• Hakkımda
  • Yazılarım

Öznur Doğan

Tag Archives: kitap tanıtımı

Henüz Vakit Varken Nazım

01 Salı May 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Akın var güneşe akın, analog fotoğraf makinesi, öznur doğan, Bedrettin Destanı, Bir Ayrılık Hikayesi, Bir Cezaevinde Tecrittteki Adamın Mektupları, Cemal Süreya, Ceviz Ağacı, Dünyanın En Tuhaf Mahluku, Fazıl Say, Ferhan Şensoy, futurizm, Gülhane Parkı, genco erkal, Henüz Vakit Varken Gülüm, istanbul üniversitesi, Kerem Gibi, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, Mavi Gözlü Dev, memleket meselesi, Memleketimden İnsan Manzaraları, nazım hikmet, nazım hikmet ran, oznurdogan.com, Yaşamaya Dair


Henüz vakit var be Nazım! Ne olursa olsun seni anlamaya, okumaya ve senle olmaya. Henüz vakit var yani her şey için. Sen de umutla beklemiştin öylece bakabilmek için gökyüzüne ve maviye.

‘Dilim temizce‘ dediğin yaş 17’nin ilerisiydi. Anlaşılırdın işte bu yüzden hep sonrasında. Neler yazmadın ki şimdiye kadar? Memleketi yazdın, aşkını ve kadınını yazdın, kadınları ve erkekleri yazın, aşkı ve sevgiyi de.

‘Kırmızı yürek‘ler derken bizden bahsediyordun bence, “Akın var güneşe akın! Güneşi zaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!“. Çok önceden sen söylemiştin ‘güneşli günler‘ göreceğimizi. Ya da güneşli günler için umut etmeyi öğretmiştin. Biliyordun, Öngöre-biliyordun.

Makinelerin seslerini duymak gibi bazen şiirlerini okumak. Belki biraz ‘cilala – parlat ‘. Tek tek sesler, tek çift sesler, tek tek tek çift tek çift sesler.

“Çıkıyor kayık

iniyor kayık

çıkıyor ka…

iniyor ka…

Çık…

in…

çık…”

Kerem Gibi‘ydi Aslı’ndan çok uzakta bir makine nüshasında;

“Hava kurşun gibi ağır!!

Bağır

bağır

bağır

bağırıyorum.”

Mavi gözlü bir dev oluyordun bazen, minnacık bir kadın seviyordun. Hanımeli kokuları da vardı etrafınızda; mis gibi. Erkek ile kadın konuşuyordu bir sonraki şiirde: Bir Ayrılış Hikayesi

Erkek kadına dedi, kadın sustu.

“SARILDILAR

Bir kitap düştü yere…

Kapandı bir pencere…

AYRILDILAR…”

Ve karına gerçekleri seslice, şiirce söyleyebiliyordun;

“Yaşarsın karıcığım,

kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;

yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı

en fazla bir yıl sürer

yirminci asırlarda

ölüm acısı.”

Bedrettin Destanı‘nda son süratte kareler geçiyordu gözümüzün önünden. 22 saniyede bir çekim yapan analog fotoğraf makinesi gibiydi şiirlerin:

“Boynu daha

vurulmadı

vurulacak.”

Kadın ne kadar önemliydi ve belirliydi senin için. Yerini biliyordun kadının toplumda. Nerede olduğunu ve nasıl olması gerektiğini de yine sen biliyordun. Anadolu topraklarında neredeydi ki kadının yeri? Şöyle diyordun bu yüzden;

“Gece aydınlık ve sıcak

ve kağnırlarda tahta yataklarında

koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar

birbirinden gizliyerek

bakıyorlardı ayın altında

geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekeler ölülerine.

Ve kadınlar,

bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri,

ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

anamız, avradımız, yarimiz

ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

ve soframızdaki yeri

öküzümüzden sonra gelen.”

Mapusluk ne demek, neler düşünür Tecritteki Adam ve ne anlatır Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları? Yaşama dair ön önemli göndermeleri yapardın bu yüzden; istemesen de. Yaşıyordun çünkü. Sendin o tecritteki adam. İhtiyaç ve duyguların ne yönde aktığını kağıda;

“Ve tıpkı o eski

acıklı hikayelerdeki

yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,

mavi gözleri ıslak

kırmızı, küçücük burnunu çekerek

senin bağrına sokulmak istiyor.

Yüzümü kızartmıyor benim

onun bu an

böyle zayıf

böyle hodbin

böyle sadece insan

oluşu.”

Sayfalar ilerledikçe Henüz Vakit Varken Gülüm’de, vaktim de vardı daha okumaya ve görmeye. Tanıdık yüzler ve sesler geliyor aklıma. Güzel hatıralar ve Genco Erkal. İstanbul Üniversitesi Kurul Odası’nda sorduğum soru geliyor ona. “Ferhan Şensoy ile ortak olan ve ayrılan noktalarınız nelerdir?”

http://www.youtube.com/watch?v=dRAcPSU5Zc4

Dünyanın En Tuhaf Mahluku insan oluyor Nazım’ın yazısında ve Genco’nun sesinde. Sonra Fazıl Say’ın piyanosundan çıkan Genco Erkal ve Zuhal Olcay’ın sesiyle Yaşamaya Dair. Nasıl yaşayacağımızı, yaşamamız gerektiğini söylüyorsun.

Daha sonra Cemal Süreya’da da göreceğim bir Vasiyet var ortada. Öyle çok bir şey istemiyorsun vasiyetinde.

“Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni

ve de uyarına gelirse,

tepemde bir de çınar olursa

taş maş da istemez hani…”

Ah işte böyle içten ve az sözlü, çok hisli, toprak gibiydi her şiirin.

Ceviz Ağacı oluyordun sonra birden. Kimse farkına varmıyordu senin. Gülhane Parkı’ndaydın. Polis de farkında değil jandarma da. Cem Karaca seni anarak, seni soluyarak söylüyordu:

Ve son olarak Henüz Vakit Varken yani Gülüm,

“…

Paris yanıp yıkılmadan,

henüz vakit varken, gülüm

yüreğim dalındayken henüz,

ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri

Volter Rıhtımı’nda dayayıp seni duvara

öpmeliyim ağzından…”

Aşkı öğretmedin mi? Memleketi ve meselelerini mi? Seçmek ne zor şiirlerin arasından. Ne zor seni yalnızca kitaplardan tanımak. Taş maş da istemezdim oysa ki vasiyetimde, çok şiirden ölmeden önce.

Klasikleri Niçin Okumalı?

30 Pazartesi Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

Çehov, öznur doğan, Balzac, Carlo Emilio Gadda, Cesare Pavese, Charles Dickens, Conrad, Eugenio Montale, Fitzgerald, Francis Ponge, Gerolamo Cardano, Giammaria Ortes, Gogol, Hemingway, Henry James, Italo Calvino, Kafka, Kemal Atakay, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, Klasikleri Niçin Okumalı, Ksenophon, Manzoni, Mark Twain, maroia, Maupassant, Odysseia, Orlondo Furioso, Ovidius, oznurdogan.com, Puşkin, Robert Louis Stevenson, Robinson Cruose, Stendhal, Svevo, Tolstoy, yapı kredi yayınları


Uzun zamandır  bir kitabı okurken yorulduğumu hissettim. Neden? Çünkü beynimi daha çok kullanmak zorunda kaldım. Bilmediğim terimler, isimler, cisimler. Klasikleri Niçin Okumalı? beni çok güzel tarumar etti. Fakat azimle okuyan kitabın sonunu görür. Ben de gördüm.

Italo Calvino sadece bir hikaye yazarı değil, deneme yazarı da. En beğendiği kitapları mercek altına almış, kült kitaplar ve önemli yazarlardan şairlerden derlemeler sunmuş. Her şey ilk başta çok güzel görünmüştü gözüme. Bir tatlı gelmişti Italo amca. Neden mi? Şöyle bir arka sözü vardı çünkü kitabın;

Öncelikle Stendhal’i severim, çünkü yalnızca onda bireysel ahlaki gerilim, tarihsel gerilim, yaşam atılımı bir bütün oluşturur: Romanın çizgisel gerilimidir bu. Puşkin’i severim, çünkü berraklık, ironi ve ciddilik demektir. Hemingway’i severim, çünkü yalınlık, abartısızlık, mutluluk arzusu, hüzün demektir. Stevenson’u severim, çünkü sanki uçar. Çehov’u severim, çünkü gittiğinden daha öteye gitmez. Conrad’ı severim, çünkü derin sularda seyreder ve batmaz. Tolstoy’u severim, çünkü kimi zaman “hah, şimdi anlıyorum nasıl yaptığını” duygusuna kapılırım, oysa bir şey anladığım yoktur. Manzoni’yi severim, çünkü düne kadar nefret ediyordum. /…/ Gogol’u severim, çünkü açıkça, kötülükle ve ölçüyle çarpıtır. Dostoyevski’yi severim, çünkü tutarlılıkla, öfkeyle ve ölçüsüzce çarpıtır. Balzac’ı severim, çünkü kâhindir. Kafka’yı severim, çünkü gerçekçidir. Maupassant’ı severim, çünkü yüzeyseldir. Mansfield’i severim, çünkü zekidir. Fitzgerald’ı severim, çünkü halinden memnun değildir. Radiguet’yi severim, çünkü gençlik geri gelmez bir daha. Svevo’yu severim, çünkü yaşlanmak da gerekir…

Fakat işin yüzü sonra değiştir. Odysseia, Ksenophon, Ovidius, Robinson Cruose, Stendhal, Balzac, Charles Dickens, Mark Twain, Tolstoy, Henry James, Hemingway ve Cesare Pavese hep bildiğim yerlerdendi. Hoca soru sorsa buralardan; 3 ya da 5 ya da 10 şey söylerdim hepsine dair. Ama…

Orlondo Furioso, Gerolamo Cardano, Giammaria Ortes, Robert Louis Stevenson, Carlo Emilio Gadda, Eugenio Montale, Francis Ponge girdi işin içine. Yeni bir şeyler öğrenmenin güçlü hevesi ve okuduklarıma yetişemem kırgınlığı arasında gittim geldim bu kitapta.

Sanırım  yapmam gereken şey bahsedilen tüm yazarları dipli başlı okuduktan ve öğrendikten sonra tekrar dalmak Klasikleri Niçin Okumalı?’ya. (Pek sanılacak bir durum da yok aslında, normal olarak yapmam gereken şey bu.)

Bu kitabı sıradan bir “Ölmeden Önce 100” kitabı gibi görmemeniz gerekiyor. Hatta sizin klasik deyip ilahlaştırdığınız çoğu kitaptan bahsetmiyor. Bu kitap ‘klasikleri’n neden klasik olduğunu da araştırmıyor. Varlığının su götürmez olduğu kitapları hangi kategoriye alsak sansırısı da yaşatmıyor. Italo Calvino kendi klasik listesini inceliyor, onlara dair fikirlerini ve incelemelerini açıklıyor.

Böyle engin bilgi karşısında tabii ki de kitap bana bir beden büyük geliyor. Bu söylüyor olmanın hem samimiyeti hem de üzüntüsü içindeyim şu an. Hala kendimi çok gerilerde, çok geç kalmış hissediyorum. Ne zaman yetişeceğim şu edebiyat trenine?

Ve bir de son olarak Kemal Atakay’a çevirisinden dolayı teşekkür ediyorum. İnsan bu bilgilere sahip olmadan sıttin sene geçse çeviremezmiş bu kitabı. Saygılar.

Unfurl

30 Pazartesi Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, katatonia, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, unfurl


fora et
edebildiğince şarkıyı
ki cevap verebilsinler sana.
bir şarkı!
ne kadar yakın oluyor insana
sabah
soğuk
nefesin önce buhar oluyor
sonra buz
gri bulutlar
donuk-durmuşlar.
dinlemek, beklerken.
beklemek bir de ne farklı şey.
felç-sin
feci derecede.
misin ? ki olsan da!
derime işliyor şarkı
giriyor bedenimden içeri
abise ulaşıyor ilk
boğulmak
boğmak kendini
bir şiirde
ya da şarkıda
hem de unfurl.
skinless
paralyzed.
öl/sek yani şimdi.
un-furl..

14.3.2010 22:02

The Fall’a Özenen Fotoğraf

30 Pazartesi Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

ay, öznur doğan, düşüş, gece, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, objektif, oznurdogan.com, the fall, Yıldız, zündüg


Gecenin bir karesinin, makinenin objektifine düşüş’ü ile düşlerin canlanması anına değiyor hikayenin başı. Gece karanlık her yer, gecenin karanlık olduğunu söylemenin gereksizliğine takılmadan devam ediyor cümleler ay ışığına doğru yol almaya. Sadece bir anlık bir görüntü değişimi, bir güzel anı yakalamak hayattaki, işte elini titreten şey bu oluyor hayat fotoğrafı çekenin.
Düş’üyor, düş’erken düş’menin ne demek olduğunu bilmiyorcasına ve sanki evet tam da bir yıldırım gibi aşağı doğru iniyor. Bir şeyleri doğurmak için, yaratabilmek için. İlk düş’üş aklına geliyor insanoğlu’nun. Düş’ünü kurup düş’üşün, düş’üvermesi dünya’ya insanın. Aynı görünen kare gibi hayatın minik penceresindeki, düşüyor evet kendi düşüşüne.
Gece, eceg ve zündügü peşinde taşıyor, yok etmeye çalıştığı düşüş anını yine bir kare kareliyor dörtgence bir pencereye. Bir yıldızın intiharına tanık olmak demek bu yaşananlar. Bir ay’ın kendi halinden sıkılıp yıldız olmaya çalışmasının anlatımı bu belki de. Aynı şekilde her şey.

düş’mek istiyor ondan insan
düş’üşe inat
bir düş’e.
ve o düş’ün ardından
kovalamak istediği düşü
bir ay’a yüklüyor,
yıldız olsun diye.

ben de az e.e.cummings değilmişim

29 Pazar Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Amerikan Kültürü ve Edebiyatı, öznur doğan, e.e.cummings, edebiyat, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, şiir


kelime*n yarısını çalıyor karanlık
b**lki de tümünü
ben yine tamam***nmamış
devam ediyorum/
-(e)miyorum
susuyorum
sustuğumu söylemediğim için de
y****zabiliyorum
muyum?

incomplete…

29.8.2010 23:09

Eskiden Bir Esinti, Tarih: 02.06.2011

29 Pazar Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

10000 days, anathema, angelica, öznur doğan, brena, glen hansard, katatonia, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, lateralus, marketa, maroia, maynard james keenan, once, oznurdogan.com, teargas, tool, vicarious


kalıplar içinde kaldım, sıkışıyorum.

nasıl bir ses bu..

ne bir nokta kadar keskin ne de üç kadar belirsiz.

sinirli insanım özz’ümde. demiş miydim?

if you want me, satisfy me demiş marketa.

gaipten iki ses bugünün hasılatı. yaklaşıyorum.

uykuyu reddediyorum, bakalım o da beni reddedecek mi?

Anathema’nın mesela Angelica şarkısı benim için yazılmış olsa, ben Angelica olsam. aranıyor olsam şarkıda. takıntılar misal, özgürlüğe…

bir şarkıyı size kim katarsa onunla yaşlanıyor şarkı da. Angelica, Vicarious..

psikolojisi bozulmuşcasına üç nokta ve iki nokta kullandım, dikkatimden kaçmadı.

son seste müzik dinlemek ve hala hissedememek.

10,000 days in the fire, yüksek ses on numaradır. kulaklık.

başlar göğe eriyor.

10.000days ardı lateralus.

uyumak yok, uyku yok, uyu.
şarkı içimde dalgalanyor, mynard’ın istediği gibi tıpkı.

teargas in my eyes.

bu da güzel çıktı, adam yanılmıyor beyler.

bir gün oturup kısıtlı beynimle tool’un tüm şarkılarını analiz edeceğim.

mesela aydın kelimesini kimin için kullanacağın bir sorunsa işe mynard’dan başlayabilirsin genç adam, bu da onun eli. öp.

şimdi bir ada hayal et, tüm suları tüm kaynakları iyileştirsin seni. brena olsun adı adanın. senin de adın öyle olsun, iyileştir tüm yaralarımı.

Wings For Marie / 10000 Days

26 Perşembe Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

10000 days, öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, maynard jams keenan, mephisto, oznurdogan.com, tool, tool new album, wings for marie


sahneler bölünüyor
parçalanıyor şimdi
dökülen birkaç yaprağa eş değer
söylediğim sözlerin hepsi de
parçalanmaya hazırlar
sırtımda hissettiklerim
ve beni bir yerlere çıkartacak olanlar
hazır olduğum
çıkarıp vermeye
-enna-ye.
tut ya da tam boynumdan
eğer bir yere gidilecekse
ve bu bir yolculuk olacaksa
melekler ile konuşmaya
yalnız bırakmayacağımı biliyorsun değil mi?
bu gece tanrı’nın içkisine
bir damla kendi ruhumdan
katacağım ki
mephisto ile konuşabileyim
senin ruhuna kendi ruhum.

ve bu gelen ses,
duymaktan çekinmediğim ve duyurmaktan
yapabileceğim / yapmak istediğim
şeyin gerekçesi
duyurabilmek için sana.
senin için yani
sırtımda duranlar ve hemen feda edebileceğim.

5.2.2011 23:58

—

sakince elin pencerenin yanına gelir, içerisini de dışarısını da
biraz puslu gösteren pencere
gözüne çarpan ilk ışıklar
bir yanıp bir sönmekte
oh, what are they going to do when the lights go down
without you to guide them all to zion?
kaldırmak istiyorsan elini, tam da şu anda kaldıracaksın ki
görebilsin seni seslerin arasından
tam 27 yıl
içinde taşıdığın kan köpüğü
nefretin hayata karşı
ve o’nun yaşama tutun/amayışı/uşu
kayıp gidecekken ellerinden
bir neşter keskinliği hissettiğin
ilik ve bileklerinde
kesmek ve yok etmek istemen her şeyi
ve sen hala dışarıdasın
bana doğru bakışın, ve gözlerin de
bir aynalı cam sanki, kendime döndüren beni
bitmesin istediğin şarkını
söylerken ve dinletirken bana
ses geliyor kulağıma
i’ve come home now
elin hala cama yakın
ve düşmeye hazırsın
dalacaksın camdan içeri baktığını sanarak
kurtarıcı bir ilaç ya da bir söz
gün- saat- dakika – saniye
tik / tak

gözlerinin kapandığını görüyorsun,
tamamen kapalı hayatı
görmeye alışık olduğun ışıklar
ve şimdi yoklar.
bir yıldızın infilakına tanık oluyorsun
bir karadelik oluyor her şey
bir yıldız yok oluyor
yanındaki minik yıldız ile.
görmeye alışık olduğun
yanıp sönen ışıklar
sabit bir ışığa dönüyor.
tam ortasındaki ışık ise, yükseliyor yavaşça.
kanatlarını görüyorsun sonra!
kanat…
give me my wings!

5.2.2011 23:57

Çölde Çay’ı Hatırlıyor Musun?

25 Çarşamba Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

çölde çay, öznur doğan, k dergisi, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, tanca


Bir kadın. Güzel bir kadın. Sevilmenin ötesinde bir şeyleri hak eden. Zeki, ince, seksi, bilgili, saygın mizaçlı; alabildiğine kendine has ve bir o kadar da yakın.

Bir adam. Etkileyici, erkekliğin ancak tecrübeyle edinilebilecek erdemlerine sahip, çekici ve biraz alaycı. donanımlı, zevk sahibi ve tutkulu.

Aşk. Kelimelerin anlamlarını ağdalı bir şehvetle kazandığı ve akabinde kifayetsizleştiği, dehlizlerinden bilinmezlik fışkıran yegane liman. Uçsuz bucaksız bir çöl ve esrar dolu geceler.

Bir kent. Işığından ve karanlığından şehvet dalgaları süzülen ruhani bir mekan. Herkül’ün bağrına bastığı ante’nin aşk eylediği, ebabil kuşlarının kuzeyin uçsuz bucaksız ovalarından taşıdıkları topraklardan kurulmuş; günahkar yazarların büyülü cenneti, kolay aşkın, karanlık ve gizemli gecenin, esrarın aryalı çağrısında sarhoş olunan, her hücresinde şehvet dumanlarıyla boğan mistik şehir, Tanca.

Hayal ürünü bir dünya yaratmak için gereken her türlü zihin kamçılarının su ve hava gibi etrafta fink attığı hayal şehir…  Ve belirsizlik ve coşku ve mutsuzluk ve aşk… Ve birbirine sürgün iki yabancı… Ve çelişkiler, alabildiğine tutarsız, cevapsız… Ve hayat, sonsuza kadar yaşanmaya devam edecek gizemli bir yolculuk…

Aksi, tersi çelişkili, riyakar olan hayat değildir. Alabildiğine düz, pazarlıksız ve açık seçiktir onlar. Huzursuz olan, dolaylı olan, çelişkili olan insanlardır. Tek bedene iki yabancı hapseden varlıklar, yani biz insanlar.

İçimizde bir yabancı yaşar hepimizin, derinlerde, hiçbir zaman yanıbaşına kadar sokulamadığımız, tam olarak tanımlayamadığımız o metruk derinlerde, ona en yakın hissettiğimiz zamanlarda bile kendimizi ona ya da onu kendimize teslim edemeyiz. Bir mücadeledir gider, kimsein duymadığı şimşekler çakarken ve kimsenin fark etmediği damlalarla ıslanırken, biz kendimizi içimizdeki yanacıya tam anlamıyla ait hissedemezken. Böylece tek bedende iki yabancıya dönüşürüz, birbirinden uzak, kopuk, farklı, ama birbirine mahkum ve sonsuza kadar birbirine sürgün.

İşte bu yüzdendir hayata, aşka, sevgiye, mutluluğa ya da yalnızlığı karşı dengesiz oluşumuz, bu yüzden tutarsızlıklarımız olur, kendimizle çelişiriz, içimizdeki yabancıyla çelişiriz, hayatla, kararlarla ve aşkla çelişiriz. Çelişkiler yaratırız tek bedene hapsolmuş iki yabancı sebebiyle.

Biri durmak isterken diğeri gitmek ister, biri sevmek isterken diğeri kaçmayı tercih eder. Biri dürüst ve samimiyken öteki karmaşalarla, esrarengizliklerle, şamatalarla ve yalanlarla bezenir. Biri kıymet bilirken diğeri acımasızdır, biri şefkatliyken diğeri şehvetlidir. Biri tanrı’ya inanırken, diğeri şeytana satar kendini. İşte bu yüzden yaşarız ve bu yüzden aşık oluruz, ağlarız, kahkahaya boğuluruz, neşeyle dolarız, kedere boğuluruz. Bu yüzden içki, tütün içer ve sırf bu yüzden sağlığımıza dikkat ederiz. İçimizde yaşayan yabancıyla birlikte tek bedende iki yabancıya dönüşürüz. Birbirinden uzak ve sonsuza kadar birbirlerine sürgün iki yabancıya. Bu da bizi çelişkili, yaratıcı, coşkulu, çekici, seksi, şehvetli yapar. Aynı bedende yaşayan iki yabancıya yani bir insana dönüşürüz. Bazen iyi bazen de kötü ama hep huzursuz, tedirgin, çelişkili yaratıklara.

K Dergisi’nden alıntıdır.

Vekaleten Yaşıyorum

25 Çarşamba Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, tool, tool album, vicarious, vicariously


aşmak, aştırmak, yükseltmek, yüceltmek.
vekaleten anlamı mı var sanıyordun?
ve şimdi yüzünüzdeki pis gülümseme
bu velaketten sebep.
maynard bağırıyor,
and i need to watch things die
hem de nasıl..
boğazınızda duran nokta
tool noktası
çıkış noktası
ölüme yaklaşma noktası
sonra parmaklarınızdan batırılan iğneler
şarkı
tekrar ve tekrar
vicarious
kelime kelime / bölüyor seni
böl/mek
bölümötesi.
vicarious
senin araf’ın
10.000 days ile lateralus arası
sessizce kalışın
parabola’ya dokunamayışın.
vicariously i live while the whole world dies.

5.2.2011 23:51

hearts a mess

25 Çarşamba Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, gotye, hearts a mess, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com


yani..
cümleler hükmetmiyorsa bir zaman diliminde size, sizin değillerdir. hani birileri çalar onu, boğazınıza dizer. tek tek cımbızla çeker sizden onu. yok edercesine sizi.
dizlerinizi titreten değil korkaklık! değil! hayır!
şarkı! şark-ı.
kadın, süzülüyor gökyüzünde. aslında yere doğru gitmesi gerekirken. daha da günaha, daha acımasızca. daha güçlüce, daha soyluca yaşamak için solucanlarla.
kadın!
kesin çizgiler! vücudu da öyle. sevmiyor kıvrımları. keskin!
ucu bucağı görünen.
“materyalisttir oğlum o, romantik değildir”, ha?
heats a mess.
mess around.
mess up.
çalmak kelimeleri, söylemek. çalmak! çalım atmak. çalı!
kadınsın, kadınsan. acıyamazsın, kanayamazsın.
yani nedir ki?
derken?
adam!
yanıyor, kadın gibi. kadın sonsuz sanıyor.
sanrı
tanrım
sen
çıldırdın
çoktan.
hikayedeki kadın, piraye adı.
süs gibi.
çatırdıyor, nazardan.
nasıl desek de toplasak ? naz-ar yoktu ki.
“desperate to connect”
yetersiz piraye.
kadın!
bağırıyor kulakların içinde
duyuyorsanız, uyuyorsunuzdur.
rüyanızdaki kadın
adama der
“yalan yok.”
güzeldir yaşamak.
paylaşmak.
pay
demek ki 2 kişi
ediliyorsa.
cümleler yalan sadece.
bu sayfa yoksa
yokum ben de!
yağmur da yok penceredeki.
heats a mess, kayıp.
ben!
kadın!
piraye!
piraye kadın, nazar değdi.
gözleri yeşil oluyorsa, oluyordur. size ne?
-benim lafımdı. ben dedim.
kadına deniz
deniz kadına
haramsa
haram.
kullanacaktı
artık, kelime olarak
ne kadar acıtırsa.
hikayeyi anlayamayan kadın!
küçük kadındır gözünüzde.
küçük küçük kadınlar
büyük cümleleri ile
kendi büyük cümlelerini
mezarları ettiler.
mezar ettiler.
mezar.
ölümsel değil mi?
size nasıl geldiyse.
bitti.
ittib.

13.2.2010 01:17

The Other Side of Medallion

24 Salı Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

abc, afghanistan, al qaede, amerika afganistan işgali, amerika afganistan savaşı, amerika birleşik devletleri, amerika ırak işgali, amerika ırak savaşı, öznur doğan, cbs, cnn, dünya iş merkezi, el kaide, fox, george w. bush, ikiz kuleler, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, nbc, oznurdogan.com, rusya afganistan savaşı, soviet union, soğuk savaş, taliban, twin tower, united states of america, US, us amry, world trade center, ıraq


Excuses, reasons and reality… For us, they are different concepts but for United States, there is a huge chaos. On October 7, 2001, when US army stroke against Afghanistan, George W. Bush announced that  “Good afternoon. On my orders, the United States military has begun strikes against al Qaeda terrorist training camps and military installations of the Taliban regime in Afghanistan. These carefully targeted actions are designed to disrupt the use of Afghanistan as a terrorist base of operations, and to attack the military capability of the Taliban regime.” But was that true? Did they really invade Afghaistan because of 9/11 and did they have got right to invade?

When Soviet Union invaded Afghanistan in 1979, United States and Soviet Union were engaged in the Cold War which made United  States join the war between Afghanistan and the Soviet Union. In this war, United States supported Afghanistan and sent army in order to defeat the Soviet Union. Yes, as we know Soviet Union was defeated and US took its army back. But there was something good / bad for US. While hot war was happenning in Afghanistan, Al Qaede and Taliban took shape and started to govern whole country. This action made US ready to do some naughty thing.

In 9/11, Twin Towers of World Trade Center  were hit and collapsed by a suicide plane. And all eyes turned to Bush. Now that he got a chance to invade Afghanistan, of course he did everything what he could do.  First, more than 75 retired officers have been coached by government and military officials to ‘spin’ the news about attack—or simply lie—on countless network and cable channel news programs and talk shows. Fox News has led the way in presenting these individuals to the public, but NBC, CNN, CBS and ABC have followed suit.

In order to legalize their action, the US made so called surveys and media organs published those wrong results, made everyone think that there was nothing wrong and bad about invading Afghanistan because the Taliban regime had killed their brothers, sisters and parents. Indeed, in USA many people didn’t believe those lies and turned their face to ignorance.

If you have an excuse for invading somewhere it makes you right as we can see in Iraq, 3 years later. But if you think that you can deceive everyone and every country, you are wrong. But! If you are United States, you don’t have to prove yourself. You can just make up an story, excuse even history, manipulate media organs and congressman, take your army and go. And you can do it for freedom(?). For Afghanistan, US goverment were so certain that they put the blame on Taliban for 9/11. For Iraq, US goverment were so certain that they took freedom with them and gave to Iraqis and they were also so certain that Iraq had got weapons, they went to defuse those weapons. And they stayed there. Still staying. And they will stay until 2014 in Afghanistan.

When we check magazines and web sites we stil find news about the Us army and their action in Afghanistan or Iraq. Just last week, we learned that the Us army won’t go back until 2014. But 4 days ago, there was a news which is titled as “U.S. troops posed with body parts of Afghan bombers” and most of said that “What the heck is that?!” That was a bleeding excuse and result.

Until today, we saw many pictures of those tortures and cruelty. Soldiers in Afghanistan didn’t only kill but also ruin, burn and mock at Afghan people. This is not a generalisation but reality. Just a little part of this news explains everything about the US attitude, the army, hypocrisy of goverment and even media.

Though these pictures were taken 2 years ago, they are published now. In these pictures we can not only see dead bodies but also the US goverments attitude towards them. For these pictures Pentagon says that “Most certainly does not represent the character and the professionalism of the great majority of our troops in Afghanistan…. Nevertheless, this imagery — more than two years old — now has the potential to indict them all in the minds of local Afghans, inciting violence and perhaps causing needless casualties.”. They still insist on the rightness of war and invading saying that “Come on, they are just bad apples.” They ignore what they did to a country, unarmed civil men and else.

The army also made explanation about situation saying that they started to investigation. Yeah sure, everyone know that those soldiers will only be warned and released on bond. They will stay there until 2014 and no one can do anything for this.

How about media organs? We know that those pictures were taken 2 years ago and they were even sent those times. Why didn’t any of them, NBC, ABC, CNN etc. insist upon this event, this war. Why they are programmed to forget everything and try to erase our memories?

You can see many questions but one answer; the United States and its aim of hegemony. Though its all excuses are based upon supposedly survival, (as in Afghanistan event: 9/11 and fear of Taliban’s future attacks, in Iraq: heavy weapons and Iraq’s possible attacks)  we can easily figure out that they are all for hegemony. And with those attitudes and incident we see that master of the World (I don’t think so) becomes monster of the World (needless to say).

Öznur Doğan

Istanbul University

American Culture and Literature

[This is my visa exam paper which is based upon Noam Chomsky’s book Hegemony or Survival in relation to current news.]

Hayatın Öte Kıyısı: Yunanistan

22 Pazar Nis 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

öznur doğan, buğra batuhan berah, georgos dalaras, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, notis sfakianakis, oznurdogan.com, yunan ezgileri, yunan müzikleri, yunan şarkıları, yunanca, yunanistan


Bir şarkının neler yapabileceğini kestiremezsin bazen. Seni tam olduğun yerden alır, nereye götürdüğünüz zaten fark edemezsin. Yunan şarkısıdır bu şarkı. İçine dolar, nefesini doldurur. Taa içine kadar, ilk nefes alışının başladığı yere kadar.

Hatta ilk insanın ilk nefesine ulaşır şarkılar. Anlasan da anlamasan da lisanından ki lisan ile insan birbirinden ayrı gibi  görünür de hep aynıdır, için ısınır için yanar. İçinde bir duygu dalgalanır, gözlerin dolar. İngilizce değildir çünkü o saatte en bilinen dil ve en söylenen. Yunanca’dır. Yunansındır sen de çünkü.

Tüm şarkılara eşlik edebilecek haldesindir, karşında sevdiğin birisi ya da birileri varsa hayat tamamlanmıştır. Ne düşündüğün okulun kalır ve sınavların, ne de iş hayatın. Çünkü dinlenirsin hayatın en yoğun, en keşmekeş noktasında. İstanbul’dasındır ya da başka bir şehirde ama yüzün hem Yunan şarkılarına kıyıdır. Onun ışıltısını hissedersin teninde.

Bir masa kurmuşsundur, önünde rakın hem de en beyazından. Mezeler henüz tam gelmemiştir, garson hızlıdır çalışkandır fakat. Yay gibidir çalışmaya hazır vücudu. Rakına eşlik edecek özel insanlar vardır yanında. Rakına eşlik edenler çoktan şarkına da eşlik etmiştir, tabii ki hayatına da. Arkana yaslanırsın şöyle bir, koca bir nefes alırsın Yunan şarkılarından. O anda tüm vücudun yenilenir, bebeksindir; tam da büyümüşlüğün içindeki bebek.

Vazgeçtiğin arkadaşlar, senden vazgeçenler, aşklar, ümitler ve dahası hep aklındadır. Hayat acıların içinde belini doğrultmaya çalışan bir yaşlı çünkü, huzurevine de bırakılmayan. Yine de, tüm aksiliklere rağmen tek bir baston yetiyordur onu yürütmeye. Küçük bir kaldırım taşında dinleniyordur hep, sol elini sağ dizinin üzerine koyarak.

Sevdiğini daha çok seversin böyle gecelerde… En çok onun hatırası vardır aklında. Sesini duyabileceğin bir durumdaysan ne ala… Söyleyebiliyorsan yani Yunan’ın şarkısını elin adamına ya da kadınına. Nasıl da senin olur o insanlar, elin değildir o çünkü, senindir.

Tüm kıyılar senin kıyılarındır. Deniz senindir, denizdeki damlalar senindir. Aslında sen hepsisindir. Aynı anda, saydamsındır, şeffafsındır. Bilmediğin Yunan dilinde küçük bir harf, bilinmeyen isimsindir.

İşte ben de böyle hissederim hep ve bu yüzden Yunan şarkıları öldürecektir bizi. Ölürken biz, arkada onlar çalacak, Yunanistan’dan gelen bir rüzgar içimizi ısıtacaktır. Rüzgarın sesi ıslığa dönüşecek, yıldızlar bir kez daha parlayabilmek için yarışacaktır.

Ses suyun üzerinde daha kolay gider, nehirler ve denizler hep taşır bu yüzden sesleri. Duyduğun her şarkı, Yunan şarkısıdır şimdi içimde. Bizi bu Yunan şarkıları öldürecek ve yine onlar diriltecek dalarken biz sonsuzluğa.

← Older posts
Newer posts →

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Abone Ol Abone olunmuş
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 aboneye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Abone Ol Abone olunmuş
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucu'da görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...