• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: yağmur serisi

Yağmur Hikayesi XIII

20 Pazar May 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


İnsan beyninin uyuşukluğu öylesine insanın canını sıkan bir şeydir ki bir an önce bu uyuşukluk halinden kurtulmak istersiniz. Çünkü bu uyuşukluk sanki sadece beyninize ait değilmiş gibi değişik ataklarda bulunur, örneğin kollarınızı ve ellerinizi uyuşturmak gibi. Bu uyuşukluklar öylesine seri gerçekleşir ki, öleceğinizi sanırsınız. Canınız daha çok sıkılır. Dilinizin de uyuştuğunu görürsünüz sonra. Ağzınızda şişmiş, kocaman olmuş bir dil vardır şimdi. Ne kadar rahatsız edici olursa olsun atamasınız etkilerini, vücudunuz gerçek bir tepki oluşturana kadar.

Adam, gördüğü tablodan hoşlanmadı. Hissettiği uyuşukluğun ardından gelen algı açıklığı, ona istemediği şeyleri gösterdi. Kadının yerinde olmayışı tırnaklarına varan bir ürpertiye neden oldu. Nereye gidebilirdi? Göz kapakları olmayan bir kadın, ilgi çekmeden ne kadar yürüyebilirdi ya da hangi deliğe saklanırdı? Ya da aslında ilk sorması gereken soru “Hala evde mi?”ydi. “Evet.” dedi kendi kendine. Kalkıp odanın görünmeyen noktalarına baktı. Yatak odasının kendine has dağınıklığı içinde kadın vücuduna benzer bir şey göremedi. Yavaşça mutfağa ilerledi. Görmek istediği şey orada da değildi. Ayrıca olması da imkânsızlık dolaylarında dolanıyordu. Çünkü eroini ile buluştuğu nokta mutfaktı ve kadının oraya gitmiş olması saçmaydı. Ve gitmemişti zaten. Salona doğru ilerledi. Görebildiği yine kendi dağınıklığı ile öylece ellenmeden duran eşyalar ve odaydı. Yavaş yavaş sinirlendiğini hissetti. Böylesi dikkatsiz oluşu sinirlerine dokunmuştu. Şimdiye kadar işlediği hiçbir cinayetin böylesine anlık gerçekleşmesine izin vermediğinden olsa gerek, kaçmayı başarabilen kurbanların olması da imkansız-dı. Fakat bu seferi algı bozukluğunun ağına düşmüştü. Henüz yeni yeni geliyordu kadının çığlıkları kulağına. Tekrar yatak odasına döndü. Kanlı çarşaf onu cezbediyordu. Oluşan şekle bakıp bir fal bakmaya çalışacaktı neredeyse ama kendisini tuttu ve odaya girdikleri camdan aşağı baktı. Etrafta şaşkın gözlerle birbirine bakan insanları gördü. Hemen pantolonunu altına geçirdi. Bir gömlek de üzerine. Koşa koşa merdivenlerden indi. İlgi çekmemek için duraksadı. Ne hızlı ne yavaş adımlarla yürümeye başladı. Öyle bir acıya sahip bir insanın hızlıca hareket etmiş olmasına şaşıyordu. Adımlarını sıklaştırdı. Kaybetmek istemiyordu kadını. Diğerlerinin arasında parlayan kızıl saçını fark etmek için hafif sıçrama hareketleri yapıyordu. Ama görebildiği tek şey koca bulvarın sahip olduğu kalabalıktı. Evini buradan almış olmanın verdiği rahatsızlığı hissediyordu şimdi. Daha da hızlandı, gözüne çarpan minik bir ayrıntı gözünde bir pırıltıya neden oldu. Kadının düşürmüş olduğu kol düğmesi çöp tenekesinin yanında parlıyordu. Hemen o sokağa döndü. Gittikçe yaklaştığını hissediyordu. Avuçlarında bir ısınma ve hatta yanma vardı. Gözleri sabit bir şekilde arıyordu yolları. Gördüğü şey ona daha fazla zevk veremezdi. Kadın, eli yüzünde bir banka oturmuş soluk soluğa duruyordu. Yanına yavaşça gitti ve kadını kolundan tuttuğu gibi götürmeye başladı. Bir apartmanın giriş katına girdi, sağına soluna baktıktan sonra bodruma inmeye başladı. Kadını daha da çekiştiriyordu şimdi. Kadının çığlıklarını ise kadının ağzına doğru sertçe bastırdığı diğer kolu ile engelliyordu. Şimdi, tente altında tüm zerafeti ile süzülen kadından geriye göz kapakları olmayan, neredeyse bir hayvan gibi soluyan kadın kalmıştı. Ellerini, yaklaşık yarım saat önce yanında çırılçıplak yatan kadının yüzünde dolaştırdı. Kurumuş kan minik parçalar halinde döküldü. Enteresan bir şekilde kadında gözyaşı yoktu. Sanki gerçekleri görmek istermiş gibi başını sürekli olarak yukarı kaldırıyordu. Adamın eline baktı. Adam, elindeki çakı ile kadının elinin üzerindeki kesik deriyi deşmeye çalışıyordu. Derisini ince ince etten ayırmaya başladı. Kadın metalik bir titreme hissetti. Sanki binlerce iğne aynı anda batırılmıştı. Her şey, bir cinayet sahnesinden fırlamış gibiydi.

Hikayelerin filmlere konu olması çok da sıradandır aslında. Senaryolar da hikayelerin birleşimi ile ortaya çıkan şeylerdir. Bu yüzden ne kadar güzel bir hikaye yazılırsa o kadar güzel bir senaryo ve dolaylı olarak o kadar güzel bir film çıkar ortaya. Çekim koşullarını da göz önüne almak tabii ki de gereklidir. Fakat bu yolda ilk adım, senaryonun güzelliğidir.

Kadın, hissettiği acının en kısa sürede bitmesini isterken ve hatta daha fazla ne olabileceğini düşünmezken, tahmin dahi edemeyeceği bir şeyi adamın elinde görmüş olmak onu mahvetti.

Adam, kadına bakıp acımasızca gülümsedi.

Yağmur Hikayesi XII

18 Cuma May 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, kısa gerilim hikayeleri, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Yanılsama, insan beyninin en büyük oyunudur. Bir yanılma, yanılsama ve yanlışlama hali söz konusu olduğunda; beyin, kayıtsız bir şekilde üretir kendi gerçeklerini. Nasıl üretildiğini anlamak imkansız gibi görünse de kolaydır aslında. Çünkü yanılmak istediği sürece yanılır insan. Yanılma, yanılsama sürecinin başlangıcı vardır bu yüzden muhakkak. Örneğin çocuklukta adı geçen bir “yalancı”lık, geleceğin ihtisas sahibi “yanılsama”sına dönüşebilir. Görmek istemediğiniz şekilde algıladığın ilk şey, daha sonraları gerçekten görmediğin bir şeye dönüşür.

Kadın gözlerini eline dikti. Aynı anda adam da kadının eline bakıyordu fakat gördüğü şey kandan çok akan saygıydı. Kadnın gözlerine baktığında ise gördüğü mutluluktu. Kadın neredeyse çığlık atmak üzereydi. Hatta ve hatta elinin henüz ortaya çıkan keskin ve kesif acısı şimdi tüm vücudunu sarıyordu.Hissettiği şey tam anlamıyla bir kanserli hastanın hissettiğine denkti. Kusma isteği. Elinden akan kanı durdurmak için diğer elini ile tampon yapmaya çalıştı. Durmaya yakın olan kan, ince bir çizgi halinde elinin köşesinden akmaya başladı. Kadın elini kaldırdı ve ince kırmızı çizgiyi gördü. Görebildiği diğer şey ise o ince çizgi içinde dolanan minik bir solucanımsı varlıktı. Bilmediği bir canlı şimdi tam olarak elinde, derisinin içinde geziyordu.Kendisini tutamadan çığlığını yatak odasının rengine bıraktı. Adam, kdının kahkalarına bir anlam veremiyordu.Kadının ağzını açış şekli neredeyse – duyduklarına inanmasa- çığlığa uygun bir açıştı. Ama duyduğu şuh kahkahaları da inkar edemezdi. Gözlerinin onu yanıltıyor olduğunu düşündü ama bu da mantıklı gelmedi. Kadınlar, anlaşılması güç varlıklardı ve tam bir sevişme ortası yatağın içinde bu tarz davranışları göz ardı edemezdi. Etmedi de. Aklından geçen şey, kadının zevk kahkahalarından çok küçümseme kahkahaları idi. Öylesine ard arda ve öylesine aşağılayıcı olmayı başarabilmesi şok etmişti adamı. Daha fazla dayanamayacaktı.

Bilinç, sizin emriniz altında çalışmadığından; bilinçaltının da sizin emriniz altında çalışmayacağından emin olabilirsiniz. Bahsedilip durulan bilinçaltı oyunlarına dokunulmamasının nedeni de budur. Size ait olmayan br şeyden sizin üzerinize çıkarım yapılması bu yüzden gereksizdir.Siz, oluştur/a/madığınız bilinçaltı ile boğuşurken beyniniz bu salatayı aç bir obez gibi sömürür. Siz, oyunlar sırasında yalnız ve bilinçsizsinizdir. Gözleriniz kapalı olmadan gerçekleşen bilinçsizlik durumu sizin göğsünüzün tam ortasındadır.

Adam, dilinin altından çıkardığı minik neşteri kadının göz kapaklarının üzerinden geçirdi. Göz kapakarı ay şeklinde kesilen kadın, çığlıklar içinde dövünmeye başladı. Adam bu kahkahalara hala anlam veremiyor daha da sinirleniyordu. Kadının gözlerinden akan kan, kulaklarına kadar iniyordu. Oluşan tablo tam anlamıyla bir sanat eseriydi. Adam, kadının böylesine deli olabileceğini düşümemişti. Evine aldığı kadını şimdi öldürmek istemesinin nedenini bir türlü kavrayamadı. Ama kadın hala dengesizce kahkaha atıyordu. Göz kapaklarını zar zor tutan iki ince deri parçasını da kesti adam kadının. Tam anlamıyla açıkta kalan gözler şimdi adama doğru bakıyordu. Gördüğü bu gözler, hayatı boyunca göreceği son gözler olacaktı. Kadın, acının dayanılmaz şiddeti ile oracıkta bayıldı. Adam, kadının böyle bir acıdan dolayı ölmeyeceğinden emin şekilde yataktan kalktı. İlk defa kendi çıplaklığından utandı ve üzerine bir havlu aldı. Mutfağa doğru ilerledi. En sevdiği karışımı hazırladı. Su içti ve eroini koluna zerk etti. Bu su faslı onun için bir ritüel olmuştu. Sanki bu içtiği su onu ölümsüz kılıyordu. Düşüncesinin bulanıklaşmasının aksine görüşü netleşti ve yatağın üstündeki kana bakakaldı. Neler olup bittiğini anlamaya çalışırken bir şeylerin eksik olduğunu anladı.

Kadın, gitmişti.

Yağmur Hikayesi XI

18 Cuma May 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

adam, öznur doğan, kadın, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Yağmur kelimesinin geçtiği her paragraf hüzünlüdür biraz. Bu yüzden yağmur hep kötülüklere denk düşer hikayelerde. Yağmuru baz almak ne kadar doğrudur bilinmez ama insanın bu düşkünlüğü, hep kullanmaya iter onu. Ne zaman yağmur cümlesi kurduğunu düşünmeden en son, klişelere kapılır gider. Tıpkı yazar gibi.

Kadının panik hali bir an için yok oldu. Adamın göğsündeki hafif kıpırdama onu rahatlatmıştı. Ne olduğunu bilmeden, anlamadan –anlamak istemeden- adama baktı. Adamın dudaklarından dökülen sızlamalar, aslında bu ortamın şehvetini çoktan yok eden yaşananların üzerine tuz-biber oluyordu. Kadın, paniklemiş olduğunu fark etti. Sinirleri boşalmış bir şekilde yatağın sol köşesine yığılıp kaldı. Adam gibi kısa süreliğine “Hoşça kal!” demek istedi dünyaya. Ama bunun ne kadar acı vereceğini anlayınca vazgeçti.

Vazgeçmek… İnsanoğlunun belki de en savunmasız anının getirisi. Kaçmakla eşdeğer bir değer. Ne için, nasıl ya da ne zaman olduğu daha sonraları pek bir önem teşkil etmez. Çünkü cümleler hep “Vazgeçti.” İle başlar.  “Ama”lar sonradan takip eder. Sonsuz bir “ama”  denizinde yüzseniz de vazgeçmişsinizdir ve cümlelerin manasını yitirmemesi işten değildir. Vazgeçmek, seçimin getirisidir. Seçtiği her şey için yeni bir vazgeçiş çıkarırsın zulandan. Vazgeçmek, sonsuzlukta “Seçimsiz” kalmaktır.

Kadın, adama “Neyin var?” der gibi bir bakış attı. Yavaş yavaş kendini topluyordu ve bu sorunun cevabı gerekliydi. Adam, olanlar sanki çok normalmiş gibi devam etmek istiyordu. Köşede başlayan ve algı bozukluğu bazlı ilişkilerinin başka bir açıklamaya ihtiyacı olduğunu düşünmüyordu. Yaşananlara bakılacak olursa, her şey zaten zırva bir durum içinde hareket ediyordu. Sorulacak tün soruların yanıtlanamamazlığından emindi adam. Kadın, soracaktı. Bu bir kesindi. Nedense şimdiye kadar merağını iki ya da üç gün saklayabilen bir kadına denk gelmemişti. Kadınlar, soru sormaya programlanmış birer robottular sanki. Ya da “o” hep “öyle”sine denk gelmişti. Birden aklına kendindeki tuhaflığı düşünmek geldi. Yaşadığı ilişkilere baktığında en uzun ilişkisinin üç ay olduığunu bir kez daha gördü. Görmek istemediği şeyleri görmek adamı hep yoruyordu. Bir sevişme sahnesinin böyle saçma düşüncelere yer verebiliyor olması sinirini bozmuştu.  Yan tarafta, gömleksiz bir şekilde uzanan kadına baktı. Adamın bunları düşündüğü sürede kadın “neden böyle” olduğunu, “sorunun ne?” olduğunu, ve daha pek çok “olup-olmayışı” düşündü. Üzerini giyip odayı terk etmekte kararsız kaldı. Yanında sırtüstü yatan adamın göğsündeki boşluk onu korkutuyordu. Tam iki kaburgası arasındaki gereğinden büyük boşluk ve hissettiği yumuşaklık onu tedirgin etmeye yetmişti. Yaşadıklarının tekrarlanabilme ihtimalinden dolayı.

Tedirginlik en lazım olmayan zamanlarda öyle bir yapışır ki insanın yakasına, kurtulmak için büyük çabalar sarf etmeniz şart hale gelir. Tam bir ikilem ortası düşünce karmaşası halidir. “Evet” ya da “Hayır”a dahi karar veremezken, büyük seçimler yapılması gerektiğindeki  tedirginlik, bir sokak kedisinin yemek aramasındaki hızı gibidir. Öylesine uyuz edici bir yavaşlıktadır ki saatlerinizi yiyebilir. Bir köşeye oturup izlemeye başlarsanız bir şeyleri, aynı şekilde o da sizi izler. Tedirginlik, kararsızlık, dilemma… Ne denirse densin insanı denizin içinde boğması gerektiğini bilerek hareket eder. Beklenmeyen bir anda üzerinize gelen dalga gibi, beklemediğiniz bir kararsızlık anında beklentilerin kararsızlığına rağmen kararlı ve beklentisi yüksek bir şekilde sizi kararsızlaştırır.

Adamın sahip olduğu algı bozukluğu, işte böyle sahnelerde çok işe yarıyordu. Kadının anlamsız bakışları altında o da en az kadın kadar anlamsız bakışlar fırlatıyordu güne. Anlamaya çalışmayan kadının yerine geçişti, öylece düşünmeden uzandı yatakta. Kadın hala pür dikkat adamı izliyordu. Yaşadıklarını ve yaşayacaklarını düşündü. Elinin kesilmesi ve kesilmemiş gibi görünmesi. Ve hatta şu anda dahi normal bir görüntü sergilememesi onu korkuttu. Neden böyle durumlar içine düştüğü başlıklı konuda alt başlıkları sırasıyla incelemek istiyordu. Böyle şeylerin yaşanmasına neden izin verdiği gibi. Adam kadına doğru döndü. Sol tarafındaki görüntüyü sonsuzluğa fotoğraflamak istedi. Buğday teninin güzelliği ve parlaklığı ile yanından ayrılmak istemeyeceği kadın tam da önünde uzanıyordu. Korku dolu bakışlarına rağmen hala cazibesini kaybetmemişti. Bir kadın nasıl oluyor da böylesine donanımlı oluyordu? Diğerlerinden farklı kılan özelliklerin çokluğuna rağmen onu diğerleri ile aynı kategoriye koyma isteğine karşı gelemese de düşünmeden edemiyordu. Elinin kadının teninde gezdirmeye başladı. Kadının tekrardan irkildiğini gördü. Hatırlamadığı noktalara rağmen kadının bu kadar hazır olması onu şaşırttı.

Kadın, adamın elinin soğukluğu ile irkildi. Sanki bir ölünün dudakları geziyordu teninde. Sanki bir günahın acısını o yatakta yaşıyordu. Ne yapması gerektiğini bilmeden adama doğru yaklaştı. Bugüne özel bir şeyler katmak istiyordu. Boynuna doğru yaklaşıp kulağının altından adamı öptü. Adamın ellerine tezat bir şekilde vücudunun geri kalanı resmen yanıyordu. Bu değişik durumu ötelemesi gerekip gerekmediğini sorgulayacaktı ki adamın dudaklarını dudaklarında hissettiğinde sadece bu ana ayak uydurabildi.

Gözlerini açtığında gördüğü sadece elinden oluk oluk akan kandı.

Yağmur Hikayesi IX

25 Pazar Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Bir bakış ile pek çok şeyi çözme çabası genelde filmlere konudur. Uzun bir film boyunca sözlerin eksikliği filmin sanatsallığını arttırır diye düşünülmesi de bundan gelir. İnsanların uzunca süre düşünecek zamanları yoktur çünkü hayatta ve bir film süresi olan 110 dakikada düşünüp, sinema çıkışı tekrar düşünmemeye gömülmek çekici gelir bu yüzden. Kimse, sinemanın karanlığında yanındakinin ne düşündüğünü düşünmez ve düşündüğünü düşünmediğinin düşünce kendi aklına gelirse işte o zaman rahatlar ve kendi düşüncesinin peşine düşer.

Kadın, adama bakmak zorunda kaldı. Aslında bakmasa da bir şey fark etmezdi fakat bir süre sonra eline bakabildi. Elinin üzerinde hiçbir şey yoktu. Adamın elini minik bir neşter ile kestiğine yemin edebilirdi. O kesikten ve hatta kanının sıcaklığından başka bir şeyden emin olmadığı kadar emindi.

Adam, tekrar kadının gözlerinin içine baktı ve gülümsedi. Aslında bunun olacağını çoktan biliyordu. Her şeyin plansız görüntüsünün altında planlanmış harika bir oyun vardı. adam tekrar kızarmış dudaklarını kadına uzattı. Kadın, tereddütsüzce uzattı dudaklarını. Aslında bu durumda karşı koyması gerektiği gün gibi açıktı ama o da bu öpüşmenin neler getireceğini bilmek istiyordu.

Bir durumun çok da net olması o durumun olmaması gerektiğinin getirisi ile birleşse de pek bir şey ifade etmez tutku devreye girdiğinde. Tutku, sizi esir aldığında gerçek bir esirliktir bu. Tutkularınızın esiri olmak, nikotin sakızının bıraktığı etkiye denk değildir. Bir anda ve hatta hastalıktan da daha beter bir şekilde yayılır. Sadece size değil, ilişkiniz olduğu insanları da. Sizi neredeyse mahvedecek duruma gelir. Sadece seks tutkusu değildir bu, yaşama tutunma tutkusu da olabilir. İsteklerin tutkuya dönüşmesidir yani anlatılmak istenilen. İsteklerin böyle bir boyuta çıkması, herkes için kabullenilir ve başaçıkılabilir bir iş değildir. Kişiyi sarsar şöyle bir. Ardından tıpkı adamın yaptığı gibi gözlerinin içine bakar ve “bana aitsin” der. Bu aidiyet çok hoşa gitmez ama için için bu aidiyete bağlanmak ister kişi.

Zamanın nasıl geçtiği ya da geçiyor olduğu önemli değildi. Adam elini kadının gömleğinin içine sokmuş, kadının boynundan aşağı beline kadar süzülmüş yağmurla karışık ter tanelerini yok ediyor, kadını daha da kendine çekiyordu. Kadın ise adamın saçlarının arasına elini sokmuş hafif bir çekme edası ile şehvetle öpüyordu adamı. Yoldan geçenler bu görüntüye alışık değildi tabii ki ama umursamıyorlardı. Birilerinin bir sokak köşesinde öpüşüyor ve hatta neredeyse sevişiyor olmaları pek önemli değildi. Adam bir an kendisini geri çekti, kadın da buna ayak uydurdu. Adam, kadının elinden tuttu ve onu götürmeye başladı. Daha da tutkulu bir hal alıyordu her şey. Kelimeler ihtiyaç yoktu ve sanki bu yaşanılanlar o saçma salak sanat filmlerinden çıkmaydı. Konuşma yok, sadece eylemler var ve fakat zaten sevişmenin ve öpüşmenin de bir konuşmaya ihtiyacı olduğu pek savunulur bir şey değildi onlar için. Köşeyi döndükten sonraki ilk sağa saptılar. Evin arkasında olduğu anlaşılan merdivenden yukarı çıkıp, ne kapı ne de tam anlamıyla pencere olan bir yerden içeri daldılar. İçerisi alabildiğine sadeydi. Tezatlığın “t” harfi henüz uğramamıştı bu eve. Az önce cebinden neşter çıkaran bir adamın evi olmasa gerekti ama duvarda asılı olan aile resmi ve bu tablodaki adam her şeyi gün yüzüne çıkarıyordu. Pencerenin yaklaşık olarak 2 metre uzağında olan yatağa doğru ilerlediler.

Sevişme sahnesinin geçtiği yerlerde insanlar şöyle bir durup hayal etmek isterler. Nerede nasıl oluyor, kim hangi davranışta bulunuyor? Kadın ve erkek bu zamanda ne düşünüyor, düşünmüyorsa bu düşüncesiz olma durumunun devamı ne kadardır gibi? İşte tam da bu zamanlarda ne filmlerin ne de romanların kahramanları bunları düşünmezler. Düşünürlerse bunu karakter değil yazar düşünmüş olur. Okuyucular ya da izleyiciler yazarın beynine girmiş orta boyda bir hamam böceği gibidirler. Yazardan bir şeyler çalarak ortaya koyarlar düşüncelerini. Yani beyinleri yiyerek ve o cıvık ortamda hareket ederek kendi doğrularını oluştururlar.

Kadın, adamın üzerini yavaşça çıkarmaya başladı. Bu sırada eline bir kere daha göz atmayı unutmadı.

Gördüğü şey, görmek istemediği anıları kadar silik fakat yeni yanmış deri gibi tazeydi.

Yağmur Hikayesi VIII

25 Pazar Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Yürümeye devam etmek, bir misyonu yüklenip sırtına kolay değildir herkes için. Başlangıç noktasından beri peşinizde olan gölgeniz ya da kendiniz ile yürüyebildiğiniz kadar yürüme isteği bırakmaz işte peşinizi. Birkaç kallavi küfür savurursunuz sağa sola, sadece bu kadardır yapabildiğiniz çünkü kendinizle çelişiyorsunuzdur. Evet tam da öyle olur. Ne istediğinizi dahi bilmesiniz beyninize üşüşen eylemler arasında en mantıklısını seçme mantığı çerçevesinde “ha gayret” sözleri dökülür.

Kadının topuklu ayakkabı sesleri yankılandı sokakta. Henüz biten yağmurun aksatıcı etkisi teninde geziyordu. Biraz daha kenara bassa topuğu kırılacak gibiydi ve yerlerin ıslaklığı sinirlenirini iyice bozuyordu. Ağlamak gibi bir isteği kol geziyordu o saatte. Yerler ıslaktı, ona uygun olmayan bir durumdu bu.

Adam ise aklında olan şeylerin hesabını yapmadan takip ediyordu kadını. Seslenmek gibi bir gaflette bulunup bulunamayacağını düşünüyordu bir de. Yapması gerekiyor muydu ki?
Arada kalınan anlarda cümlelerin ya da düşüncelerin sonuna konulan soru işareti pek çok şeyi gölgeler aslında. Neden bir işaret pek çok duyguyu anlatabilsin ki? Tıpkı bunun gibi.

Adam, adımlarını hızlandırdı kadının omzuna dokundu ve
“Pardon” dedi. Kadını belinden kavradığı gibi dönmek üzere oldukları diğer bir köşeye yasladı. En başından bahsedilen köşe anlatımı yine kendini belli etti bu durumda. Elini kadının boynuna doğru götürürken, kadın bir kararsızlık ile kendisini geri çekse de bu çekime karşı koyamadı. Bir öpüşme yağmuru başladı o anda ikisi için de. Kadın ve adam cennetten kovulmuş Adam ve Eve’in öcünü alırcasına, ıslak bir yerde öpüşüyorlardı. Nasıl ya da ne için böyle bir duruma düştükleri pek de gündemde değildi ikisi için.

Saçma soruların akıldan yollanılması ile yapılabilecek şeylerin listesi çok uzundur. Bir insan dahi öldürülebilir böyle bir durumda. Evet, tam da budur. Ya da bir işkence düşünmeye başlandığında durulmaması da bundan gelir ve de buna çıkar bütün sapkınlıkların sonu.

Kadın, adamı kendine doğru çekti. Onun elini kendi eline sıkıca kenetledi. Sadece “Gitme” anlamı taşıyan bir eylem değildi bu. Neden öyle olsun ki sadece? Kadın, futursuzca dokunuyordu adama, sadece dokunmak istediği için. Akıllarını ve mantıklarını işte o ilk tente altında bırakmışlardı. Taşımalarına gerek yoktu. Öpüşme devam ediyordu, nefeslerde bariz bir kesiklik bir heyecan vardı. Bu öpüşme sahnesinin bu köşede kalmayacağı kesindi. Ve fakat öpüşme tam da o anda sona erdi.  Adam, “Ben ne yapıyorum?”u sordu kendine, kadın “Hayır, olamaz!”ı söyledi. Yapmaları gereken şeyleri hatırladılar.  Adam cebinde taşıdığı küçük neşteri çıkarıp, kadının elinin üzerine bir çizgi attı. Kadın ne olduğunu şaşırmıştı.
Sadece adamın gözlerine baktı.

Yağmur Hikayesi VII

25 Pazar Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Hayatın neresinden tutulup, neresine kapak atacağını bilmeyenler için, bir köşe belki de sadece köşedir. Olası pek çok hikayenin kahramanıdır oysaki bunlar.

Kadın, sakince yürürken dinmiş yağmura inat; adam sadece adım attı akşama. Bir yerlere gidip içeceği bir kaç tekila pek çok şeyi unutturacaktı aslında. Ertesi sabah uyandığında hissecedeği baş ağrısını dahi umursamadan yürüdü yavaşça. Kadın o anda bir koku duydu yanında. az önce tente altında karşılaştığı adamın kokusuydu bu. Pahalı ve seksi kokan o parfüm. Arkasını döndü ve adamla göz göze geldiler.adam bu sahneyi sanki çok uzun zamandır planlıyormuş gibiydi. Kadına daha da yaklaştı. Bu gece yalnız geçmeyecekti. ve yanında olmasını istediği kadın, az önce gördüğü kadındı.

Yanına daha da yaklaştı, kadın ise adımlarını hızlandırdı.
İstemediği buydu, bir hikaye başlamak istemiyordu. Aslında bir hikayeyi başlatacak her oluşum mevcuttu. Ama bunu kaldırabilecek bir yapıda değildi. Daha da hızlandı.

Bir şeylerden kaçmak, hem de istediğin halde kaçmak çoğu zaman daha da sıkıntı verir insana. “belki” ile başlayan cümleler işte tam da bu noktada başlar konuşmaya. Bir cümleyi susturamayacak kadar aciz oluverirsiniz böyle anlarda. Bir sevişme anıdır sanki, daha ileri gidişine “hayır” diyememeniz gibi. böyle cümlelere başladığınızda, aslında pek çok bitmeye başlar. kendine olan saygınız dahi. yoldaki bir fahişeden farkınız olmaz böyle zamanlarda. kısa süreli küçük düşürüşlerdir bunlar.

Adam adımlarını daha da hızlandırdı fakat anlaması gerekeni anladı ve döndü başka bir yola doğru. Aklında sadece kadınla geçirebileceği akşam vardı. Bu kadın için de öyleydi aslında. öyle bir arzu vardı ki aralarında, Ne kendilerine itiraf edebiliyorlardı ne de birbirlerine. Hatta bu istek, o saniyede ikisini de kemiriyordu. Kadın çantasından bir ıslak mendil çıkardı ve boynunu sildi. Kendisini kötü ve kirlenmiş hissettiği zaman yaptığı bir şeydi bu. Adam ise üçüncü ya da beşinci sigarasını yaktı kendi nezdinde. Bir çakmağın neleri daha yakabileceğini düşündü. Bir mağazayı yakabilirdi mesela ya da yatağa bağlanmış bir kadını. Evet, en çok da böyle bir şey yapmak istedi. Etrafı tamamen alevlerle çevrili bir yerde bir kadınla delicesine sevişmek ve kadını sonra yangının içinde bırakmak.

Düşünceler çok hızlı geçtiği zaman akıldan, öyle bir an olur ki insan kendi yaptığı hareketi kendine açıklar olur. Şu an yürüyorum, şu an gülüyorum, şu an üşüyorum gibi. sonra da toparlamak için gözlerini kapatır. “Şu an gözlerimi kapatıyorum.” ve kapanır gözler. Ama karanlığın misyonu sona ermez burda. asla ermediği gibi.
Kadın, sonsuz bir yoldaymış gibi hissetti. Adam ise sonsuz bir düşünce halindeydi. Bu ilk bakışma ve konuşmadan sevişme, ikisini de çok etkilemişti. Ve şimdi ikisi de birbirlerine karşı daha çok arzu duyuyorlardı.

Yağmur Hikayesi VI

19 Pazartesi Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Anlatmaya çalışmak ile anlatabilmek arasında ince çizgide kalmak çoğu zaman sinir bozucudur. Haberdarsınızdır pek çok şeyden fakat haberdarlığınızı bilemeyecek kadar da bitkisel hayatta. Pek çok doğrultuda yaptıklarınız ve yapmak istedikleriniz çelişir.

Kadın bir an önce yeni bir sigara yakmak ile çekip gitmek arasında kaldı. Sadece tente altında yaşamaya karar kıldı. Yağmur dindi, yavaş yavaş kişiler dağıldı. Geriye kalan sadece adam ve kadındı.

Bir asansör, bir otobüs ya da başka bir yerde tanımadığın birisiyle kalmak, insan davranışlarını etkiler. Susmak, sadece o anda kişilere yüklenen bir misyondur. Konuşmak koca bir tabu. Yanındaki ile göz göze gelmek dahi yasaktır böyle anlarda. Belki de kısa yollu kollektif yıkımdır bunlar. Bir yerlerde birilerini yakalar, kısa süreli sinir bozukluğu yaratır ve bırakır gider.

Kadın, adama doğru yaklaşmak isterken pek çok şeyden vazgeçti. Yaklaşmak yeni bir şeylerin başlaması olacaktı çünkü ve kadın bu yükü kaldırabilecek kadar kabiliyetli değildi. Öyle olsaydı şimdiye kadar zaten yalnız kalmazdı. Bu düşünler içinde, adam da aynı şeyden muzdaripti. Kocaman bir boşluk içinde yaklaşık 36,5 yıl çabalamış ve hala durulmamıştı. İstediği öylesine sakin, öylesine ıssız bir yaşamdı.

Kadın topuklu ayakkabısının tokasını düzeltti, eteğini kalçalarına yerleştirdi ve gömleğine son olarak düz bir görüntü verdi.
Minik bir tebessüm ile adama baktı. O anda içinden gelen pek çok şeyi o anda dizginledi. Sadece ufak şeyler ile mutlu olmak isteğini dahi. Ve topuklu ayakkabılarından çıkardığı aheste sesle köşeden döndü.

Adam, saatine baktı. Düşüncelerinin akış hızına şaşırdı, pek çoktur burdaydı. gitmek istedi. aslında herhangi bir yere değil, kadının peşinden. gitmedi.
Gitmemesi gerektiğini biliyordu. bir hikaye başlatabilecek her şeyden uzak kaldı. En dipte, en alakasız noktada sıkışıp kalmak işine yaradı.  Kadın, köşeden dönüp; tarihsizliğe ve zamansızlığa uzandı, adam yağmurun bitişine duacı olarak ceketini düzeltti. Aynı köşeden döndü.

Eğer bir köşe varsa bir hikaye yaratabilecek, pek çok hikaye yaratabilir aynı anda. Birisi için yeni olarak görülen bir hikaye, pek çoğu için alakasız bir görülür. Hikaye yaratmak bir noktada bitse de, kahramanların misyonu asla bitmez. Onlar hikaye dışında devam eder işlerine.  Adam, kadının peşinden gider. gerekli olan her şey, yazar dışında devam eder. Karakterlerin bir hiç olduğunu düşünmek; çoğu zaman düşüncesizliktir.
Bir köşe, pek çok şey yaratabilir. bir aşk, bir sevgi, bir hikaye.
Pek çok kişi, bir köşe arar.
Sadece arar.
Arar.

Yağmur Hikayesi V

19 Pazartesi Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Asla mükemmeller yaratmayan kişiler için, bir şeyleri çabucak yapmak ya da tamamıyla yapıp bitirmek zor gelir. Çünkü yapması gereken şeyler içinde kendi ile çelişir. Bu, beraberinde tembelliği de getirir. Çoğu tahlil unsurlarının bir arada kullanıldığı zamanlarda karakterler muhakkak bir şeylere zorlanır. Bir iyilik ya da kötülük haline, ululuk ya da adilik haline hatta ve hatta fazlasıyla açık ve kapalı bir hale. yazar için kolay olan şey bir karakterin yönünü belirlemek değil, onu bu yönde anlatmaktır. eğer karar verirseniz bir şeylere, işte o zamandan itibaren kolaylaşır çoğu şey.
Adam, kadına bir sigara uzattı ve sakince kendi de bir sigara aldı. bu eşlilik durumu genel bir kriterden çok, yağan yağmura küfür niteliği taşıyan bir hareketti.

Adam yağmurları ve bu yağmurlar ile birlikte gelenleri sevmezdi. Sevmek istemezdi. Bir şeyleri yağmurda kaybetmişliği de yoktu oysa. Yani, dönüp dönüp hatırlayacağı bir çocukluk nevrozu da yoktu, gençlik psikozu da. Bilakis, oldukça rahattı bu yandan. fakat sevmiyordu yağmuru ve onunla birlikte gelenleri.
Bir kişinin yağmuru sevmediğini duyduğunuz da sanki siz çok severmiş gibi şaşırır kalırsınız. Oysa ki yolda paçalarına sıçrayan yağmurdan en az siz de onun kadar nefret edersiniz. Şöyle düşünürken, bahsedilip durulan klişe yağmurda ıslanma durumu ise çoğu için gerçek olamayacak kadar hayaldir. çünkü yağmurda ıslanmak, ıslanmaktır. Bir yıkanmadır ve bir veveyla içinde çoğu insan tembeldir. Yağmurda ıslanmak meşakkatlidir. Yağmurda ıslanmak sorumluluk ister.
Kadın ise oldukça hızlıydı bu konuda. Sigarasını yaktıktan sonra yoğun bir duman çıkardı. duman, yakmak istediği pek çok şeye tanıktı. Yanındaki adamdan gelen parfüm kokusuyla yağmur kokusunu karıştıran bu lanet günü yakmak istiyordu ilk olarak. Ama sorunlu bir kadın olarak görünmek ona göre bir şey değildi. Tam da istediği aldığı sigaradan zevk almaktı, eğer alabilirse.

Yağmur dinmek bilmiyorsa, çoğunlukla duygular da dinmek bilmez. Tente altında duran insanların bir film karesinden farklı kalmaz ve birilerinin canı mutlaka sıkılır. Yağmur kasvet verir, insanın duygularını sömürür.

Zamanın akışı ile pek çok kişi ayrıldı tente altından. Kadın ile adamın sigaraları ise bitti. Kadın, kendini konuşmak için zorunlu hissetti. Bir şeyler söylemek isterken sadece kekeleyip kaldı:
– Je su, je suis..

Yağmur Hikayesi IV

19 Pazartesi Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Eğer bir sigara ile başlarsa bir ilişki, genellemeler içine sokularak çoğu zaman “başlar” ilişki olarak görülür. Sigara sadece bir sembolse arada görülen, bu sembole karşılık veren herhangi bir canlı da alıcı olur bu durumda. Ve iletim yolları arasında gözler var ise, bir şeylerin başlamaması için başka şeylerin olmasına gerek yoktur. Bir kıvılcımın bir yerden bir yere gitmesine, bir yerlerde yer edinmesine ve bir kişide belirmesine sebep olacak çoğu şey ki bunlar pek çok insan için farklı şeylerdir; neden olan şey, bir başlatıcı kabul edilir. Bütün bir duygu yoğunluğu içinde bir sigaranın yanışı sadece akciğerlere olan bir yardım değildir, ortamın gelişimi için gerekli olan yatay geçişi de sağlar. Sigara yandıkça, nelerin de onunla birlikte yanıp gittiğini tahmin etmek dışarıdan bakan birisi için zordur. Çoğu zaman bir sigara çok sıradan kimi zaman ise değişilmeyen bir ayrıntıdır ve ne olursa olsun bir sahnede sigara geçer ise, işte o sahnede sigara kesinlikle yakılır.

Uzunca bir süre göz göze bakmanın etkisi ile adam cevap verse de bu soruya kadının duyması işten değildi. Ne istediğini unutmuştu çünkü, aradan geçen belki de bu kısa süre, adamla olan algı bozukluğuna inat kendisine döndürmüştü her şeyi.

Bir kişiye dışarıdan baktığınızda çoğu şeyi anlayamazsınız bu yüzden ve bu yüzden insanlardan kaçmak istersiniz. Öyle bir kaçmaktır ki bu, ne istediğinizi kendiniz dahi bilmeden bir o yana bir bu yana yuvarlanmaktır hayatın içinde. Önemli olan ise neleri ezip geçtiğindir. bir tanımsızlık peşinde koşarken, hangi tanımları çiğnediğindir. Eğer yağmur yağıyorsa ve insanlar bir tente altına toplanmışlar ise, bir şeyler olacak demektir.

Yoğun bir parfüm ile toprak kokusu vardı tam o anda saat 21,15’i gösterirken. Yağmur ile birlikte gelen toprak kokusuna pek çok kişinin tahammülü yoktur aslında, önemli olan tek şey pek çok kişinin toprak kokusuna iyi demesidir onun nezdinde ve o da arkada kalmamak için iyi der. böyle bir durumda aradan seçtiği parfüm kokusuna sığınmak ise, gerçek bir sığınmaya eşdeğerdir. Kocaman bir boşluktan kurtulmak istercesine çırpınmak. Lanet bir toprak kokusu arasından yoğun ve şehvetli bir parfüm kokusunu alabilmek. Bu sırada neler dönerse dönsün kişilerin beyinlerinde, eğer bir tente altındaysanız ve üşüyorsanız yüzünüzden belli olan tek şey hoşnutsuzluktur. Uzun zaman sıcakta kalıp, üşüyor olmanın verdiği huzursuzluk.

Yine de adam kafanı çevirip bakabildi bir anda. o an nelerin kayıp nelerin kalacağı pek çok rivayete göre değişiyordu kadında. Kadın sabırsız adam ise gerektiğinden fazla sakindi, çoğu zaman sinir bozucu bir boyuta varırdı bu. İşte bu miskinlik halinde cevap verdi;
– Oui. J’ai…

Yağmur Hikayesi III

19 Pazartesi Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Bir bakış çoğu filmde yeni bir başlangıçtır, kız köşeden dönerken (ki bizim kahramanımız da dönmüştür bu köşeden) birisiyle çarpışır ve her şey başlar. Ya da bir duraktır beklenilen yer ve bir bakışma çoğu şeyi başlatır.

Adam, kadına baktığında gördüğü şeyin farkında değildi. Görüyordu fakat neyi gördüğünden, nasıl gördüğünden ya da neyi görmesi gerektiğinden bi’haberdi. kadın ise bütün dünyanın sinsiliğini ve fesadını içinde barındırabilecek kadar şehvetliydi. Baktığı bir kişiyi etkilemek için deneyeceği yollar birden fazlaydı ve bir yağmurlu havada bir tente altında eğer birisiyle göz göze gelebiliyorsa, işte o zaman yine dönecekti bir senaryo aklında.

Dünyada pek çok hikaye de buna dikiz gidiyordu zaten, bir taraf muhakkak diğerinden daha fazla hilekar ya da daha aptal oluyordu, sonra her şey son buluyor gibi görünüyordu. son buluyor muydu peki? pek çok kişiye göre hayır olur bunun cevabı fakat kahramana kalırsa evet idi.

En sonunda gördüğü şey bir çift gözden çok yanan iki adet odun parçasıydı kadının gözlerinin tam ortasında. Adam, “görme”nin rahatlığına erişmiş halde bakıyordu artık kadının gözlerine ki bu gözlerde gördüğü şeyler onu tatmin etmişe benzemiyordu. Hayalinde canlandırdığı pek çok şeye tezattı bakışları kadının, bir o kadar da saçma. Bir kadın profili çizecek ise, asla böyle bir kadın çizmezdi. Çizse bile emindi ki bu hiç kimseyi ilgilendirmezdi.

Kadın, sakince yaklaştı adama, adamın parfümünü içine çekti, kaliteliydi. Anlaşıldığı üzere, parfümün sahibi kaliteli bir koku kullanıyordu. O parfüm kokusu yerine bir ten kokusunu da tercih edebilirdi ama şimdilik bu parfüm kokusu da idealdi. Kendi sınırlarıyla çizdiği bu adam profilini oturtmaya çalıştığı için uzun zamandır, öylesi yalnızdı. Hayır yalnızlığı içsel değildi, kendisi ile dolu bir yaşamdı onunki fakat arkadaşı yoktu. Sıradan bir duruma karşıt deli gibi doluydu kendisiyle. Sonsuz bir benlik içinde yüzüyordu. Sakindi bu yüzden ve adama yaklaştı sakince;
-Avez vous un cigaratte?

Yağmur Hikayesi II

10 Cuma Şub 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

anlam, öznur doğan, hikayesi, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Hayatın bir yerlerine, köşesine ya da berisine kendini yerleştirmek kolaydır. Bir adamsanız ve yağmur yapıyorsa, bir tente altında bulunan insanlara da uyum sağlarsınız kolayca. Ne olduğu ya da ne olması gerektiğini düşünmeden devam edersiniz. Birileri bir şeyler için ışık yaktığı zaman, siz durmazsınız. Doyumsuz olmak ile ilgisi var mıdır yok mudur soruları henüz burada yer alamayacak kadar sığdır. Bir hikaye yazarken insan ki yazmışlığı varsa daha önce, usturuplu yazar, kendi gibi yazar ama yok ise bir yetenek ya da bir istek, cümleler takipsizliği takip eder.

Adam öylece sokulmuştu insanların yanına, dört erkek, beş de kadın vardı tente altında. Fotoğraf çekmek isteyenler için güzel bir kareydi aslında. Vardır ki böyle bir düşünce, bir yalnızlık karesi gördüğümüz anda fotoğraflamak. En az bu düşünce adamın yanında duran kadın için de geçerliydi. Bir yerlerden bir hikayeye başlama isteği, kadın için gerekliydi. Adamın hikayesinin içinde nereye kadar yer alacağını bilmeden sayıklıyordu bir şeyler sessizce; “Sen, sen, sen”. Sayıklanabilecek kelimeler arasında anlamsız bir yeri vardı “sen” kelimesinin. Kimden bahsedildiği belli olmadan söylenen bu kelime, aslında açık bir anlam içeriyordu. Çok düşünmeye gerek olmadan bulunabilecek. Sen, çok anlama gelebilirdi elbet. Bir bebek, bir aşk, bir adam, bir kadın, bir öpüşme ya da sevişme. Sen diye nitelendirilebilecek her şey için kadın, düşünmeden sen diyordu.

Adam ise umursamazdı bu görüntü için. Kim bilir bir gün içinde kaç farklı manyak ile yüz yüze geldiğini hesaplama ihtiyacı duymamıştı. İnsanlar bunun için de ihtiyaç duymazlardı zaten, bir tente altında olabilecek şeyler arasında işte bu yüzden bu yoktu. Kadın dilince “sen” ile dökülüyordu baştan aşağı, bir yalnızlık ıslaklığı vardı teninde. Adam ise bir yangın yeriydi. Bir tezat vardı fotoğraf çekmek isteyenler için.
Adam kadına baktı. Bakması gerekiyordu bir şeylerin başlaması için. Ama bu bakış aslında bir “hiç”ti. Hiçbir şey başlamıyordu ve bu hikaye aslında yoktu. Kadın ona döndüğünde başlayacaktı her şey ve kadın ona döndü sakince.

Yağmur Hikayesi I

09 Perşembe Şub 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

adam, algı, öznur doğan, hayat, hikaye, kadın, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, yağmur, yağmur hikayesi, yağmur serisi


Saat dilimlerinin nereyi ifade ettiği belli olmayan günlerden, birkaç kurutulmuş hikaye ile birkaç yalnızlık senfonisi vardır hayatta. Köşeyi döndüğü anda artık yalnız değildi adam. Üç bina öncesi başlayan bu takipsizlik, her an yakasındaydı. Obsesif kompulsif hikayelerini yanına alarak (filhakika kendisi de böyledir, midir?, ki?) o köşeden döndü. Köşe, yalnızca köşe olduğu zamanlar iyidir. Bir hayat başlatıp, bir hayat sonlandırdığında hiç de iyi denemez onun için. Mamafih, zaman ve tanımsızlık terimleri bir köşe oluşumuna engel olamaz. Adam işte tam o köşeden döndü hayata, elinde dosya kağıtları ile. Dosya kağıtları ki, hastaneden az önce verilmiş olan; %25 algı bozukluğu. Bu bozukluk, çoğu zaman işine yarasa da, çoğu zaman zorlaştırır hayatı. Bir sözcüğü, binlerce ifade ile ifade etme ifadesi gayet de ifadesizdir bu durumda. Bu dosya kağıdı, bir şeylerin yok oluşunun tasdiknamesidir.

Bir yetenek, bir anı, bir hayat daha.

Köşeden döndü adam, artık dönmeliydi ve olası yağmur hikayelerinin geçtiği günde, değil bardaktan boşalırcasına, çiseleyerek yağıyordu yağmur. Dönmesi ile soluna ki bu sol duygusuzluğa başladığı soldur, hissizliğe ve algı bozukluğuna; bir kaç kişi gördü bir tente altında. Usulca yanlarına geldi, geldi de bilinçsiz bir hal vardır kendisinde. Bir şeyler yapma isteği değildi bunu yaptıran, hayatın akışına kendisini bırakıp, onlarla akmaktı isteği. Ve aktı da güzelce velev ki, bu çoğu oluşun başlangıcıydı.

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...