• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: jared leto

Requiem For A Dream – Bana Bir Şeyler Oluyor

10 Pazar Ağu 2014

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 1 Yorum

Etiketler

A Hard Nut To Crack., bir rüya için ağıt inceleme, Bir Rüya İçin Ağıt, Clockwork Orange, Darren Aronofsky, eroin, eroin nasıl kullanılır, eroin nasıl yapılır, Game of Thrones, Harry, jared leto, Marion, Requiem For A Dream, requiem for a dream inceleme, Sarah Goldfarb, seks partisi, Tyrone


requiem-for-a-dream-jared-leto-izleHayatınızda hiç bir filmi izledikten sonra kusmak istediniz mi? Ben istedim. Requiem For A Dream bittikten sonra sırt üstü yatıp uzunca bir süre mide bulantımı geçirmeye çalıştım çünkü şimdiye kadar hiçbir film sonrası böyle kötü olmamıştım.

Requiem For A Dream’i yaklaşık 3 yıl önce izleme girişiminde bulunmuş ancak neden kapadığımı hatırlamadığım bir sebeple devam etmemiştim. Aslında bu aldığım doğru kararlardan bir tanesiymiş. Darren Aronofsky‘nin yönetmenliğini üstlendiği ve Türkçe’ye Bir Rüya İçin Ağıt olarak çevrilen bu film beni alt üst etti.

Tam da Game of Thrones izlerken araya giren bu biricik film bana “Filmi izlediğim sürede 3 tane Game of Thrones bölümü izlerdim.” dememe neden oldu.

Sebebi filmin kötü olması mıydı? Hayatımdan saatler çalması mıydı?

Bende bu etkiyi bırakan tamamen filmin olması gerektiği gibi olmasından kaynaklanıyordu. Şimdiye kadar izleyip beni asla hayal kırıklığına uğratmayan Jared Leto bu filmde uyuşturucu bağımlısı ve satışçısı olarak karşımıza çıkıyor. Çikolata bağımlısı anne Sarah Goldfarb eşi öldükten sonra yalnız kalmış bir kadın. Her gün oğlu annesinin televizyonunu çalıyor ve satıyor, annesi de gidip televizyonunu geri satın alıyor. Sarah için günler aynı geçiyor, döngü böylece devam ediyor. Her gün aynı programı izleyerek potansiyel bağımlılığının ilk adımını bizler için sergiliyor.

requiem-for-a-dream-bir-ruya-icin-agit

Harry (Jared Leto) kendisi gibi bağımlı kız arkadaşı Marion ile türlü çılgınlıklara imza atsa da onlar için çılgınlık ilk olarak uyuşturucu kullanıcılığından uyuşturucu satıcılığına geçtiklerinde oluyor. Harry ve arkadaşı Tyrone‘un kısa süreli drug dealer king döneminde Harry annesini görmeye gidiyor. Onu çok sevdiği için televizyon aldığını söylemek isteyen Harry karşısında kendisine benzeyen bir kadın görüyor. Televizyondaki yarışma programına katılacağı için kilo vermeyi takıntı edinmiş ve haplara başlamış olan annesi tripte bir uyuşturucu kullancısı gibi dişlerini gıcırdatıyor.

Sarah’nın her gün daha da bağımlı hale geldiği ve bir türlü yenemediği kilo verme arzusunu onun sonunu öngörüyor. Yavaş yavaş Sarah’nın psikolojisinin bozulduğunu görüyoruz. Ortada eroin kalmadığı için yavaştan kayışları koparan Harry, Marion ve Tyrone üçlüsü de buna çare aramaya başlıyorlar.

Filmde izlediğimiz her karakterin backgroundunu ve geleceğini bir araya getirdiğimizde kırık kalpler durağı ortaya çıkıyor. Sarah kocasını seven ancak erkenden kaybetmiş bir kadın. Çikolataları çok seviyor ve hatta onları hissetmeyi bile seviyor. Televizyon bağımlısı ve bir gün televizyonda olabileceği fikri ile yaşıyor. Harry babasını kaybetmiş bir çocuk, uyuşturucu ile ne zaman tanıştı bilmiyoruz ancak herhangi bir yoksunluk durumunda ne kadar ileri gidebileceğini biliyoruz. Tyrone da en az Harry kadar uyuşturucu bağımlısı. Tyrone’nin en çok dikkat çeken noktası ile annesinin kucağına zıpladığı ve annesinin fotoğrafına bakıp üzüldüğü sahneler.

Geçmişte yaşanan kayıplar geleceği şekillendirirken ikame olarak seçilen herhangi bir medyumun özellikle bağımlılık yaratabildiğini ve aslında insanların bu gibi durumlarda bağımlılığa olan yatkınlığını görebiliyoruz.

Marion uyuşturucuyu alabilmek için vücudunu satmayı kabul ettiğinde kendisini kötü hissedip ilk olarak kustuğunu görüyoruz ancak artık bunu da kabullenen Marion son sahnede yaşanan dehşet dolu seks partisinden eve yorgun ancak mutlu dönüyor.

Hayatımın en rahatsız edici sahneleri bu kadar art arda toplanmışken ve beni bu kadar çok etkilemişken değinmek istiyorum. Şimdiye kadar zaten onlarda spoiler verdiğim için ve artık filmi izlemeyenin kalmadığını varsaydığım için açıkça anlatıyorum.

Sarah artık delirip hastaneye kaldırıldığında ve hiçbir yöntem ile yemek yemeyi kabul etmediğinde edinilen alışkanlığın seviyesini görmüş oluyoruz. Kazanılan her obsesif alışkanlığın gelebileceği nokta bizi ürkütüyor. Daha önce Clockwork Orange‘ta gözleri açarak vahşet sahneleri izlemek zorunda bırakılan Alex gibi Sarah da yatağa bağlanıp başından şok verilerek iyileştirilmeye çalışılıyor. Bu bir iyileştirme yöntemi midir yoksa sakinleştirme, beyni durdurma yöntemi mi emin olamıyoruz.

Uyuşturucuları bittiği için bir portakal kamyonunu takip etmeye giden Harry ve Tyrone yolda Harry’nin berbat olmuş kolu için hastaneye gittiklerinde Harry’nin kolunun kesilmesi gerektiğini öğreniyorlar. Aynı zamanda Tyrone da hapishaneyi boyluyor. Uyandığında kolunun kesili olduğunu gören Harry, yerdeki pislikleri temizlemek zorunda olan Tyrone, seks partisinde her türlü şekilde kullanılan Marion son sahnede fetus pozisyonu ile sağına yatarak uykuya, dinlenmeye dalıyorlar.

Son sahne ile aslında insanın ne kadar güçlü ancak ne kadar zayıf olduğunu da görüyoruz. Gerçekleşen tüm olaylardan sonra, yaşanan zorluklardan sonra insan ne olursa olsun yaşayan bir bebek olduğunu hatırlıyor. Fetusa geri dönüp o sakin dünyada hayatına devam etmek istiyor. Çünkü henüz fetustayken televizyona çıkma, uyuşturucu kullanma, uyuşturucu için vücudunu satma gibi şeyler mevcut değil. Orası sakin ve dinlenmesi en güzel yer. Orası dünyanın neredeyse en korumalı alanı.

Film bittiğinde allak bullak olan bünyeniz ile neler yapabilirsiniz bilmiyorum. Hızlı geçen sahneler, insanı rahatsız eden kareler ve yüksek müzik sesle acaba bu filmi sinemada izleseydim nasıl hissederdim diye düşünmeden edemedim. Benim için film dünyasında demir leblebi olarak adlandırılabilecek en önemli filmlerden bir tanesi. Yedim ancak yutamadım. Bu yüzden belki de ben de fetus pozisyonu alıp midemdeki ağrıların geçmesini bir süre bekledim.

Yazıyı bitirmeden önce son olarak hakkını vermek zorunda olduğum bir nokta daha var. Bu da dört karakterin de içinde yaşadığı her hissi doğrudan hissedebiliyor olmanız. Sarah’nın üzerine gelen ve ara sıra patlayan buzdolabının yanı sıra çınlayan kulağını bile hissetmek mümkün. Marion biraz daha geri planda kalsa da uyuşturucu bulabilmek için evi talan etmesi sırasında empati gösterip bir an önce bulmasını diliyoruz. Harry kolunu her gösterdiğinde kendi kolumuz uyuşuyor ve bu acının nasıl geçebileceğini düşünüyoruz. Sarah elektrik şokları ile tedavi edilmeye çalışıldığında ise dişlerimizi sıkıp o anın bir an önce bitmesini istiyoruz.

Tüm bu duygular ile birlikte Bir Rüya İçin Ağıt, bir hayat için ağıta dönüşüyor. Karakterlerin sahip olamadığı ancak sahip olmalarını istediğimiz, daha temiz bir hayata ağıt haline geliyor.

Kendi döngümde tekrar yazımın başına dönersem, filmi izledim mi? Evet.

Filmi tekrar izler miyim? Asla, hayır!

Film başarılı mı? Vermesi gereken tüm duyguyu verdiği için, evet.

Filme katlanabildin mi? Zannetmiyorum.

 

A Hard Nut To Crack.

 

 

Lord of War

25 Pazartesi Şub 2013

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

9gag, afrika, amerika, andre baptist jr, arms dealer, based on a true story, brazil, ian holm, intertexuallity, jared leto, kareem said, kurtzman, lord of war, matchstick men, metinlerarasılık, motorcycle boy, mr nobody, nicolas cage, oz, rambo, rumble fish, rusty james, silah tüccarı, simeon weisz, tom waits, ukrayna, yuri orlov


lord-of-war-poster

Nicolas Cage’i sevmeme gibi bir moda türedi son zamanlarda. Bundan iki yıl önce kimsenin çıkıp da “Abi ben Cage’i sevmiyorum ya!” dediğini duymamıştım. Hep 9Gag sağ olsun, genel bir algı yaratıp bizi ona uydurur hale geldi. Aslında yalnız olmadığımızı hissettirdiği için ona çok şey borçluyuz ancak garip şekilde insanlardan da uzaklaştırması söz konusu.

Nicolas Cage’i Matchstick Men ile seven birisi olarak arkadaşımın tavsiyesi üzerine Lord of War’ı indirip izledim. Birden fazla göndermeye sahip, deyim yerinde ise intertexuallitysi ile insanı mutlu eden bir film Lord of War. Hele Oz’u izlediyseniz ve oradan tanıdık birini görmek sizi şaşırtacaksa hemen söyleyeyim Kareem Said karşımıza çıkıyor. Çok fazla spoiler vermiş olmadım hemen harala gürele sesleri gelmesin.

Lord of War dünya üzerinde var olan ve var olmaya devam edecek savaş sektörünün hangi yollar ile beslendiğini, kimlerin nasıl görev aldığını, ülkelerin kimleri maşa olarak kullandığını ve bu ülkelerin savaş sektörüne dair düşünlerinin neler olduğunu açıklıyor. Aslında aşina olduğumuz bir konu ancak biz işin içinden “Bunlar Amerika’nın oyunları!” deyip çıkmayı sevsek de Yuri Orlov adı ile çok farklı kimliklerin işin içine girdiğini görebiliyoruz.

lord-of-war-nicolas-cage-izle

Film başladığında yeni yapılan bir kurşunun peşinden hikayeye başlıyor. Kurşunun ilk damgası vurulduğunda yer Ukrayna, bir sonraki sahnede ise Afrika’da buluyoruz kendimizi. Lord of War’ın gerçekleri anlatıyor oluşunun da birbirinden farklı nedenleri mevcut. Daha önce de belirttiğim gibi var olan gerçekleri anlatsa da “based on a true story” hesabı, gerçek kişilere gönderme yaptığında ve hatta onları anlattığında işin rengi değişiyor. Yuri Orlov karakteri genel itibari ile tarihin en büyük silah tüccarlarından olan Viktor Bout’u temsil ediyor. Para kazanmanın en doğru ve hızlı yolunun silah tüccarlığını anlayan Yuri’nin çok zengin olup hayalini kurduğu kadına bile sahip olmasının hikayesi. Aynı zamanda insanların dillerine, dinlerine ve ırklarına bakılmadan yalnızca devlet ve politika çıkarları için yok edilebilmesinin, silahlar ve savaş endüstrisinin insanlar üzerinde denenmesinin, paranın ve gücünden gidilmesi sırasında ezilen insanların değersizliğinin ve sevdiklerini ego ile hareket etmesi sonucu kaybetmenin filmi Lord of War.

Daha önce hangi filmde bu konuya değindiğimi hatırlamamakla birlikte intertexuallity yani metinlerarasılık söz konusu olduğunda beni kalbimden vurmuş oluyor senarist ve yönetmen. Film boyunca dikkat çeken 3 önemli referans var. İlki Tom Waits abimizin de boy gösterdiği Rumble Fish’ten. Rumble Fish’te müthiş gencerek ve çirkin olan Nicolas Cage “Why? Why? Why? Why” dediğinde Rusty James ile Motorcycle Boy arasındaki konuşmaya gönderme yapmış oluyor.

İkinci gönderme Andre Baptist Jr’ın Rambo silahı istemesi. Yuri’nin ise ona hangi filmdeki silahını istediğini sorması.

Üçüncü gönderme bir kere izleyerek anlaşılabileceğini düşünmediğim Brazil’den. Nicolas Cage Ian Holm ile konuşurken Kurtzman adında birisinden bahsediyor. İşte bu Kurtzman denen arkadaş Brazil’de Ian Holm’un canlandırdığı Kurtzman.

Filmi sevmeniz için bir önemli noktayı da şu anda söylüyorum, Ethan Hawke. Bu kez manyak adam rolünde olmaması da ilgi çekici tabii ki. Bildiğimiz deli Ethan, bu sefer polis olarak takılıyor Cage’in peşine.

Filmde Yuri Orlov’un sözlerinin altını çizmek hatta onları gerçek hayatta kullanabilmek istiyorsunuz. Bir yandan var olduğu ekosisteme nefretlerinizi sunarken bir yandan da bunu değiştirmek için elinizden bir şey gelmeyeceğini bildiğiniz için çaresiz haklı buluyorsunuz. Silah tüccarları ne zaman haklıdır? Ne zaman haksızdır ve bu iş ne kadar etik ya da etik değildir? Lord of War size bunların sürüncemesini sunuyor.

“Yuri Orlov: There are over 550 million firearms in worldwide circulation. That’s one firearm for every twelve people on the planet. The only question is: How do we arm the other 11? “

“Yuri Orlov: I sell to leftists, and rightists. I sell to pacifists, but they’re not the most regular customers. Of course, you’re not a *true* internationalist until you’ve supplied weapons to kill your *own* countrymen. “

“Andre Baptiste Sr.: They say that I am the lord of war, but perhaps it is you. 
Yuri Orlov: I believe it’s “warlord.” 
Andre Baptiste Sr.: Thank you, but I prefer it my way. “

“Simeon Weisz: Bullets change governments far surer than votes. “

“Yuri Orlov: Selling a gun for the first time is a lot like having sex for the first time. You’re excited but you don’t really know what the hell you’re doing. And some way, one way or another, it’s over too fast. “

“Yuri Orlov: “beware of the dog”? You don’t have a dog. Are you trying to scare people? 
Vitaly Orlov: No, it’s to scare me – remind me to beware the dog in me. The dog who wants to fuck everything that moves, wants to fight and kill weaker dogs. “

Edit: Jared Leto’dan bahsetmediğim için kendimden şu anda utandım. Mr.Nobody’nın boncuk gözlü abisi Jared oyunculuğun üstesinden geldiğini bu filmde sağlam bir şekilde gösteriyor.

Lord Of War Trailer

Mr. Nobody / Bay Hiçkimse C) Hepsi

16 Pazartesi Tem 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, bay hiçkimsi, butterfly effect, diana kruger, jared leto, kaos teoremi, kuantum fiziği, maroia, münir göle, mr nobody, oznurdogan.com, tezer özlü


Film izlemek ve kitap okumak dönemsel aktiviteler halinde yer alır hayatımda. Bir dönem yüklü miktarda kitap okur, gözlerim kızarana ve sulanana kadar sayfaları kapatman. Bir dönem ise art arda 5 filme kadar çıkabilirim.

İş hayatıma yaklaşık 3-4 haftalık ara verdiğim bu dönemde tabii ki de boş bırakamazdım kendimi. Hemen Tezer Özlü’yü bitirip yeni bir Münir Göle kitabına başladım. Bir yandan da yeni filmler indirmeye koyulacaktım ki zevkine güvendiğim, şimdiye kadar bana tavsiye ettiği hiçbir filmde yanılmayan arkadaşım Mr.Nobody’i tavsiye etti. “İlk on dakikası çok karışık gelebilir.” gibi küçük çapta bir itlik yaptıktan sonra filmi izlemeye başladık.

İlk başta gerçekten sersemletici bir etkisi vardı. Bilimsel açıklamalar ile başlayıp durmadan ölen, yaşayan, küçülen ve büyüyen bir adam. Kimse “Benim aklım karışmamıştı ki!” demesin. Yemezler. Sevgili beyinciğimin hızla çalıştığını hissediyordum. Sürekli yeni sorular sorarak. Fakat sonra sorgulamayı bıraktım. Ne zaman çok fazla düşünürsem o kadar konudan uzaklaştığımı hatırladım. İzlemeye koyuldum. Uzun zamandır film izlemediğim için bir özlem duygusu ile takip ettim.

Mr.Nobody her ihtimalde yaşayabilen fakat  aslında yaşamayan bir adam. Hiçkimse, çünkü herkes. Film tamamen bu minvalde ilerlerken ve yüz binler olasılığı siz kendiniz de göz önünden geçirmeye başladığınızda zaten film amacına ulaşmış oluyor. En ufak bir hareketin bile yüzlerce nesneyi ya da olayı etkileyebildiğini düşünürsek (Butterfly effect) ve benim sınırlı aklımın bir süre sonra amele olduğu kuantum fiziği gibi olaylara gelirsek karşımıza bir kelime çıkıyor: ihtimaller.

Hangi ihtimali yaşamak istediğinize siz karar verirsiniz ya da karar vermeyerek bir karar vermiş olursunuz. 9 yaşındaki bir çocuğun ihtimaller denizinde 118 yaşına kadar yaşamak da varken 34 yaşında bir araba kazasında ölmek de var. Eğer mümkün kılınabilirse -ki şu anda olmadığını da iddia edemeyiz- aynı anda birden fazla ihtimalde yaşıyor da olabiliriz.

Geçmişi hatırlayabilirsiniz fakat geleceği hatırlayamazsınız tezi de bu yolla çürümüş olabilir. Gelecekten dönüp de kendine bir mesaj bırakmak bile mümkün. Kendi ihtimallerimizi baştan yazabilir, belki de ölümsüz olabiliriz!

mr-nobody-bay-hickimse-izle

Mr.Nobody bittiğinde aklımda birden fazla düşünce vardı. Birincisi filmin duygusal ve romantik yanı. Seçenek ne olursa olsun en doğru aşkı yüzlerce farklı şekilde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu hemen merak ettim. Şu anda neler yaşardım ki acaba? Hangi ihtimaller üzerine tasarlayabilirdim hayatımı?

İkincisi tabii ki de hayatımdaki tercih boyutu. Acaba en ufak bir hareketim hayatımda kimleri yok etti, kimleri ekledi, benim dışımda kaç kişiyi etkiledi? Örneğin bir alışveriş merkezinde son bedenini ben aldığım için bir eteğin, bir başka kişi nelere katlanmaz zorunda kaldı? Ah bu ben.

Filmin görselliği ve müzikleri de bir o kadar doyurucuydu. Sahnelerin gerçekçiliği, müziklerin akıp gidişi, renklerin canlılığı ve o minnak veletlerin güzelliği! Ölesiye güzel çocukları nasıl buldunuz ve Unutuş Melekleri’nin dudağımızın üzerine bıraktığı unutuş çizgisini nasıl hayal edebildiniz? Sorular sorarken yoruluyorum…

Mr.Nobody, son 20 dakikası ile hayatın şeridini gözlerimizin önünden geçirebilecek kapasiteye sahip bir film. İzleyiniz, izletiniz.

Birkaç küçük alıntı:

Young journalist: Everything you say is contradictory. You can’t have been in one place and another at the same time. Of all those lives, which one is the right one?
Nemo Nobody aged 118: Each of these lives is the right one! Every path is the right path. Everything could have been anything else and it would have just as much meaning.

——

Nemo Nobody aged 118: It should be written on every schoolroom blackboard: life is a playground or nothing.

Mr. Nobody – Bay Hiçkimse Trailer

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...