• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: penelope

Odysseia / Homeros’un Sesi

12 Pazartesi Kas 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 1 Yorum

Etiketler

athene, aşilus, can yayınlarıı, homeros, ilyada, ithaka, kiklop, Odysseia, odysseus, penelope, poseidon, sirenler, telemakhos, tepegöz, ulysses


Savaş biter… Herkes geri dönmeye hazırlanmıştır ve dönüyordur. Kayıplar çoktur. Gidenler dünyanın en şanlı savaşında yer almışlar, dönüş yollarını uzun zaman gözlemişlerdir. İçlerinde Odysseus – Ulysses’ın olduğu bir grup ise çok çok çok zaman sonra anavatanlarına kavuşabilmeleri üzerine Poseidon tarafından lanetlenmiştir. Tanrılar Odysseus’un ailesine kavuşacağına, Penelope’nin saçlarını bir kez daha okşayarak uyuyabileceğine vakıftır fakat deniz yolculuğuna çıkmış bu tanrısal adamın başından geçmesi gereken yüzlerce olay, karşılaşması gereken insanlar ve kadınlar vardır.

Yaşanılan her bir olay Odysseus ve arkadaşlarının bağlılıklarını ölçen, amaçlarına hangi boyutlarda sıkı tutunduklarını gösteren olaylardır. İlyada’nın devamı niteliğinde olan bu hikayede İthaka’ya dönüş yollarının ne kadar karanlık olduğunu görürüz. Topraklarından, karısından ve yeni doğmuş oğlundan 20 sene boyunca uzak kalmak zorunda kalır Odysseus. Kimseler bilmemektedir öldü mü kaldı mı? Bu zaman zarfında Penelope -zekada tanrıçalara denk- evlenmemek için taliplerinden herhangi bir ile küçük bir oyuna karışır seneler sürecek. Kocası için bir kefen dikmeye başlar. Her sabah diker, her akşam çözer. Uzun yıllar boyunca taliplerini böyle kandırabilir, ta ki hizmetçilerinden bir tanesi taliplerine Penelope’nin çevirdiği işi söyleyene kadar. Odysseus’un yokluğundan fırsat bilen talipler kralın evini yağmalamaktadır. Her gün koyunlar kesilir, hizmetçiler ile sevişilir, Penelope’ye göz süzülür. Telemakhos, Odysseus’un oğlu, her şeyin gözleri önünde olup bitmesini izlemektedir. Elinden bir şey gelmez çünkü talipler şehrin en azılı adamlarıdır. Bir akşam babasını bulmak, bulmasa bile ondan haber almak amacı ile yola çıkar tanrıça Athene’in yardımı ile. Aynı anda Odysseus geri dönüş yollarındadır.

Kikloplar, Tepegöz, Sirenler ve daha fazlası ile karşılaşır. Krallar tarafından konuk edilir Odysseus. Telemakhos da ulaşabildiği yerlere gitmektedir. Sonunda Telemakhos geri dönmeye karar verir, işaretler babasının geri geleceğini göstermektedir. İthaka’ya binbir badire sonrasında geri dönen Odysseus oğlu ile buluşur. Bir baba ile oğlunun karşılaşmasına tanık oluruz o anda. Ardından talipleri nasıl öldürecekleri üzerine plan yaparlar. Zekası ve kurnazlığı ile ünlü Odysseus yol gösterir oğluna. Dilenci kılığında kraliyet sofrasında yerini alır, Penelope tarafından düzenlenen yarışa talipler tabii tutulur. Odysseus dilenci görünümünün altındaki güçlü erkeği bu sayede ortaya çıkarır. İki iyi savaşçı, Telemakhos ve Odysseus tüm talipleri öldürürler. Mutlu sonla biten ve tarihin ilk romanlarından bir tanesi olan Odysseia yüzlerce sembol, anlam ve gönderme içerir.

İlk olarak deniz motifinin olduğunu görürüz. Ne zaman okuduğunuz bir kitapta deniz görüyorsunuz ya da nehir, işte orada bir maturity process olacaktır. Baş kahraman ya da yan kahramanımız mutlaka bir olgunlaşma evresi geçirecektir. Zaten aklı başında olan Odysseus ilk olarak Truva’ya ardından da oradan dönüşte İthaka’ya deniz üzerinde gider. Dönüşünün sonunda hayatının en büyük zorlu görevini yapmış bir adam görürüz. Küçük adam Telemakhos da aklını toplamak, babasına eş değer akıllı bir adam olabilmek için yola çıkar. Denizleri aşan adamlar olarak bilgelik yolunda adım atmış olurlar.

Odysseus’un karşılaştığı her zorluk, hayatının bir bölümüne önemli bir şekilde etki eden olaylardır. Tanrıçalar tarafından alıkoyulması, sirenlerin aldatıcı seslerine kanmaması ailevi bağlarının güçlü olması gerektiğini hatırlatıyor. Hiçbir kadın sevdiği Penelope’nin yerine geçemeyecektir. İkisi arasında verilmiş söz ve yaşananlar bunlara izin vermeyecektir.

Tepegöz ile yaptığı savaşta zekasının en yüksek sınırını görmüş oluruz. Kandırmak, işi kurnazlığa çevirmek, bir durumdan yarar sağlamak gibi öncelikli özellikler Odysseus’un daima en önemli özellikleri olmuştur. O çok iyi bir savaşçıdır, Aşil’in yanında savaşmış, kılıcının keskinliğini göstermiştir.

Odysseus okumaktan sıkılmanın imkansız olduğu bir yolculuk, bir hikaye. O anda siz de en az Odysseus kadar üzgün olabiliyorsunuz ailenizden uzak olmadığınız halde. Oğlu ile karşılaştığında gözünüzden yaşlar süzülebiliyor. Talipleri alt ettiğinde sevinebiliyorsunuz. Bunların yanında empati kurmuş olmanın sınırlarını da yaşıyorsunuz. Penelope’nin Odysseus’u hemen tanıyamaması, aralarında var olan gizli bir durumun söylenmesini beklemesi gibi. Türk filmi izlemiş ve kafamızın içi güzel klişelerle dolmuşken bekliyoruz ki geriye dönen Odysseus’u Penelope hemen tanısın. Ama olmuyor öyle. Ben sinirlendim örneğin nasıl tanımazsın yahu? diye. Fakat tanımıyor işte. Sonradan anlıyor.

Telemakhos da erkekliğini kanıtlamış oluyor. Bir bir öldürürken talipleri ve yardım ederken babasına. Çünkü o da en az babası kadar güzel konuşan, aklı başında ve hatta aklı diğer adamlara göre daha ötede olan.

Can Yayınları’ndan çıkan Odysseia’yı sevmemek elde değil fakat benim bu kitap ile ilgili yapmak istediğim özel bir yorum var. Kitabın önsözü olarak verilen her bilgi kitabın en önemli noktalarına getirilen açıklamaları içeriyor. Böyle bir şeyi önsöz olarak koymak nasıl bir mantık? Ayrıca Homeros’un sihirli dilinden çok uzak olan açıklamacı dili ile de kitaptan soğumanın kıyısına getiriyor. Evet, tarihin en önemli hikayelerinden bir tanesi Odysseia ve yüzlerce farklı açıklama getirebilir her satırına.  Yine de önsöz değil, sonsöz olsaydı o açıklamalar ve incelemeler her şey çok daha güzel olacaktı.

Bir de çevirinin artık bir tık daha güncellenmesi gerekiyor. Odysseus ve diğer tüm karakterlerin “tanrısal” olarak geçebildiği bir durum söz konusu. Tanrısal kelimesi yerine belki de ulu tercih edilmeli. Tanrıçanın ya da bir tanrının Odysseus’a tanrısal demesi komik duruyor. Gibi geliyor. Gibi gibi. Ooo yeah.

O Brother, Where Art Thou? Nerdesin Be Birader?

21 Pazar Eki 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

coen brother, coen kardeşler, george clooney, homer, mitoloji, o brother where art thou, Odysseia, odysseus, penelope, soggy bottom boys, ulysses


Keyifle izlenebilen fakat geri planda kalmış canım filmler vardır. Bunlardan bir tanesi de iyi ki izlemişim cnm cnm dediğim O Brother Where Art Thou? Sanıyorum günümüz İngilizcesi ile yazmama gerek yok, herkes anladı. Thy, thou ve thee bunlar benim sevdiğim sen, senin kelimelerin biricik eski İngilizce halleri. Film zaten daha isimden kazandı diyoruz.

Mitolojiden feyz almış, kendisine mitoloji yolu çizmiş ya da içinde bu mitolojiden parçalar bulunduran filmlerin kolay kolay kötü olabileceğini sanmıyorum. Ayrıca filmin yapımcısı da Coen Kardeşler. Bu Coen biraderlerin akılları zehir gibi, her şeyi kesiyor kafaları. Hal böyle olunca IMDB kriterlerine göre kötü varsayılan bir film bile tadından yenmeyecek hale geliyor. Bu arada IMDB’yi bir kıstas olarak almak ne kadar mantıklı ve doğru tam olarak bilmiyorum.

Üç farklı jenerasyonun adamı bir hapishanede buluşur ve kaçış planı hazırlarlar. Kaçalar da. Bu sırada başlarına gelen olayların tamamıdır Where Art Thou?.

o-brother-where-art-thou-neredesin-kardesim-izle

Homer’in en görkemli eseri olan Odysseia’yı temel hikaye olarak kabul eden filmde doğal olarak Kikloplar, yolculuklar ve bol bol göndermeler vardır. Neler yok ki bu hikayede, Odysseus – George Clooney ve karısı Penelope, Kiklop olarak karşımıza çıkan Big Dan, şarkıları ile erkekleri baştan çıkaran Sirenler, Odysseus’un boğulmak üzere oluşu ve bir dal parçasına tutunarak kurtuluşu, Muse’a ithaf edilen şarkılar gibi. Şimdi sanıyorum ki ilginizi biraz daha çekmeyi başardım.

Aynı zamanda anlatımlar ile de sadece mitolojiye değil din açıklamalarına da girmiş oluyoruz. Şeriften bahsederken kullanılan cümleler Şeytan’ın bahsedilişi ile birebir aynıdır: He’s white, as white as you folks, with empty eyes and a big hollow voice. He likes to travel around with a mean old hound.

Ku Klux Klan bile var. En sevdiğim topluluk. Tam pislik, tam hain. Bu filmin içinde var oğlu var. Sanıyorum son zamanlarda bu kadar çok üzerinde durmak istediğim, izleyin diye bağrış çağrış takıldığım başka bir film yoktu. Çok ciddiyim, bu filmi izleyiniz.

Filmleri daha detaylı açıklama konusunda arada kaldığım bir durum var, eğer filmi detaylarıyla yazarsam spoiler oluyor, spoiler olmayınca da yazı kısa kalıyor. Bilemiyorum. Şimdilik sadece filmden sözler vermeye başlıyorum. Fikriniz belirtirseniz süper olur. Derin incelemeler yapayım mı yoksa spoiler vermeden heyecanı yüksek mi tutayım?

“Pete: You miserable little snake! You stole from my kin! 
Ulysses Everett McGill: Who was fixin’ to betray us. 
Pete: You didn’t know that at the time. 
Ulysses Everett McGill: So I borrowed it until I did know. 
Pete: That don’t make no sense! 
Ulysses Everett McGill: Pete, it’s a fool that looks for logic in the chambers of the human heart. “

“Delmar O’Donnell: Them syreens did this to Pete. They loved him up and turned him into a horny toad. “

“Blind Seer: You seek a great fortune, you three who are now in chains. You will find a fortune, though it will not be the one you seek. But first… first you must travel a long and difficult road, a road fraught with peril. Mm-hmm. You shall see thangs, wonderful to tell. You shall see a… a cow… on the roof of a cotton house, ha. And, oh, so many startlements. I cannot tell you how long this road shall be, but fear not the obstacles in your path, for fate has vouchsafed your reward. Though the road may wind, yea, your hearts grow weary, still shall ye follow them, even unto your salvation. “

Şu an filmi yemek istiyorum! O derece!

O Brother Where Art Thou – Neredesin Birader – Trailer

Zahir’in Ardındaki Görüntü

05 Salı Haz 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

amerika, öznur doğan, can yayınları, erkek, fransa, kadın, kazakistan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, odysseus, oznurdogan.com, paulo coelho, penelope, roman, savaş muhabiri, simyacı, the zahir, yolculuk, zahir


Sınav stresi mi dersiniz yoksa iş mi, biraz uzaklaştım blogumdan ve kitaplardan. 1 haftadır herhangi bir yazı da yazmamışım. Zaman hızlı geçiyor fakat yakalamaya çalışıyorum ben onu.

Uzun zaman önce hediye gelen bir kitaptı bana Zahir. Paulo’nun daha önce Simyacı’sını okumuştum bir tek ve o yeterdi bu kitabı da okumaya. Ama olmadı. Başladım önce Zahir’e, her şey çok güzel gidiyordu. Nereydeyse sonlarına da yaklaşmıştım. Kalsa kalsa 80 sayfa kalmıştı. Bir şeyler oldu ve ben bu kitabı okumayı bıraktım.

Bir şeylere, birilerine benziyordu kitap. Nasıl derim bilmiyorum, sanki çok tanıdıktı bana ve ikinci bir okuma yapıyor gibiydim. Evet, tanıdık bir yüz  görmüş gibi hissediyordum fakat bir yandan da tekrara düşmenin gerginliği vardı.

Aradan yaklaşık bir sene geçtikten sonra kitabı tekrar elime aldım. Neden bıraktığımı bile hatırlamıyordum artık. Azıcık kalmış bu kitap zaten, bitirmeliyim hemen dedim ve bitirdim. Ağzımda kekremsi bir tat.

İlk olarak Zahir’den bahsedişi ve onu anlatışı çok güzeldi, kendi zahirini bulmaya çalışıyor insan tam da o anlarda. Acaba bizim de bir zahirimiz var mıydı? Ama bunlar biraz Rosebud biraz da tak tak takıntı kokuyordu. Şimdi tahminen pek çok kişinin “hadi oradan” dediğini duyar gibi olacağım. Oldum da.

Amacım Paulo’yu ya da kitabı kötülemek değil. Benim böyle bir tavırda olmam hiçbir şeyi değiştirmez. Amacım, birkaç gözü de olsa açabilmek. Coelho’nun kitapları aynı minvalde dönen kitaplar gibi geliyor bana. Aynı Grange gibi, aynı Brown gibi. Diğerlerinden tek farkı, daha çok manevi oluşu. İşte bu manevi noktalar insanı en çok çeken şeyler. Peki ya gerisi?

Kitabın son sayfalarında -spoiler içermekte- kitap boyunca yapılan alıntılar ve referanslar var. Ben en sonunda bu kitabın tüm karakterlerini ve temalarını, yerlerini ve hikayelerini bir başıma yazdım denmesini beklerdim. Esin kaynağı olarak bir şeyleri seçmek mantıklı fakat hayattan doğrudan alınıp sunulmuş gibi hissettim.

Bir diğer nokta ise, kahramanımız çölleri aşıp eşine kavuştuktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam etmeleri, kadının hamile olması. Bu iki nokta kitabın bitişi için çok sıradan bir son olarak geldi bana. Kapı açıldığında orada kadını değil kendisini görseydi işte o zaman journey motive dediğimiz yolculuk motifi ve üzerine söylenen her şey daha da yerli yerinde olacaktı. Kitabın tek beni mest eden noktası, Odisseus ve Penelope benzetmeleri oldu. Mitoloji düşkünü olduğum için sevdim tamamen, bastım bağrıma.

Kitap bitti, her şey yerli yerindeydi, eksikler ya da fazlalar yoktu ama geride kalan bir kitaptı benim için.

Uzun zamandır ilk defa bir kitap için böyle düşündüğümü düşünürsek…

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...