• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: ihsan oktay anar

2012’nin En Çok Satan Kitapları

28 Cuma Ara 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

2012 en çok satılan kitaplar, 2012 popüler kitaplar, albert camus, amin maalouf, aylak adam, çavdar tarlasında çocuklar, bir bilim adamının romanı, Dönüşüm, düşüş, doğudan uzakta, grinin elli tonu, içimizdeki şeytan, ihsan oktay anar, kürk mantolo madonna, korkuyu beklerken, kuyucaklı yusuf, mutlu ölüm, oyunlarla yaşayanlar, saatleri ayarlama enstitüsü, semerkant, siddharta, sineklerin tanrısı, taht oyunları, tuhaf alışkanlıklar kitabı, tutunamayanlar, yabancı, yaşar kemal, yedinci gün


kütüphaneKitaplar! Asla vazgeçmek istemeyeceğim yegane parçalar. Şimdiye kadar burada hem kitaplardan hem filmlerden hem de tiyatro oyunlarından bahsettim. 2012’nin sonuna gelirken benim için de bir durum raporu vermek şart oldu. 2012’de en çok hangi kitaplar satılmış, neler varmış, kim yokmuş? Bu kitaplar neden böyle tutulmuş bir göz atalım. Daha sonra 2012’nin filmleri ve tiyatro oyunlarından da bahsederiz.

dogudan uzakta amin maalouf

Listenin birinci sırasında Amin Maalouf – Doğu’dan Uzakta var. 2012’yi verimli bir şekilde geçirdim Amin Maalouf açısından. Bir tek satın alıp da okumadığım Ölümcül Kimlikler kaldı. Onun dışında Beatrice’ten Sonra Birinci Yüzyıl, Tanios Kayası, Uzaktan Aşk ve Doğu’nun Limanları‘nı okuma fırsatı buldum bu sene içinde. Semerkant ve Yüzüncü Ad’ı ise çok daha önce okuyabilmiştim. Doğu’dan Uzakta’yı henüz okuma şansına nail olmadım ancak kısa sürede alıp başlayacağım kesin çünkü Amin Maalouf beni Beatrice ile kırmış olsa da kolayca vazgeçemeyeceğim bir yazar.

“Doğu’dan Uzakta, bir yüzleşmenin romanı: Gençliklerinin en güzel dönemlerini bir arada geçiren, ülkelerinde patlak veren iç savaştan sonra farklı yerlere dağılan ve yıllar sonra, eski arkadaşlarından birinin cenazesi için tekrar ülkelerine dönen bir grup arkadaş… Açıkça belirtilmese de Lübnan İç Savaşının getirdiği yıkımlara ve Ortadoğu coğrafyasının kültürel, tarihsel ve toplumsal sorunlarına dair çok çarpıcı gözlemlere de yer veren Doğu’dan Uzakta’da Maalouf, yine en iyi bildiği şeyi yapıyor: Doğuyu anlatıyor.” demişler. Bu da zannediyorum kitabı almak için yeterli bir açıklama.

yedinci gun ihsan oktay anarSıkı bir İhsan Oktay Anar hayranının uzun zamandır beklediği kitaptır Yedinci Gün. Benim gerçekten büyük bir merakla beklediğim kitaptı. Hepsinden çok daha iyi olmasını hatta bilmediğim bir şekilde tamamen bana ait olmasını istemiştim ancak en büyük hayal kırıklığını yaşadığım kitap oldu. Daha önce İhsan okumasaydım belki de bu okuduğum bana büyülü, aklın ötesinde gelecekti, ancak İhsan Oktay Anar’ın Külliyatı’ndan haberdar olan birisi olarak bir Suskunlar değil demek istiyorum. Yine de bu benim şahsi görüşüm, en çok satanlar listesinde ikinci sırada olmasına göre vardır helbet bir bildikleri.

“Çizgilerin kürelere, zamanın sonsuzluğa, sonsuzlukların da hayâllere dönüştüğü bir hikâyedir bu. Sıradan insanların sıra dışılığı, bilinen hikâyelerin düşlere dönüşümü, zaafların asîlleşmesi, erdemlerin ardındaki günâhkârlık tüm içtenliğiyle akacak zihinlere. İnsan olmanın en zayıf ve en yüce yanları, bir hikâyenin dokunuşuyla bir kez daha bilinebilir olacak.”

ciplak deniz ciplak ada yasar kemal

Listenin üçüncü sırasında Yaşar Kemal yer alıyor. İnce Memed ile Yaşar Kemal’i tanıma fırsatı yakalamış insanların son zamanlarda Kemal’den bekledikleri önemli bir eserdi Çıplak Deniz Çıplak Ada. Sait Faik aklıma geliyor her ada denilişinde, bu yüzden kitabı daha bir bağrıma basıyorum. Şimdiye kadar burada herhangi bir Yaşar Kemal yazmamış olmanın hüznünü yaşıyorum bir yandan.

“Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Yaşar Kemalin yerlerinden edilen insanların Egede bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarının destansı öyküsü Bir Ada Hikâyesinin dördüncü ve son kitabı. Dörtlünün bu son romanında, geçmişin yaraları kapanmaya yüz tutmuş ama izleri kalmıştır… Ağaefendiyle Melek Hatun, Poyrazla Zehra, Ali Hüseyin’le Nesibe muradına erecektir; Lena Ananın hasretle yollarını beklediği kayıp oğulları da geri dönmüştür ama balıkçıların reisi Hıristonun başına beklenmedik bir olay gelir.”

grinin elli tonu e l jamesPopüleritesi ile dünyayı sallayan Grinin Elli Tonu var listenin dördüncü sırasında. Kitabı okumadım ve büyük bir önyargı ile okumak da istediğimi sanmıyorum. Pegasus yayınlarından çıkan kitapların neden böylesine popülerlik yakaladığını da tekrar düşünmek istiyorum. Hmm…

yabanci albert camusBeşinci sırada değil de daha yukarıda olmayı hak eden Yabancı var listede. Albert Camus’nün esrarengiz dünyasında, kelimelerinde ve düşlerinde hareket etmenin tek yolu belki de onun kitaplarını okumak. Albert Camus’nün de üç kitabını bu sene okumuş olduğum için mutluyum. Mutlu Ölüm ve Yabancı, ardından da Düşüş. İnsanın kendi gözlerinin içine bakması demek bana kalırsa Camus okumak.

“Ölümün egemen olduğu bir “varlık”ın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi “Meursault”, bir simge kahraman değildir, “adı” olmayan bir “Yabancı”dır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. “

kürk mantolu madonnaZaman geçse de gerçekliğinden hiçbir şey kaybetmeyecek olan bir kitap var listede. Bu kitap her zaman listede kalmalı bence hatta ikinci ve üçüncü sırada yer alırsa hiç gocunmam. Sabahattin Ali okumuş olduğum için kendimi şanslı addediyorum. Böyle bir adam ile, böyle bir can ile tanışmak belki de insanoğlunun yaşayabileceği en güzel deneyimlerinden bir tanesi. Henüz tüm hoyrat ellerde yerini almadan tanışmak ise paha biçilemez. Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan ile kilitleri kapamış oldu Sabahattin Ali. Açabilmek için yürek gerek.

“Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.”

Liste şu şekilde devam ediyor: Lizbon’a Gece Treni, Özgürlüğün Elli Tonu, Satranç ve  bir sonraki durak Tutunamayanlar olunca ben duruyorum.

tutunamayanlar oguz atayBu kitabın hala en çok satanlar listesinde olması Türk Edebiyatı için en onurlu gerçeklerden bir tanesi. Geç keşfedilmiş ancak peşinin bırakılmaması gerektiği anlaşılmış bir adam Oğuz Atay ve onu okumak ve onu anlamak ve onunla birlikte düşünmek. Oyunlarla Yaşayanlar, Korkuyu Beklerken ve Bir Bilim Adamının Romanı‘nı severek ve bayıla bayıla okurken onu okumanın vakti olduğunu anladığım adamın en baba, en kalın kitabının listede olması. İşte tarif edilemez mutluluk yaratan gerçeklerden bir tanesi.

“Tutunamayanlar, Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran, Oğuz Atayın bu ilk romanını “hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak niteler. Morana göre “Oğuz Atayın mizah gücü ve duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanları büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.” Küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan Atay, “saldırısı tutunanların anlamayacağı, rededeceği türden bir romanla yapar.”

Okumadığım kitaplar ile karşılaştıkça listede üzülüyorum yetişemiyorum diye. Liste sırasıyla şu şekilde devam ediyor:

Hikayem Paramparça,

Sinek Isırıklarının Müellifi,

İçimden Geçen Zaman,

Taht Oyunları serisi,

Sineklerin Tanrısı,

Siddharta

Ve ardından okuyup en çok okunan listesinden olmasından mutlu olduklarım geliyor:

Suç ve Ceza,

Aylak Adam,

Dönüşüm,

Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı,

Çavdar Tarlasında Çocuklar,

Kuyucaklı Yusuf…

Ah kitapların mutluluğu bir başka. Bir başka onların kokuları ve hatta satın alma duygusu.

Yedinci Gün’ün Şafağında Doğuya Bakın

19 Çarşamba Eyl 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 6 Yorum

Etiketler

ihsan oktay anar, ihsan oktay anar kitapları, ihsan oktay anarın üslubu, yedinci gün, yedinci gün inceleme


Ha çıktı ha çıkacak derken Yedinci Gün raflardaki yerini aldı. Kısa bir süre sonra benim kitaplığıma da teşrif etmiş bulundu. Ön siparişler verilip herkes “ilk ben okuyacağımm!!” diye bağrınırken ben işin birazcık soğumasını bekledim. En azından ilk el delileri susmus olacak ben de rahatça devam edecektim okumaya. Aynen de öyle oldu. Yedinci Gün çıkışından bir buçuk hafta sonra elimde oldu. Ben onu bana ulaştıktan bir buçuk hafta sonra okudum. Mutluyum.

İhsan Oktay Anar’ın daima beklediğimiz kitapları, hemen yazsın da huzura erelim diye beklediğimiz yazıları söz konusu. Özellikle kitabın bittiğini ve yakın sürede basılacağını duyduğumuzda büyük bir aşk ile bekler olmuştuk kitabı. Daha ön siparişlerde internet üzerinden “Yedinci Gün’ün şifreleri” şeklinde haberler yapılmış fakat olaya değinilmemişti. Son zamanlarda hızlı bir şekilde popüler olmaya giden İhsan Oktay Anar’ın son kitabı doğal olarak en çok sükse getiren kitap oldu.

Süktü mü? Süktü. Şu anda hala tüm listelerde birinci sırada. En tepeye kurulmuş şöyle bir etrafına bakıyor. Büyüklük taslamıyor fakat. Kendini bilen adamın elinden çıkmış kitap.

Şimdiye kadar büyük bir tutku ile İhsan kitapları okuyup onları daha sonra değerlendiren kişiler Yedinci Gün’ü okuduğunda tam olarak ne hissetti bundan emin olamıyorum. Kitap gerçekten güzeldi benim için. Yeni bir büyülü dünyaya açılıyordu yine kapıları. Aynı zamanda yine gönderme üstüne gönderme, benzetme üstüne benzetme vardı kitapta. İsimler, mekanlar, hikayeler ve diğer her şey yine İhsan’ın keskin zekasının ürünüydü fakat…

Yedinci Gün benim için Kitab-ül Hiyel’in önüne geçebilecek bir kitap oldu. Daha yukarı çıkabilmesi için sanıyorum ki insanlardan biraz daha uzak tutulması gereken bir kitaptı. Umuyorum İhsan Oktay Anar sadece okuyanların gazına gelerek bu kitabı yazmamıştır.

Kitapta üç bölüm mevcut: Baba, Oğul ve Hayalet. Bildiğimiz teslis olan bu baba, oğul, kutsal ruh üçlemesinde üç farklı karakter bir potada eriyebilmeyi öğreniyor. Kitap üç farklı zaman üzerinde çizilmiş. Önce gelecek sonra geçmiş ve en son olarak da şimdiki zaman. İhsan Sait, Ali İhsan ve İdris Amin Zula.

Üç farklı karakter, tek bir insanda buluşuyor, üç farklı zaman tek bir zaman algısında bütünleşiyor. Bunu gerçekleştirebilmeleri için de tabii ki bir olgunlaşma döneminden geçmek zorunda kalıyorlar. Edebiyatta en bolundan karşılaştığımız bu maturity process’i Yedinci Gün’de de görmek beni mutlu ediyor. Demek ki diyorum, bir şeyleri anlayabiliyor ve yorumlayabiliyorum.

İnsanlığın başlangıcından, Zodyak’tan, Hristiyanlık’tan ve Müslümanlık’tan, çok tanrılı zamanlardan, Amerika’nın keşfinden ve diğer pek çok tarihi olaydan nasibi alan hikayelerde beni tek üzen nokta çok  basit bir çıkarım ile “ahan da mesaj budur.” dedirtmesiydi. Şimdiye kadar binbir hinlik, yüzbinlik sinsilik ile bize açık seçik mesajlar vermeyen (kitabın tümü hakkında) İhsan Oktay, bu kitapta sınır çizgisini biraz daha uzağa çekmiş ve bize kıssadan hisse tarzında bir son hazırlamış.

Kitap boyunca it gibi sırıttığımı göz önüne alırsak kitabı sevmediğim ve tamamen eleştirdiğim söz konusu olamaz. İnsan hallerini en iyi anlatan yazarladan birisi olan Anar, Yedinci Gün’de de bizi bize anlatmaya devam etmiş. İnsanların tek iken mazlum halk iken zalim olabildiklerini, kim vurduya giderken yolunu bulanların hikayelerini, şeytanın hinliğini, insanın aslında şeytana kanmaya dünden teşne olduğunu hep hatırlıyoruz Yedinci Gün ile.

İdris Amin Zula nam-ı diğer Emile Zola ve onun İtham Ediyorum yazısına neden gönderme yapmak istemişti peki Anar? Naturalizm akımından payını almış olan Emile Zola gibi Amin Zula da bilime maruz kalmış, toplumun onu şekillendirdiği, soyunun ve sopunun hatta yedi ceddinin hep Zula olduğu anlatılmıştır.

Yine de içimde bir uhdedir Yedinci Gün, keşke çok daha iyi olsaydı ve canım tıka basa Anar dolsaydı diye. Yine de bir diğer kitap gelene kadar, yaşasın Anar kitapları!

İhsan Oktay Anar’a Saygı Saati

31 Cumartesi Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

amat, araf, öznur doğan, üç baş, bağdasar, cehennem, cennet, davut, denizci, efrasiyabın hikayeleri, efsun, emre, erkeklik organı, frenk, gemi, humbaracı, hıncal uluç, ibrahim dede efendi, ihsan oktay anar, iletişim yayınları, istiklal, kalın musa, kara kitap, karaköy lokantası, kirko, kitabül hiyel, kitap incelemesi, kitap okuma yarışması, kitap tanıtımı, konstantiniye, maroia, mephisto, orhan pamuk, oznurdogan.com, puslu kıtalar atlası, rafael, sevgili, suskunlar d&r


İhsan Oktay Anar. Bu yakışıklı, elmacık kemikleri çıkık adam… Kelimeleri ve cümleleri eski zamandan gelmiş, anlatıkları hep bildiğimiz ama hiç bilmediğimiz şeyler. İhsan Oktay Anar.

Her yazarla nasıl tanıştığımı mutlaka iliştirir oldum yazılara. Lise birinci sınıfta yapılacak olan kitap okuma yarışmasında seçilmem üzerine elime okunacak kitaplar listesi geçti ve ben en başta İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’nı gördüm. Daha hiç duymadığım bir kitap ve yazar ismi. Bir an duraksadım, acaba ne olabilirdi ki? İlk olarak adı çok acayipti. Puslu, kıtalar, atlası. Kafamda oluşturması gereken bir bütün ve resim varsa da oluşmuyordu. Bomboştu dimağım. Şekillenmeyi bekleyen oyun hamuru gibiydim. Ben kitaba bakıyordum, kitap beni süzüyordu. Aslında kitapta bir efsun vardı. Beni içine çekmeye çalışıyordu. Ve çekti de.

Fotoğrafta bulunan baskı ile kitabı okumaya başladım fakat kafam büyük karmaşalar içerisine giriyor. Bir sürü kelimeyi anlamıyorum, Türkçe olmadıklarını iddia ediyorum. Kitabı efsunu beni içine çekiyor, sözlüğü açmak için bile yanından ayrılamıyorum. Zaman oluyor bir çukur kazıyorum Dünya’nın öteki ucuna, zaman geliyor Konstantiniye’den çıkıyorum. Hayal dünyamın genişlediğini hissediyor, binbir çiçekle bezemeye başlıyorum yollarını. İhsan Oktay Anar sanki alnımın ortasından bir ışık şeklinde geçiyor. Ben tamamen kendimi yenilenmiş hissediyorum. Kitap bittiğinde büyük karmaşalar içinde de olsam, kitabı bir daha okuma aşkı ile de yanıp tutuşsam ne yapacağımı bilemiyordum. Yılanlar, böcekler, taşlar kafamın içinde geziniyordu. Böylesine karanlık fakat ferah bir yolculuğu bir daha bulamayacağımı düşündüğüm anda bile bir korku sarıyordu vücudumu. Puslu Kıtalar Atlası damarlarıma zerk edilmiş bir uyuşturucu gibiydi.

Aradan uzunca bir süre geçiyor. Ben üniversite birinci sınıftayım. Yazın Karaköy Lokantası’nda garson olarak çalışıyorum. Her gün işten çıktıktan sonra İstiklal’e gidip mağazaları dolaşıyorum. D&R senin, Mephisto benim iyice geziyorum ve görüyorum ki Suskunlar diye bir kitap var raflarda. Beşinci baskısını yapıyor o sene fakat ben ilk defa görüyorum. Yazarına bakıyorum, İhsan Oktay Anar. Tamam diyorum bu kitabı alacağım. Hafızama kazıyorum kitabı. Haftalığımı aldığım gibi kitabı alma derdindeyim fakat bir bakıyorum ki kitapyurdu.com’da İhsan Oktay Anar kendi kitabını imzalamış, sınırlı sayıda okurlarına ulaştırıyor. Fırsatı kaçırmıyorum. Hayatımın ilk imzalı kitabını alıyorum. Ve başlıyorum okumaya. Olamaz! Bu kitap da beni yeniden yaratıyor. Bağdasar, Kirko, Davut, Kalın Musa, İbrahim Dede Efendi, Rafael… “Bu adamın romanlarında” diyorum kendi kendime “bir efsun var.” Takmış durumdayım kitabın beni çeken bu efsununa. Bir yandan da şaşakalıyorum sürekli, eski kelimeler, tarihler, anlatılar, yaşananlar, isimler. Delireceğim. Bu adam bu kadar çok şeyi düşünüp nasıl hayal ediyor diyorum. Nasıl nasıl nasıl? Bir meyhane sofrası nasıl bu kadar ateşli olabiliyor mesela? Böylesi zor soruların cevaplarını bulamıyorum kolay kolay. Hemen kitabı bitiriyor, arkadaşıma okuması için veriyorum ve en büyük hatayı yapıyorum. Kitabı 1.5 sene sonra kirli bir şekilde geri alabiliyorum. Hayatımın en büyük hatasıdır. En büyük.

Üçüncü durağım Emre isminden yola çıkışımla birlikte Amat oluyor. Sevilenin adı Emre, Amat’ın Latince ‘sevilen’ anlamına gelme ihtimali var gibi cümleler okuduktan sonra hazır da İhsan Oktay gazım varken doğrudan alıyorum kitabı. 24.11.2010 tarihinde, yanımda sevilen varken D&R’dan alıp çıkıyorum. Bir ay sonra sevilen askere gidecek, bana da birkaç fotoğraf ve bu kitap kalacak. Kitabı okumaya başlıyorum. Okumak değil bu seferki, içiyorum. Rengi de kırmızı nasılsa şarap gibi. Şarap gibi kitap içilmez mi? Amat adlı gemi ile hem Cehennem’e hem Cennet’e hem de Araf’a yolculuk yapıyorum. Geminin tamiri gerektiğinde ben harekete geçiyor, olayları organize ediyorum. Ve fakat şimdiye kadar yaşadığım İhsan Oktay şaşkınlığına bir de “Bu adam bu kadar çok deniz terimini nereden biliyor?” şaşkınlığı alıyor. Sanki daha öncekiler çok normalmiş gibi… Delirecek seviyede bunu düşünüyorum, “Nasıl yazdın bre adam, önünde hangi ansiklopediler açıktı? Ama ansiklopedi olsa da bu kadar iç içe girmez ki gerçekler. Hangi gerçekle yazdın?” Br yandan da İhsan Oktay ile bir ortak noktamız oluşunu seviyorum bu kitapta. O da eşine ithaf etmiş bu kitabı, ben de. Böyle güzellik olamaz diyorum. Amat’ı da başucuma koyuyorum. Baş tacı ediyorum. Başımın üzerinde üç farklı kitap.

28.10.2010 tarihini attığım Efrasiyab’ın Hikayeleri başımın üzerindeki dördüncü kitap olmaya hazır. Bir kitabın kötü çıkabilme ihtimalini ne kadar çok seviyor, sinsice bekliyormuşum meğerse. Olmuyor da olmuyor. İhsan Oktay okurken bazen aklıma Orhan Pamuk geliyor, Kara Kitap geliyor bazen. Hikayeleri karıştırdığım bile oluyor. Beyin dediğin istemediğin anlarda bulamaç görevi görüyor. İhsan’ın her kitabında bulunan ince mizah Efrasibay’ın Hikayeleri’nde daha da gün yüzüne çıkıyor bana göre. Gülerek okuyabildiğim kitapları seviyorum çünkü. Daha sonrasında Kitab-ül Hiyel’de it gibi sırıtacağımın farkında değilim, “Ne kadar güzel güldürüyorsun İhsan.” mantığında hareket ediyorum. Stradivarius’lar, aşklar hikayeler gırla gidiyor. Benim İhsan Oktay Anar aşkım ve sevgim daha da fazlalaşıyor. Hatta üzülmeye başlıyorum sadece bir kitap kaldı geriye okunacak diye. Ama hayat hain, hemen geliyor sıra Kitab-ül Hiyel’e.

Ve hüzünlü son geliyor. Son kitabımı elime alıyorum. Ne geleceğini bilmiyorum, okumaya başlıyorum ve bu sefer gerçekten it gibi gülerek okuyorum kitabı. Gerçek zekanın pırıltılarının matematik ya da fenle değil espiri ve anlama kabiliyeti ile olacağını biliyorum. İhsan Oktay benim babam olsa ya diyorum, olmadı amcam olsun. Ne bileyim canım, üç beş yakın olsun. Erkeklik organları mı desek, sevişmeler mi, üç başı arzulamak mı desek. İktidar pek önde bu kitapta ve iyi dalgasını geçiyor İhsan. (Böyle adı ile de söyleyince kendimi iyice Hıncal Uluç hissettim.)

İhsan Oktay Anar masalı acı bir şekilde bitiyor, okunacak başka kitap yok. Otursam da ağlasam mı? Kendimi dağlara mı vursam? Fakat bekliyor olacağım yeni bir kitabı. İletişim Yayınları’nın baskı yapması gerekiyor bence “Adam adaaam, sevenlerin kitap bekliyor!” diye. Belki de Anar şu anda bir şeyler yazıyordur evinin bir köşesinde, yeni kitabı için. Uzanıp yanaklarından öpüyorum. Sen yaz, lütfen yaz…

Çanlar Kimin İçin Çalıyor?

05 Pazartesi Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 6 Yorum

Etiketler

A Clean, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı, öznur doğan, dostoyevski, ernest hemingway, Foe Whom The Bell Rings İstanbul Üniversitesi, ihsan oktay anar, kitap incelemesi, kitap okuma yarışması, kitap tanıtımı, maroia, oda yayınları, oznurdogan.com, puslu kıtalar atlası, suç ve ceza, Well-Lighted Place


“For Whom The Bell Rings”, İngilizce söylenişi de insanın ağzında bir tat bırakıyor. En azından benim için öyle. Lise 1. sınıfa giderken bir kitap okuma yarışması yapılmasına karar veriliyor. Edebiyat hocamız beni seçiyor. 10 tane kitap okunacak ve sonra bu kitaplardan test olacağız. Her şey çok güzel fakat henüz kitaba kendimi bu kadar kaptırmış değilim. Kitap listesinde Suç ve Ceza, Puslu Kıtalar Atlası, Çanlar Kimin İçin Çalıyor gibi kitaplar var. Şimdi baktığımda listenin gayet sağlam bir liste olduğunu görüyorum.

İlk olarak hangi kitaptan başlasam bilmiyorum ama daha önce para verip kitap almışlığım yok. Kitapçıya gidilecek bir kitap alınacak, gelinecek. Ben en iyisi gideyim Çanlar Kimin İçin Çalıyor’u alayım diyorum. İlk kitaba paramı Çanlar Kimin İçin Çalıyor’la veriyorum.

Para verdiğim için mi bu kadar çok değerli bilmiyorum ama kitap beni benden alıyor. Ben ilk defa bir kitabı kısa bir sürede tamamen anlayarak ve hissederek okuyorum ve ilk defa bir kitabın sonunda hüngür hüngür ağlıyorum.

Evet öncesinde büyük bir kitap geçmişim yok, ki hala bir geçmişim olduğu söylenemez bir hiçim kumsalda, ama bu kitap okuduğum her şeyden farklı. Ortaokulda öylesine alıp çantama attığım okuyana kadar çantamda kalan kitaplardan farklı. Bu kitap apayrı bir şey.

Robert var, adını aklıma kazıdığım. Bir de Maria var. Kocaman savaşın ortasına Hemingway aşkı da sığdırmış oluyor, acıyı da. Bu yüzden daha çok seviyorum kitabı. Salt bir savaş anlatmıyor çünkü. En büyük savaşların savaş alanlarında değil kavuşamayan iki kişi arasında verildiğini anlatıyor. Köprüleri yıkmanın bazen savaş kazandıracağını anlatsa da insanların kendi aralarındaki “köprü”leri yıkmamaları gerektiğini sezdiriyor.

Hemingway hiçbir şeyi açık açık söylemiyor, sadece seziyorsunuz okurken. Savaşçı bir adam Ernest, Amerikan Edebiyatı’nda okuyacağım daha doğrusu İstanbul Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı seçeceğim aklımın ucundan geçmiyor. Dil bölümünde okumak bile o sıralar pek yakın değil bana. Sonra ben edebiyatı seçiyorum, nefes almayı seçiyorum.

Kısa hikayelerini okuyoruz Hemingway’in birkaç derste, A Clean, Well-Lighted Place’i okuyoruz mesela. Daha da kanım kaynıyor. Sonra hayat hikayesinden birkaç parça bir şeyler öğreniyorum. Cadaloz ailesinden, kardeşlerinden. Karınca sürüleri gibi kendi çıkarlarına bir şey yapmaya çalışan insanlardan.

9. sınıfta ben henüz daha bir şey bilmiyorken, ki hala bildiğim söylenemez bir yıldızım evren, Hemingway benim dostum oldu. Sonrasında Dostoyevski’nin tadına varacaktım. İhsan Oktay’dan ise seneler sonra imzalı kitap alacaktım.

Ve hep en başındadır kitaplığımın Çanlar Kimin İçin Çalıyor;

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...