• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: amerika

Lord of War

25 Pazartesi Şub 2013

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

9gag, afrika, amerika, andre baptist jr, arms dealer, based on a true story, brazil, ian holm, intertexuallity, jared leto, kareem said, kurtzman, lord of war, matchstick men, metinlerarasılık, motorcycle boy, mr nobody, nicolas cage, oz, rambo, rumble fish, rusty james, silah tüccarı, simeon weisz, tom waits, ukrayna, yuri orlov


lord-of-war-poster

Nicolas Cage’i sevmeme gibi bir moda türedi son zamanlarda. Bundan iki yıl önce kimsenin çıkıp da “Abi ben Cage’i sevmiyorum ya!” dediğini duymamıştım. Hep 9Gag sağ olsun, genel bir algı yaratıp bizi ona uydurur hale geldi. Aslında yalnız olmadığımızı hissettirdiği için ona çok şey borçluyuz ancak garip şekilde insanlardan da uzaklaştırması söz konusu.

Nicolas Cage’i Matchstick Men ile seven birisi olarak arkadaşımın tavsiyesi üzerine Lord of War’ı indirip izledim. Birden fazla göndermeye sahip, deyim yerinde ise intertexuallitysi ile insanı mutlu eden bir film Lord of War. Hele Oz’u izlediyseniz ve oradan tanıdık birini görmek sizi şaşırtacaksa hemen söyleyeyim Kareem Said karşımıza çıkıyor. Çok fazla spoiler vermiş olmadım hemen harala gürele sesleri gelmesin.

Lord of War dünya üzerinde var olan ve var olmaya devam edecek savaş sektörünün hangi yollar ile beslendiğini, kimlerin nasıl görev aldığını, ülkelerin kimleri maşa olarak kullandığını ve bu ülkelerin savaş sektörüne dair düşünlerinin neler olduğunu açıklıyor. Aslında aşina olduğumuz bir konu ancak biz işin içinden “Bunlar Amerika’nın oyunları!” deyip çıkmayı sevsek de Yuri Orlov adı ile çok farklı kimliklerin işin içine girdiğini görebiliyoruz.

lord-of-war-nicolas-cage-izle

Film başladığında yeni yapılan bir kurşunun peşinden hikayeye başlıyor. Kurşunun ilk damgası vurulduğunda yer Ukrayna, bir sonraki sahnede ise Afrika’da buluyoruz kendimizi. Lord of War’ın gerçekleri anlatıyor oluşunun da birbirinden farklı nedenleri mevcut. Daha önce de belirttiğim gibi var olan gerçekleri anlatsa da “based on a true story” hesabı, gerçek kişilere gönderme yaptığında ve hatta onları anlattığında işin rengi değişiyor. Yuri Orlov karakteri genel itibari ile tarihin en büyük silah tüccarlarından olan Viktor Bout’u temsil ediyor. Para kazanmanın en doğru ve hızlı yolunun silah tüccarlığını anlayan Yuri’nin çok zengin olup hayalini kurduğu kadına bile sahip olmasının hikayesi. Aynı zamanda insanların dillerine, dinlerine ve ırklarına bakılmadan yalnızca devlet ve politika çıkarları için yok edilebilmesinin, silahlar ve savaş endüstrisinin insanlar üzerinde denenmesinin, paranın ve gücünden gidilmesi sırasında ezilen insanların değersizliğinin ve sevdiklerini ego ile hareket etmesi sonucu kaybetmenin filmi Lord of War.

Daha önce hangi filmde bu konuya değindiğimi hatırlamamakla birlikte intertexuallity yani metinlerarasılık söz konusu olduğunda beni kalbimden vurmuş oluyor senarist ve yönetmen. Film boyunca dikkat çeken 3 önemli referans var. İlki Tom Waits abimizin de boy gösterdiği Rumble Fish’ten. Rumble Fish’te müthiş gencerek ve çirkin olan Nicolas Cage “Why? Why? Why? Why” dediğinde Rusty James ile Motorcycle Boy arasındaki konuşmaya gönderme yapmış oluyor.

İkinci gönderme Andre Baptist Jr’ın Rambo silahı istemesi. Yuri’nin ise ona hangi filmdeki silahını istediğini sorması.

Üçüncü gönderme bir kere izleyerek anlaşılabileceğini düşünmediğim Brazil’den. Nicolas Cage Ian Holm ile konuşurken Kurtzman adında birisinden bahsediyor. İşte bu Kurtzman denen arkadaş Brazil’de Ian Holm’un canlandırdığı Kurtzman.

Filmi sevmeniz için bir önemli noktayı da şu anda söylüyorum, Ethan Hawke. Bu kez manyak adam rolünde olmaması da ilgi çekici tabii ki. Bildiğimiz deli Ethan, bu sefer polis olarak takılıyor Cage’in peşine.

Filmde Yuri Orlov’un sözlerinin altını çizmek hatta onları gerçek hayatta kullanabilmek istiyorsunuz. Bir yandan var olduğu ekosisteme nefretlerinizi sunarken bir yandan da bunu değiştirmek için elinizden bir şey gelmeyeceğini bildiğiniz için çaresiz haklı buluyorsunuz. Silah tüccarları ne zaman haklıdır? Ne zaman haksızdır ve bu iş ne kadar etik ya da etik değildir? Lord of War size bunların sürüncemesini sunuyor.

“Yuri Orlov: There are over 550 million firearms in worldwide circulation. That’s one firearm for every twelve people on the planet. The only question is: How do we arm the other 11? “

“Yuri Orlov: I sell to leftists, and rightists. I sell to pacifists, but they’re not the most regular customers. Of course, you’re not a *true* internationalist until you’ve supplied weapons to kill your *own* countrymen. “

“Andre Baptiste Sr.: They say that I am the lord of war, but perhaps it is you. 
Yuri Orlov: I believe it’s “warlord.” 
Andre Baptiste Sr.: Thank you, but I prefer it my way. “

“Simeon Weisz: Bullets change governments far surer than votes. “

“Yuri Orlov: Selling a gun for the first time is a lot like having sex for the first time. You’re excited but you don’t really know what the hell you’re doing. And some way, one way or another, it’s over too fast. “

“Yuri Orlov: “beware of the dog”? You don’t have a dog. Are you trying to scare people? 
Vitaly Orlov: No, it’s to scare me – remind me to beware the dog in me. The dog who wants to fuck everything that moves, wants to fight and kill weaker dogs. “

Edit: Jared Leto’dan bahsetmediğim için kendimden şu anda utandım. Mr.Nobody’nın boncuk gözlü abisi Jared oyunculuğun üstesinden geldiğini bu filmde sağlam bir şekilde gösteriyor.

Lord Of War Trailer

Zahir’in Ardındaki Görüntü

05 Salı Haz 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

amerika, öznur doğan, can yayınları, erkek, fransa, kadın, kazakistan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, odysseus, oznurdogan.com, paulo coelho, penelope, roman, savaş muhabiri, simyacı, the zahir, yolculuk, zahir


Sınav stresi mi dersiniz yoksa iş mi, biraz uzaklaştım blogumdan ve kitaplardan. 1 haftadır herhangi bir yazı da yazmamışım. Zaman hızlı geçiyor fakat yakalamaya çalışıyorum ben onu.

Uzun zaman önce hediye gelen bir kitaptı bana Zahir. Paulo’nun daha önce Simyacı’sını okumuştum bir tek ve o yeterdi bu kitabı da okumaya. Ama olmadı. Başladım önce Zahir’e, her şey çok güzel gidiyordu. Nereydeyse sonlarına da yaklaşmıştım. Kalsa kalsa 80 sayfa kalmıştı. Bir şeyler oldu ve ben bu kitabı okumayı bıraktım.

Bir şeylere, birilerine benziyordu kitap. Nasıl derim bilmiyorum, sanki çok tanıdıktı bana ve ikinci bir okuma yapıyor gibiydim. Evet, tanıdık bir yüz  görmüş gibi hissediyordum fakat bir yandan da tekrara düşmenin gerginliği vardı.

Aradan yaklaşık bir sene geçtikten sonra kitabı tekrar elime aldım. Neden bıraktığımı bile hatırlamıyordum artık. Azıcık kalmış bu kitap zaten, bitirmeliyim hemen dedim ve bitirdim. Ağzımda kekremsi bir tat.

İlk olarak Zahir’den bahsedişi ve onu anlatışı çok güzeldi, kendi zahirini bulmaya çalışıyor insan tam da o anlarda. Acaba bizim de bir zahirimiz var mıydı? Ama bunlar biraz Rosebud biraz da tak tak takıntı kokuyordu. Şimdi tahminen pek çok kişinin “hadi oradan” dediğini duyar gibi olacağım. Oldum da.

Amacım Paulo’yu ya da kitabı kötülemek değil. Benim böyle bir tavırda olmam hiçbir şeyi değiştirmez. Amacım, birkaç gözü de olsa açabilmek. Coelho’nun kitapları aynı minvalde dönen kitaplar gibi geliyor bana. Aynı Grange gibi, aynı Brown gibi. Diğerlerinden tek farkı, daha çok manevi oluşu. İşte bu manevi noktalar insanı en çok çeken şeyler. Peki ya gerisi?

Kitabın son sayfalarında -spoiler içermekte- kitap boyunca yapılan alıntılar ve referanslar var. Ben en sonunda bu kitabın tüm karakterlerini ve temalarını, yerlerini ve hikayelerini bir başıma yazdım denmesini beklerdim. Esin kaynağı olarak bir şeyleri seçmek mantıklı fakat hayattan doğrudan alınıp sunulmuş gibi hissettim.

Bir diğer nokta ise, kahramanımız çölleri aşıp eşine kavuştuktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam etmeleri, kadının hamile olması. Bu iki nokta kitabın bitişi için çok sıradan bir son olarak geldi bana. Kapı açıldığında orada kadını değil kendisini görseydi işte o zaman journey motive dediğimiz yolculuk motifi ve üzerine söylenen her şey daha da yerli yerinde olacaktı. Kitabın tek beni mest eden noktası, Odisseus ve Penelope benzetmeleri oldu. Mitoloji düşkünü olduğum için sevdim tamamen, bastım bağrıma.

Kitap bitti, her şey yerli yerindeydi, eksikler ya da fazlalar yoktu ama geride kalan bir kitaptı benim için.

Uzun zamandır ilk defa bir kitap için böyle düşündüğümü düşünürsek…

Elif Şafak Külliyatı (Üç eksikle)

15 Perşembe Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

amerika, araf, öznur doğan, baba ve piç, doğan kitap, eceg, elif şafak, ermeni, firarperest, gazete, isimler, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, mahrem, maroia, med cezir, metis yayınları, mevlana, otobiyografi, oznurdogan.com, pinhan, politics of fiction, roman, siyah süt, türk, tebriz, uçanev, uludağsözlük, zündüg, şehrin aynaları, şems, şişman


Bir hemcinsi anlatma süreci her zaman acılı olmuştur. Söylediğiniz her şey yanlış anlaşılmaya teşnedir çünkü. Kötülerseniz; kıskanıyorsunuzdur, iltifat ederseniz; yaranıyorsunuzdur. İşte bu yüzden biz kadınlar fikirlerimizi söylemeye çekinir hale geliriz. Söylediğimiz her olumsuz şeyin suçlusuyuzdur ve her iyi şeyin de sebebi.

Elif Şafak ile benim tanışma hikayem arkadaşımın Araf isimli kitabı bana vermesi ile başladı. Her kitapta olduğu gibi bunda da birazcık bekledim tavlanmasını kitabın ve sonrasında okudum. Nedenin bilmediğim bir yakınlık duydum kitaba, kelimelere. Sanki bu cümleler çok daha öncesinde kulağıma söylenmişti diye. Elif yakın gelmeye başladı bana.

İsimlerden bahsediyordu Araf, yabancı bir ülkede yabancı olarak kalmaktan ve insanın neleri kaybedip neleri kazanabileceğinden. İsimlerin öneminden bahsediyor, söylemenin öneminden. Yaşamanın ne demek olduğunu anlatmaya çalışıyor bir de zamanı şarkılara göre tahmin etmeyi öğretiyor. Araf tam da damağımda kapağında olduğu gibi tatlı bir tat bırakıyor, ben Elif’i bir başka yere koyuyorum. Bir kadının böyle efsunlu yazabilişini kutluyorum bir çikolata ile.

Aradan zaman geçmezse olmaz, illa bırakırım bir yazarın birden fazla kitabını okumaya karar verdiysem. Med-Cezir’i gazete ile birlikte alıyorum, baskısı oldukça kötü ama kitap kitaptır. 1 liraya kitap almanın hazzı ise dayanılmazdır.

Med-cezir Araf’tan farklı olarak deneme formatında. Bu yüzden parçalar alınabilecek, üzerine konulabilecek tarzda. Siyasi görüşüme aykırı olduğunu düşündüğüm birkaç yerden sebep hafiften bir kıpırdama olsa da yüreğimde aynı şekilde sevmeye devam ediyorum Elif’i. Elif olmak zordur çünkü bu ülkede. Parça parça Ay’ın dönüşünü izliyorum, Med ve Cezir’den haberdar oluyorum insan ruhunun. Med-Cezir’i tekrar okumak istiyorum bir süre sonra. Tam algılayamadığım şeyler olduğunu düşünüyorum.

Bir sonraki durağım arkadaşımın bana hediye etmesiyle Şehrin Aynaları oluyor. İlk başta kitabın rengini seviyorum ve bir de üzerindeki fotoğrafları. Sonra başlıyorum büyük bir iştahla kitaba, aradan da süre geçmişken hazır. Şimdiye kadar okumumuş olduğum iki Elif Şafak kitabından daha farklı geliyor fakat bu kitap. Takip etmekte zorlanıyorum, bir sürü kişi var bir sürü cin var ortalarda gezen. Kitabı başladığım gibi bitirme hırsım ise ortalıkta kol geziyor. Dünya’da birden fazla kişinin tek hikaye etrafında buluşabileceğini anlatıyor tekrar bana. Zaten o kadar çok isim geçiyor ki kitapta takip edilemiyor olmasının bir nedeni de o. Aklı karışıyor insanın, Elif Şafak kafa karışıklığını seviyor. Kitabın son sayfalarını okuyabilmek için otobüsten inip durakta okuyorum. Kitabı durakta bitiriyorum. Bir sonraki otobüs gelene kadar üşüdüğümü hiç hissetmiyorum. Sanki Eceg ve Zündüg benimleler o anda.

Firarperest çıktıktan sonra hemen alıyorum. Elif yine ne yazmış diye merak ederek. Çünkü beklentilerim oldukça yüksek o anda. Daha iyisini yazmış olmalı diyorum. Şehrin Aynaları ile Firarperest arasında bayağı bir vakit var çünkü. Fakat kitabı okudukça bir boşluğa düşer gibi hissettim kendimi çünkü kitap kendi köşe yazılarından bir seçki. Böylesine gaza gelip farklı bir roman beklerken Elif’ten bu kazığı yemek hoşuma gitmiyor tabii ki. Birazcık kızıyorum kendime. Neyse diyorum, telafi edeceğiz.

Siyah Süt’ün bir otobiyografi olduğunu bilerek okumaya başlıyorum fakat sanki Elif tekrara düşüyormuş gibi hissediyorum. Yani hep aynı duygu minvalinde hareket ediyormuş gibi. Yaşadığı şeylere de üzülmüyor değilim tabii, depresyonla geçirilen ilk annelik dönemleri gerçekten zordur, şahit olmuşluğum vardır fakat işin içine yine cinler giriyor, yine bir şeyler oluyor. Kitabı okuma sürem uzadıkça uzuyor. Bitsin diye gözünün içine içine bakıyorum kitabın fakat kısa bir şey de değil namussuz. Kitapta en çok sevdiğim noktalar ara ara farklı Elifleri gösteren çizimler oluyor. Onlara geldim mi yenileniyorum, gücüm artıyor. Kitap bitiyor, ne diyelim iyi ki anne olmuş Elif Şafak diyorum fakat toptan aldığım Elif kitaplarına bir bakıyorum. Daha sırada Mahrem, Baba ve Piç ve Pinhan var. Hey gidi.

En uzun kitaptan en kısa kitaba doğru gitmeye karar veriyorum. Uzun zaman sonra Elif’ten güzel bir roman okumanın zevkini yaşıyorum fakat bu sefer. Ermeniler, Türkler birbirine karışıyor. Uzun zamandır aradığım çeşitliliği tekrar buluyorum Baba ve Piç’te. Yakın olan kültürler ile uzak olan insanları, uzak olmaya çalışan insanlarla kendini zorla yakın eden kültürleri görüyorum. Gülümseme tam da dudağımın kenarında, kitap okumayı sevdiğimi hatırlıyorum. Baba ve Piç’te geçen bar sahnelerini seviyorum. Saçma sapan ve amaçsızla yapılan konuşmaları seviyorum. İnatçı kadın figürleri ile lanetli erkeklerin hikayelerini seviyorum. Kocaman bir ailede yaşamadığım için üzüldüğüm dakikalar da olmuyor değil. Kitap bitiyor, üzerime hüzünle karışık bir mutluluk çöküyor. Birleşen hayatların varlığını seviyorum çünkü çok.

Mahrem, Baba ve Piç’in bıraktığı o arafı çözmeye geliyor. Mahrem’i diğerlerinden farklı bir yere koymam gerektiğini biliyorum. Şişman şişman gezesim geliyor, bir şişmanın ne hissettiğini bildiğim için kendime gülüyorum. Mahrem üst sıralara doğru ilerliyor, son bir kitap kalıyor Elif’ten ama artık Elif biraz tat vermemeye başlıyor. Sorun bende mi Elif’te mi bilmiyorum. Mahrem’deki sözlüğü en çok ben merak ediyorum, aralarda sinsilik yapıp sayfaları karıştırıyor ve kelimelere bakıyorum. Sözlük karıştırma tutkumun böyle bir kitap üzerinde yer alabilmesine seviniyorum. Sabırsızlığıma ise tekrar tekrar gülüyorum. Başımıza gelecekler var, kediyi öldüren meraktır.

Elif ile arkadaşlığımızın son durağı Pinhan. Evdeki Elif Şafak kitapları bittiği için biraz üzülüyorum, biraz da seviniyorum. Bu kadar üst üste okumuş olmanın verdiği rahatsızlığı duyuyorum ama hepsine söyleyecek birkaç şeyim olduğu için de seviniyorum. Elif beni araflardan araflara atıyor. Pinhan diğer tüm kitaplardan daha farklı, daha ağır dili şimdiye kadar okuduklarım arasında. Bir de ilk yazdığı kitapmış oysa ki bu Elif’in. Pinhan vurucu hali ile gözümde küçük ama etkili kategorisine giriyor. Ağdalı cümleler, devrik cümleler, şiirler… Hepsi Pinhan’da. Pinhan sadece hikayesi değil kapağı ile de beni etkiliyor ve ben Elif Şafak sayfasının kapanmasına 3 kitap kala bırakıyorum Elif okumayı.

O zamandan sonra tekrar Elif Şafak kitabı almadım ama hemen ardından TED’de şuna denk geldim;

http://www.ted.com/talks/lang/en/elif_shafak_the_politics_of_fiction.html

Ve okuduğum tüm romanlar, Elif hakkında düşündüğüm her şey Elif tarafından anlatılmıştı. Tekrar tekrar izlemek istediğim bir konuşmaydı bu. Hem İngilizcesi’ne hasta olmuştum hem de anlattıklarına. Elif’i %80 oranında sevdiğimi anladım sonra.

Seçtiği hikayeleri ve anlatış şeklini seviyordum Elif’in. Kadın olarak başarılı oluşunu seviyordum. Kadın olarak kadın olmanın ne demek olduğunu anlattığı için seviyordum Elif’i. Bir sürü şey daha vardı sevdiğim şey Elif’te. Sevmediğim şeyler onların yanında az olsa da vardı mutlaka; Mevlana ve Şems’e sürekli sırtını dayaması, günlük yazı şeklinin roman üslubu ile aynı olması gibi gibi.

Ama bazen idolüm dediğim kadına benzetirim Elif’i, severim içten içe. Siyasi görüşümüz üst üste gelmese de severim Elif’i.

http://www.uludagsozluk.com/e/12878106/

Bunu da yazmışım daha öncesinde, şöyle böyle işte.

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com.

Vazgeç
Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası