabilirliğini fazla kılıyor bu kısa yazılar. Kitabı okuduktan sonra arkadaşıma veriyorum ve Matematik hocamın elinde görüyorum kitabı. 5 teneffüs peşinden koşturduktan sonra kitap sonunda benim oluyor!
Ardından Melekler ve Şeytanlar geliyor, bunun da hastasıyız. Özellikle son sahnelerdeki aksiyonda nefesimin kesildiğini hissediyorum ve hatta çok uzun süre anagramlara takıyorum. Böyle bir dövme yaptırmaya bile karar veriyorum hatta yaptırmaya karar verdiğim dövme işte tam da kitapta geçen elmas dövmesi. Dan Brown ikinci kitabı ile de beni mest etmiş oluyor. Bir çakmak adam daha olmaya başlıyor kalbimde. Benim gönlüm geniş fakat, herkese yer var. Seviniyorum bu işe.
Melekler ve Şeytanlar’ı ayrımlarından ötürü de seviyorum. Kitapların henüz filmleri çıkmamış durumda ve her şey benim hafızamda benim kurduğum yerde. Karakterler hiç de filmdekilere benzemiyor sonradan fark edeceğim üzere.
Ardından Dijital Kale geliyor. Fakat buna pek ısınamıyorum. Fazla teknik geliyor bana. Sorsanız bilgisayar delileri bu kitaba vurgunlar, hesaplar işin içine girdi mi ben yokum. O yüzden dil bölümünü seçmedim mi zaten neredeyse?Tamamen sebep bu olmasa da etken olma oranı oldukça yüksek. Kitabın sonuna bir de bir şifre koymuş hain Dan, gözümden düşmeye yer arıyor sinsice. Ben o şifreyi nasıl çözeyim? Öyle bakıyorum olmuyor, böyle bakıyorum bir şeye benzetemiyorum. Kendi kendime sinir oluyorum, zaten üniversiteyi de kazanamam ben böyle dangalak kafayla. Dan Brown bana bir depresyon kıyısından dönmeye patlıyor.
İhanet Noktası’nı Yunanistan’da yengemin kitaplığında buluyorum. Deli gibi seviniyorum ama kitabın adını bir türlü aklımda tutamıyorum. Hala yazarken “Kehanet Noktası” diyorum. Nereden geldiyse artık bu? Kitap yine sarıyor başlarda beni fakat artık sabit bir Dan Brown mantığı esir alıyor beni. Nasıl olsa has oğlan ya da has kız halletmeyecek mi bu işi? Kaçıyor keyfim. Çakmak Christophe’a nasıl kırıldıysam çakmak Dan’e de öyle kırılıyorum. İhanet Noktası benim Grange’de yaşadığım hayal kırıklığının bir diğer noktası. Yine -aferin ki onlara – bizimkiler kazanıyor. Aklımda “Kızlaaar, yine kazandııık.” gibi cümleler mevcut. Ben Brown’un hep aynı kalmasına uyuz olmuşum, ters köşe olamamanın sinirini yaşıyorum. Ve nasıl ki Grange’ye arar veriyorsam, Dan’e de ara veriyorum.
Kayıp Sembol büyük bir gürültü ile çıkıyor ve fakat ben satın almıyorum. O yüzden onun fotoğrafını buraya koymak gibi bir niyetim yok. Okuduktan sonra belki hakkında bir yorum yapabilirim.
Toparlamak gerekirse – ki aslında toparlamak zorunda da değildim ama – Dan’in kitaplarında iyi bir çocuk olabilirsen şirinleri hep görebiliyorsun. Evet, müthiş aksiyon sahneleri geçiyor, evet gerçekten kapılıyorsun hikayeye fakat hayatın en büyük gerçeğini atlıyor Dan her seferinde. Hayatta sadece iyiler kazanmaz. Hatta, kötülerin kazanma oranı daha yüksektir, bahis oranları da bu yüzden düşük.
Melekler ve Şeytanlar, Da Vinci Şifresi film haline getirildiğinde, ikisi de bazı noktalarda benim için hayal kırıklığı oldu. Da Vinci Şifresi’ndeki kripteks sayısı azlığı ve Melekler ve Şeytanlar’daki son uçma sahnesinin düzgün bir şekilde verilmemiş olması bir hayal kırıklığıydı evet ama işin içinde de Evan McGregor var. Nasıl kötü der şu deli gönül? Diyemiyorum. Evan’ı her yerinden öhöm, her şekilde seviyor ve besliyoruz.
Salut!
Dijital kale ile ilgili saptamaların çok yerinde. 😀 Bir sayısalcı olarak en az Da Vinci Şifresi ve Melekler ve Şeytanlar kadar çok sevmiştim. :)) Senin gibi ara verip, son iki kitaba şöyle göz ucuyla bile bakmadım. Zaten 3., 4. kitaba doğru dikkat edersek yazar ismi büyüyor, kitap ismi ufalıyor. Artık ne yazsa satar duruma gelince bir yazar, durmak lazım.
Eminim okuduysan yazısı gelecektir ama merak ettim, Maxime Chattam okudun mu hiç? İlk 3 kitabı, ki üçlemedir, gerçekten başarılıydı. Grange ve Dan Brown’dan bıkınca ona yönelmiştim, tavsiye ederim.
Biliyordum birilerinin çok sevdiğini Dijital Kale’yi. :)) Harika tespit olmuş yazar ismi ile alakalı, hiç o açıdan düşünmemiştim. Gerçekten tam yerine oturmuş tüm o boş noktaları doldurmuş.
Her gün bir şeyler öğrenmeye devam ediyorum, hayır okumadım ama hemen listeye alıyorum. :))