
Bir hemcinsi anlatma süreci her zaman acılı olmuştur. Söylediğiniz her şey yanlış anlaşılmaya teşnedir çünkü. Kötülerseniz; kıskanıyorsunuzdur, iltifat ederseniz; yaranıyorsunuzdur. İşte bu yüzden biz kadınlar fikirlerimizi söylemeye çekinir hale geliriz. Söylediğimiz her olumsuz şeyin suçlusuyuzdur ve her iyi şeyin de sebebi.
Elif Şafak ile benim tanışma hikayem arkadaşımın Araf isimli kitabı bana vermesi ile başladı. Her kitapta olduğu gibi bunda da birazcık bekledim tavlanmasını kitabın ve sonrasında okudum. Nedenin bilmediğim bir yakınlık duydum kitaba, kelimelere. Sanki bu cümleler çok daha öncesinde kulağıma söylenmişti diye. Elif yakın gelmeye başladı bana.
İsimlerden bahsediyordu Araf, yabancı bir ülkede yabancı olarak kalmaktan ve insanın neleri kaybedip neleri kazanabileceğinden. İsimlerin öneminden bahsediyor, söylemenin öneminden. Yaşamanın ne demek olduğunu anlatmaya çalışıyor bir de zamanı şarkılara göre tahmin etmeyi öğretiyor. Araf tam da damağımda kapağında olduğu gibi tatlı bir tat bırakıyor, ben Elif’i bir başka yere koyuyorum. Bir kadının böyle efsunlu yazabilişini kutluyorum bir çikolata ile.
Aradan zaman geçmezse olmaz, illa bırakırım bir yazarın birden fazla kitabını okumaya karar verdiysem. Med-Cezir’i gazete ile birlikte alıyorum, baskısı oldukça kötü ama kitap kitaptır. 1 liraya kitap almanın hazzı ise dayanılmazdır.

Med-cezir Araf’tan farklı olarak deneme formatında. Bu yüzden parçalar alınabilecek, üzerine konulabilecek tarzda. Siyasi görüşüme aykırı olduğunu düşündüğüm birkaç yerden sebep hafiften bir kıpırdama olsa da yüreğimde aynı şekilde sevmeye devam ediyorum Elif’i. Elif olmak zordur çünkü bu ülkede. Parça parça Ay’ın dönüşünü izliyorum, Med ve Cezir’den haberdar oluyorum insan ruhunun. Med-Cezir’i tekrar okumak istiyorum bir süre sonra. Tam algılayamadığım şeyler olduğunu düşünüyorum.
Bir sonraki durağım arkadaşımın bana hediye etmesiyle Şehrin Aynaları oluyor. İlk başta kitabın rengini seviyorum ve bir de üzerindeki fotoğrafları. Sonra başlıyorum büyük bir iştahla kitaba, aradan da süre geçmişken hazır. Şimdiye kadar okumumuş olduğum iki Elif Şafak kitabından daha farklı geliyor fakat bu kitap. Takip etmekte zorlanıyorum, bir sürü kişi var bir sürü cin var ortalarda gezen. Kitabı başladığım gibi bitirme hırsım ise ortalıkta kol geziyor. Dünya’da birden fazla kişinin tek hikaye etrafında buluşabileceğini anlatıyor tekrar bana. Zaten o kadar çok isim geçiyor ki kitapta takip edilemiyor olmasının bir nedeni de o. Aklı karışıyor insanın, Elif Şafak kafa karışıklığını seviyor. Kitabın son sayfalarını okuyabilmek için otobüsten inip durakta okuyorum. Kitabı durakta bitiriyorum. Bir sonraki otobüs gelene kadar üşüdüğümü hiç hissetmiyorum. Sanki Eceg ve Zündüg benimleler o anda.

Firarperest çıktıktan sonra hemen alıyorum. Elif yine ne yazmış diye merak ederek. Çünkü beklentilerim oldukça yüksek o anda. Daha iyisini yazmış olmalı diyorum. Şehrin Aynaları ile Firarperest arasında bayağı bir vakit var çünkü. Fakat kitabı okudukça bir boşluğa düşer gibi hissettim kendimi çünkü kitap kendi köşe yazılarından bir seçki. Böylesine gaza gelip farklı bir roman beklerken Elif’ten bu kazığı yemek hoşuma gitmiyor tabii ki. Birazcık kızıyorum kendime. Neyse diyorum, telafi edeceğiz.

Siyah Süt’ün bir otobiyografi olduğunu bilerek okumaya başlıyorum fakat sanki Elif tekrara düşüyormuş gibi hissediyorum. Yani hep aynı duygu minvalinde hareket ediyormuş gibi. Yaşadığı şeylere de üzülmüyor değilim tabii, depresyonla geçirilen ilk annelik dönemleri gerçekten zordur, şahit olmuşluğum vardır fakat işin içine yine cinler giriyor, yine bir şeyler oluyor. Kitabı okuma sürem uzadıkça uzuyor. Bitsin diye gözünün içine içine bakıyorum kitabın fakat kısa bir şey de değil namussuz. Kitapta en çok sevdiğim noktalar ara ara farklı Elifleri gösteren çizimler oluyor. Onlara geldim mi yenileniyorum, gücüm artıyor. Kitap bitiyor, ne diyelim iyi ki anne olmuş Elif Şafak diyorum fakat toptan aldığım Elif kitaplarına bir bakıyorum. Daha sırada Mahrem, Baba ve Piç ve Pinhan var. Hey gidi.

En uzun kitaptan en kısa kitaba doğru gitmeye karar veriyorum. Uzun zaman sonra Elif’ten güzel bir roman okumanın zevkini yaşıyorum fakat bu sefer. Ermeniler, Türkler birbirine karışıyor. Uzun zamandır aradığım çeşitliliği tekrar buluyorum Baba ve Piç’te. Yakın olan kültürler ile uzak olan insanları, uzak olmaya çalışan insanlarla kendini zorla yakın eden kültürleri görüyorum. Gülümseme tam da dudağımın kenarında, kitap okumayı sevdiğimi hatırlıyorum. Baba ve Piç’te geçen bar sahnelerini seviyorum. Saçma sapan ve amaçsızla yapılan konuşmaları seviyorum. İnatçı kadın figürleri ile lanetli erkeklerin hikayelerini seviyorum. Kocaman bir ailede yaşamadığım için üzüldüğüm dakikalar da olmuyor değil. Kitap bitiyor, üzerime hüzünle karışık bir mutluluk çöküyor. Birleşen hayatların varlığını seviyorum çünkü çok.

Mahrem, Baba ve Piç’in bıraktığı o arafı çözmeye geliyor. Mahrem’i diğerlerinden farklı bir yere koymam gerektiğini biliyorum. Şişman şişman gezesim geliyor, bir şişmanın ne hissettiğini bildiğim için kendime gülüyorum. Mahrem üst sıralara doğru ilerliyor, son bir kitap kalıyor Elif’ten ama artık Elif biraz tat vermemeye başlıyor. Sorun bende mi Elif’te mi bilmiyorum. Mahrem’deki sözlüğü en çok ben merak ediyorum, aralarda sinsilik yapıp sayfaları karıştırıyor ve kelimelere bakıyorum. Sözlük karıştırma tutkumun böyle bir kitap üzerinde yer alabilmesine seviniyorum. Sabırsızlığıma ise tekrar tekrar gülüyorum. Başımıza gelecekler var, kediyi öldüren meraktır.

Elif ile arkadaşlığımızın son durağı Pinhan. Evdeki Elif Şafak kitapları bittiği için biraz üzülüyorum, biraz da seviniyorum. Bu kadar üst üste okumuş olmanın verdiği rahatsızlığı duyuyorum ama hepsine söyleyecek birkaç şeyim olduğu için de seviniyorum. Elif beni araflardan araflara atıyor. Pinhan diğer tüm kitaplardan daha farklı, daha ağır dili şimdiye kadar okuduklarım arasında. Bir de ilk yazdığı kitapmış oysa ki bu Elif’in. Pinhan vurucu hali ile gözümde küçük ama etkili kategorisine giriyor. Ağdalı cümleler, devrik cümleler, şiirler… Hepsi Pinhan’da. Pinhan sadece hikayesi değil kapağı ile de beni etkiliyor ve ben Elif Şafak sayfasının kapanmasına 3 kitap kala bırakıyorum Elif okumayı.
O zamandan sonra tekrar Elif Şafak kitabı almadım ama hemen ardından TED’de şuna denk geldim;
http://www.ted.com/talks/lang/en/elif_shafak_the_politics_of_fiction.html
Ve okuduğum tüm romanlar, Elif hakkında düşündüğüm her şey Elif tarafından anlatılmıştı. Tekrar tekrar izlemek istediğim bir konuşmaydı bu. Hem İngilizcesi’ne hasta olmuştum hem de anlattıklarına. Elif’i %80 oranında sevdiğimi anladım sonra.
Seçtiği hikayeleri ve anlatış şeklini seviyordum Elif’in. Kadın olarak başarılı oluşunu seviyordum. Kadın olarak kadın olmanın ne demek olduğunu anlattığı için seviyordum Elif’i. Bir sürü şey daha vardı sevdiğim şey Elif’te. Sevmediğim şeyler onların yanında az olsa da vardı mutlaka; Mevlana ve Şems’e sürekli sırtını dayaması, günlük yazı şeklinin roman üslubu ile aynı olması gibi gibi.
Ama bazen idolüm dediğim kadına benzetirim Elif’i, severim içten içe. Siyasi görüşümüz üst üste gelmese de severim Elif’i.
http://www.uludagsozluk.com/e/12878106/
Bunu da yazmışım daha öncesinde, şöyle böyle işte.