• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: göğe bakma durağı

The Lion King / Aslan Kral

05 Salı Ağu 2014

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 1 Yorum

Etiketler

aslan kral, aslan kral inceleme, aslan kral izle, bakhtin, beauty and the beast, disney, disney production, göğe bakma durağı, Habil ve Kabil, Hakuna Matata, inception, mufasa, nala, rafiki, scar, simba, the lion king, the sleeping beauty, Turgut Uyar, Walt Disney


aslan-kral-lion-king-inceleme-yorum-izleBakalım yazı yazmayı unutmuş muyum?

Herkesin bir zamanlar günlüğüne yazdığı gibi benim de bazen buraya gelip günah çıkartasım geliyor ancak gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu blog ben ne zaman yazmak istersem ona hizmet edecek şekilde oluşturuldu. İtiraf ve serzeniş kısmını geçip bir an önce izlemiş olmaktan mutluluk duyduğum The Lion King – Aslan Kral‘ı sizlerle buluşturabilirim.

Aslında hepimizin bildiği, meme’lere konuk olmuş Aslan Kral’ı bu kadar geç izlemiş olmaktan biraz üzgünüm ancak belki de daha önce izleseydim bu kadar çok şey anlamayacak ya da anlamlandıramayacaktım ve bir kez daha çizgi filmlerin aslında yalnızca çocuklar için değil bizler için de hazırlanmış olduğunu algılayamayacaktım.

Walt Disney dünyasına giriş yaptıktan sonra beklentilerim her seferinde daha çok arttı. Beauty and the Beast, The Sleeping Beauty derken kendimi The Lion King’te bulmam ve bu üç güzide animasyonu, masalı bir araya getirmem kaçınılmaz hale geldi.

Hikayemizi kısaca özetlemek gerekirse Kral Mufasa (neredeyse Mustafa) bir oğul aslancığa sahip olur. Adı Simba‘dır. Simba büyümeye oldukça hevesli ve bir o kadar da babasının peşinden giden minik bir yavrudur. Mufasa’nın kanlı canlı akrabası ve düşmanı olan Scar ise kraliyet yolunda Mufasa ve Simba’nın egale edilmesi için elinden geleni yapacaktır.

Hikaye aslında hepimize klasik gelen ve “Ben bunun olacağını biliyordum.” dedirten türden ancak bizler de sevdiğimiz şeyleri tekrar tekrar yemekten / izlemekten / dinlemekten bıkmıyoruz ki. Bu yüzden tüm sanat eserleri konusunda tavrımı biraz daha Bakhtinvari takınarak “Şimdiye kadar zaten her şey söylendi ve bu söyleyenlerin hepsinin birbiri ile büyük bir ilgi var.” dedim.

Öncelikle yaratılan krallık mantığına ve tarih boyunca yaşanan uyarlamalarını bir düşünelim. Aslan kral ormanların kralıdır ve burada huzur ve mutluluk içinde yaşandığı anlatılmaktadır. Mufasa anlayışlı, karısını seven, çocuklarına düşkün iyi bir aile babasıdır ve oldukça adildir. Ancak adil olmak devlet yönetiminde her zaman gerekli olan durum değil. Simba doğduktan sonra hızlıca büyür ve babası ile ormanı dolaşmaya çıkarlar. Mufasa burada Simba’ya “Güneşin dokunabildiği her yer bir gün senin olacak.” der. Simba’nın heyecanı gözlerinden okunur ve o anda daha fazlasını ister: Peki ya Güneş’in dokunmadığı o noktalar?

aslan-kral-the-lion-king-walt-disney-film

Burada iki nokta dikkatimi çekiyor, ilk olarak bir hükümdarın belirlenen alanlar içindeki her şeyi kendine ait görmesi ve yönetmek için büyük bir hırs beslemesi. Bir diğeri ise iş yönetilmeye geldiğinde her zaman bir nokta daha ötesinin olması. Mufasa her ne kadar Simba’ya tüm doğanın bir denge üzerine kurulu olduğunu söylese de bu dengede kendisi daha ağır olan noktadadır ve biliyoruz ki yaşam üçgeninde “kral”lar en üst noktadadır. Bu nedenle Mufasa’ya besleyeceğimiz sempati biraz da duraksayıp bizi günümüz yaşantısına geri çekiyor. Simba’nın fikirleri ise her ne kadar merakçıl ve naif gelse de doyumsuzluğun neler yaratabileceği konusunda bize bir foreshadowing’te bulunuyor.

Çünkü küçük Simba babasını dinlemeyip taa o karanlık yerlere kadar gidiyor. Burada da karşısına tabii ki Scar çıkıyor. Biraz da Scar’ı incelemek istiyorum. Scar Mufasa’ya nazaran daha az tüylü çelimsiz bir aslan. Mufasa’nın öz ve kötü kardeşi. Çünkü Mufasa var olduğu hali ile yeterince korkutucu ve heybetli değil. Bu nedenle onun elinde olan en büyük avantaj kaba kuvvetten ziyade aklı ve planları. Simba’nın aklına karanlık vadiye gitme fikrini ekmesi ve orada Simba ve kız arkadaşını çakallara yem etmek istemesi hem Mufasa öldükten sonra yerine geçecek olan bir kralı ortadan kaldırmak istemesi ve kendisinin ormanın kralı olması hayaline eş değer. Bu nedenle Scar hiçbir zaman doğrudan kendi kuvveti ile öne çıkmayıp daha çok küçük Inception‘lar gerçekleştiriyor.

Bana kalırsa Mufasa her ne kadar iyi bir karakter olarak görülse de Scar ile bir araya geldiklerinde bir bütünü oluşturabiliyorlar. Mufasa güçlü ve bilgin ancak Scar tutkulu ve akıllı. Aynı zamanda iyilik ve kötülük dengesinde bu nedenle iki kardeş birbirlerini dengeler hale geliyor. Ayrıca Scar’ın da çakalları bir araya getirme ve onları örgütleme konusundaki başarısından dolayı küçük çapta kral olduğunu da söyleyebiliriz.

Mufasa ile Scar’ın arasında yaşanan bu gerginlik insanoğlunun dünyaya düşüşü ve ikinci günahın işlenmesine eşit. Habil ve Kabil birbiri ile savaşıyor. Kabil, Habil’i öldürüyor. Bana oldukça tanıdık geldi. Peki ya size?

Hikayenin devamında Scar her şeyi ayarlayıp ketenpereye getirip koca bir sürüyü Simba’nın üzerine salıyor. Onu kurtarmak isteyen Mufasa ise erken yaşta hakkın rahmetine kavuşuyor. Haber vermeden spoiler vermiş oldum ancak filmin devamı çok heyecanlı :p

Mufasa’nın ölümü ile birlikte Sibirya’ya sürgüne gönderilen yazarlar ve düşünürler gibi yola koyulan Simba kendisine iyi yeni dost bir de motto ediniyor: Hakuna Matata (Geçmiş, geçmişte kalmıştır.)

Bu sırada krallığı ele geçiren Mufasa ve çakalları tüm ormanın iliğini kemiğini sömürmeye başlıyor.

Kendisine yeni bir hayat edinen Simba gün geçtikte büyüyor ve güzelleşiyor (göreceli olarak) yetişkin bir aslan olduğunda şans eseri Nala ile karşılaşıyor. Ormanda her şeyin yok olmak üzere olduğunu ve Simba olmazsa herkesin öleceğini söyleyen Nala’yı ilk başta dinlemeyen Simba kendisini çok sevdiğimiz maymun Rafiki tarafından akıllandırılıyor.

Rafiki burada Simba’nın kendi özünü bulabilmesi için bir medyum, aracı görevi görüyor ve ona geçmişini, babasını, yaşadıklarını ve ileride yaşayacaklarını hatırlatıyor. Vatan aşkı ile yanıp tutuşmaya başlayan Simba ise koşarak Scar’ın yönettiği ormana hareket ediyor.

Burada aç parantez Scar’ın kurnaz ve sinsi bir kral olmasının yanı sıra yaveri olan üç çakalında bir o kadar aptal ve kaypak olması bana Türkiye’deki bazı yönetici ve yardımcılarını hatırlatmıyor değil kapa parantez. 

Ülkesine dönen Simba babasının katilini yani Scar’ı alt ettikten sonra mutlu bir hayata başlamak ile Nala ile birlikte oluyor ve oğullarını Rafiki yine göğe kaldırıyor.

Üzerinde durmadığım ancak filmin ve hikayenin akışında önemli olan bir konu Simba’nın ormana dönmeden önce gökyüzüne bakarak babasının ona çocukken söylediği cümleleri hatırlaması ve babası Mufasa’yı gökyüzünde görerek onunla konuşması.

Babası Simba henüz küçük bir aslanken “Gökteki yıldızlar senin büyük babaların ve ben de bir gün orada olacağım, başın sıkışırsa “Göğe Bak” orada olacağım” demesi ve Simba’nın babası ile yaptığı gök görüşmesinde babasının ona büyük bir cesaret vermesi. Simba’nın geçmişinden güçlenerek hareket etmesi ve babasının varlığı ile hayatını sürdürmeye karar vermesi de alınan rol modelin ve geleneklerin bağlayıcılığını ortaya koyuyor.

Genel itibari ile mutluluk ile izleyeceğiniz ve sonunda bir mesel bir çıkarım yapabileceğini The Lion King / Aslan Kral’ı izlemediyseniz bir an önce izleyin derim. Ancak olduğu gibi izlemek yerine birazcık kurcalamayı unutmayın.

Bir sonraki yazımız Spirited Away olacak. Ya da Requem for a Dream.

Cheers.

The Lion King – Aslan Kral – Trailer

Bana Yakın Bir Gülten Akın

20 Çarşamba Haz 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

öznur doğan, beyaz mantolu adam, göğe bakma durağı, gülten akın, ilkyaz, kadınsı, kaplan, kestim kara saçlarımı, maroia, oznurdogan.com, raşit çavaş, seyran destanı, sonbaharda bir salı, sunay akın, Turgut Uyar, yağmur altındaki adam


Gülten Akın’ı okumaya başlamak yeni bir maceraya sürüklenmek demek. Önsözde Raşit Çavaş’ın bahsettiği şey de tam olarak bu. Şöyle bir alıntı ile çıkıyorum yola:

“Ülkede yasaklar artıyorsa, çağa ters düşen gelenekler hala sürüyorsa, erkeklik kavramı ve baskısı kadınlar üzerinde hala sürüyorsa, bütün bunlara, sadece ‘kara saçları’nı keserek değil bütün dizeleriyle karşı çıkan bir Gülen Akın’ı baktığınız her yerde göreceksiniz.”

Gülten Akın pek çoklarımızın bilmediği bir şair. Nedeni çok basit. Say denildiğinde yüzlerce erkek şair sayarsınız da art arda, kadın şairlerde tıkanır kalırsınız. Çünkü sanki hiçbir iş olmadığı gibi edebiyat da kadının işi değildir. Kadın bu ya, otursun evde. Elinin kadın hamuru ile ne şiire ne yarin zülfüne ne de bam teline dokunsun. Kadın çünkü, otursun ve çocuk büyütsün. Ancak Gülten’in niyeti yok oturmaya evde, biçki dikiş de bilir de en çok kelimeleri işlemeyi bilir kağıt üzerine.

Şöyle sıralıyorum Gülten’in şiirlerinden parçaları, ilk olarak Sonbaharda Bir Salı

“Bir büyük şehrin kalabalığında

Yaşadığını duyuyordu her şeye rağmen”

Kocaman şehirlerde, minicik kalabilen insanları biliyordu o örneğin. Yaşamanın tadını da biliyordu, birisini yaşatmanın da. Birisi ile birlikte  yaşamanın ne demek olduğunu da biliyordu, günlerin yaşanamayışını da.

Beyaz Mantolu Adam gibi Yağmur Altındaki Adam‘ı gözlüyordu gizlice. Yağmurun yenilemenin yanında yeniden günahla yıkadığını hatırlatıyordu. Yağmur belki de akla düşen bir seldi, tüm hatıraları silmek üzere hazırlanmış. Yağmur aslında içimizdeki yeldi, tüm anıları süpürmek üzere hazırlanmış.

Gülten’in kelimeleri aksak, Gülten’in kelimeleri tekrar ve tekrar üzerine. Kelimelerle oynamayı seviyor Gülten. Neden bana yakın bu kadın? İşte bu yüzden bana yakın bir Gülten Akın. Kadınsı şiirinde kendine bakıyor, içindeki adamın var oluşuna, ikisinin bir araya gelişine tepeden bakıyor. Nelere aldandık ve nelere aldanmadık ki şimdiye kadar. Bizi bu adamlar mahvetti.

Sonra kesiveriyor saçlarını, Kestim Kara Saçlarımı diye ilan ediyor. Kadını bağlayan tüm urganlardan, tüm yargılardan ve olaylardan koparmaya çalışıyor. Kesiyor kara saçlarını, illa da bele kadar inme zorunluluğunda olan. En kadın saçları. Gülten’i bu yüzden seviyorum, ben de çok zaman önce Kestim Kumral Saçlarımı. Son olarak

“Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi

Bir yaşantı ile karşılayanlara

Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum.”

Aşkı biliyor, kadınlığı biliyor bu kadın da yalnızlığı mı bilmeyecek? Kaplan şiirinde yalnızlığa adım atıyor sakin ve sessiz

“Yalnızlık bakımlı otlar arasında

Kendiliğinden açan çiçek.”

Yani, yalnızlığa ne siz karar verebilirsiniz ne de bir başkası. Yalnızlık asidir, tek başına hareket etmeyi sever. Nerede bir güzel ot var, onun dibinde biter. İstenmeyen ot misali.

İlkyaz gibi karşımda sonra… “Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya”

Söyle be kadın, bu kez söyle. Nelerdir bu ince şeyler ve kimlerdir bu kimseler? Kimsesizler ve şeysizlere yol göster. Oturalım, birlikte çözelim… Tüm heceleri anlamaya çalışalım. Zaman hızlıca akıp gidiyor, zamanı tutabilene aşk olsun. Bir oturalım şöyle, ellerimize bakalım, ele bakalım. Eller ne diyor bize, biz nasıl bakıyoruz onlara. Bir bakalım. Turgut da gelsin, birlikte göğe bakalım.

Şiirlerde kendimi bulmaya çalışmam belki de Gülten’in beni anlatmaya çalışmasındadır.

“Bense yirmi yıl bakmadan çizdim duvarları

Bir anaç çizgide derinleşerek”

Derinleşerek büyümek mümkün böyle şiirler ve şairlerle. Derinleşmek, kendinin en derinine inebilmek. Çıplak bir halde bakabilmek kendine. İşte belki de bu yüzden, her yeri anlatan, her şeyi anlatan duvarları çizdik birlikte. Çünkü hangi ülkeye gidersen git, duvarlar daima sokağı yani bizi anlatırlar.

Politikanın tam içine düşmüş, siyasete nefer, kılıcını kuşanmış, destana gider. Seyran Destanı’nı yazmış bir de. Destanlar imkansız göründükleri için destandır, kulaktan kulağa, ağızdan ağıza gezmiştir kocaman bir ömür boyunca. Destansıdır bu yüzden, akla gelmeyecek gerçekleri taşır. Bir adamı, bir kadını, direnen insanları taşır.

Sonra sadece şiirlerden ayrı bu satılar kalıyor geriye:

“İnsan

Bazan

İçinden içinden büyür insan bazan.” 

“Bir de seni seviyorum fotoğrafı

Neden sen yoksun içinde unutmuşum bunu

Atmışsın kendini çerçeveden dışarı.”

“Her denize kıyı olabilir misin?”

Gelin birlikte, en az bir denize, bir kıyı olmayı deneyelim.

‘Dokuza Kadar On’ Adımda Asaf

12 Cumartesi May 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

özdemir asaf, öznur doğan, beowulf, bir kelimeye bin anlam, Cemal Süreya, düşük tansiyon, devlet ve ben, dokuza kadar on, Ece Ayhan, göğe bakma durağı, imagist, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, kurşun kalem, maroia, objectivist, oedipus, oznurdogan.com, pay, telaş, Turgut Uyar, yalnızın durumları


Şiir okumak benim için özel bir tutku. Kitabın üzerine yazıp çizemeyen ben; elindeki şiir serisi için en hafif dokunuşlarla notlar aldım kitaplar üzerine. Kurşun kalem kullandım bunun için ve hiç kalemtraş ile açmadım kalemi. Daima yumuşak uçluydu çünkü şiirlere zarar verirdi keskin hatlar.

Şiir macerasında üçüncü sırada Özdemir Asaf var. Bir Kelimeye Bin Anlam önsözü ile okumaya başlıyorum ve dakika bir aldığım not, “Imagist ve objectivistlerle bağlantılı mıdır acaba?” Bu merak beni içli dışlı bir okumaya yönlendiriyor. Art arda şiirleri okumak kimilerine saçma gelir ve fakat her şiir birbiri ile alakalı olmasa da bütünde bir resim çizer. Şöyle uzaktan tuttunuz mu kitabı anlarsınız ki bu adamlar ve kadınlar dar alanda kısa da paslaşıyorlar ama geniş alanda büyük anlamlar da veriyorlar şiirlerine.

Özdemir Asaf en ekonomik şairlerden. Kelime ekonomisi yapıyor bol bol. Fakat onu az önce bahsettiğiim Imagistler ile aynı noktada bulunduran şey sadece ekonomik oluşu değil, imgeler ile hareket ediyor oluşu. Küçücük bir sahneyi imge dolu anlatıyor Asaf. İşi gücü hayaller ve imgeler ve kelimeler. Kısa soluk alıp vermeler gibi onun şiirleri. Nefes alıyor fakat tansiyon daima 9’a 5. El ve ayak henüz titredi titreyecek, ten biraz soluk. Gözler sanki uzun süre üzerine bastırılmış gibi gizli bir uzay dünyasına açılıyor. Sonra bakıyorum ki kısacık bir anı, tamamen tüm detaylarından soyutlayıp veriyor bu adam. Telaş şiirinde örneğin;

Yaşamak değil,

Beni bu telaş öldürecek. 

Gelin, sizinle birlikte karar verelim bunun hangi tür şiir olduğuna. İçinde imgeler mi barındırıyor yoksa kendisinden başka bir şeyi anlatma zorunluluğu hissetmiyor mu? Bana kalırsa insanın kendisini obje olarak gördüğü bir şiir bu. O yüzden de objectivist.

Kısa cümleler ile dünyayı anlatmakta üzerine yok. Bildiğimiz tüm mitsel kahramanların denizden dönüşüne gönderme yapıyor ardından Pay şiirinde. Diyor ki şair:

Şimdi, şu akşam saatinde

Dönüyorum görmüş, geçirmiş, atlatmış,

Gözlerin doymayan sahilinde. 

Bütün mitlerde yolculuğa çıkan kahramanlar farklı bir karakter ile dönüyorlar. Daha olgunlaşmış, öğrenmiş ve öğretilmiş bir şekilde. Çünkü onlar hayatlarında yaşamadıkları deneyimi kısa sürede yaşayıp kendilerini kanıtlama şansı buluyorlar. Ben diyeyim Oedipus, siz deyin Beowulf.

Sayfaları çevirdikçe beni bir merak alıyor… Nasıl bu kadar iyi yazabiliyor? Nasıl hayattan bir nesneyi seçip ona bambaşka bir şekilde bakabiliyor. Şairlik böyle bir şey demek.  Bir pantolon paçasının kıvrılışı bile bir şeyler anlatabiliyor onlara. Renkler üzerine oturup düşünebilir ve hatta yazabiliyorlar:

Tüm renkler aynı hızla kirleniyordu,

Birinciliği beyaza verdiler.

Sonra kendime yakın hissediyorum Asaf’ı. Devlet ve Ben diye bir şiir yazmış tutmuş da. Yanına ben de not almışım, “Devlet ve Ben” ve Öznur! Çünkü yakınıyor burada şair. Şair burada birilerine sesleniyor, kendine sesleniyor. Zamansızlıktan yakınan Öznur’a sesleniyor. Alamadığı kitaplar için hüzünlenen Öznur Asaf’a sesleniyor. Yakışıyor bu tavır sana be Özdemir diyorum. Sigara içsem, hemen bir sigara yakacağım şerefine ve fakat içmiyorum. Yani sigara.

Herkes yerini bilsin istiyor. Yersiz ve yurtsuz sözlerin alemi yok. Hele bir de:

Kendi bahçesinde dal olamayanın biri

Girmiş bahçeme ağaçlık taslayor. 

‘sa. Taslamasınlar efendim. Bunu bana yapmasınlar. Hayatta en çok korktuğum şeydir yersiz taslanmalar başkalarına. Seviyorum deyip de gözünü çıkarmalardan da korkarım, karşımdakini üzecek hırlanmalardan da. Fakat yine de bana denk gelir bu dal olamayanlar. Dal olamaz diye midir nedir, bir hınç ile koparmaya çalışır meyvelerimi. Kim dedi ki Öznur Bahçe’de yağma var? Yok öyle yağma!

Sevgiliyi kıskanmanın tadı da başka oluyor Asaf ile:

Gördüğümü görecekler diye ödüm geriliyor.

diyor. Bazen düşünüyorum da aklıma düşen minik tohumlar hep bunun eseridir. Hep birilerinin sevdiğimi benim görebildiğim şekilde görebilme ihtimalinin olmasıdır. Yani sigarayı tutuşuna gözü kayar da aşina olur, dudak büküşünü görür de farkına varır diye; ödüm geriliyor. Özel olmak ve özel hissettirmek istemek ne özel duygu şu hayatta. İstiyorum ki elimi sıkıca tutan adamın kocaman elleri “ki senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım, tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum” [bunu mektupla ona yazmış olmanın kıvancını yaşıyorum herkes söyleyivermeden ve bilivermeden önce bu şiiri] bir tek benim küçük ellerimi kaplasın. Tek bir parmağını tutabileyim, çocuk olayım; en başa döneyim.

Biliyorum ki Asaf elini koyuyordu sevdiğinin yanağına ve diyordu ki:

Yüzümde hüzünden gölgeler varsa

O hüzün yüzündendir olsa olsa.

Olsa olsa şair olduğundandır, her şeyi gördüğün ve anladığındandır. Doğanın insanı, sanatın parçası olduğundandır. Çocukla ve kadınla bir, hayvanla ve bitkiyle dost olduğundandır. Hüznü kendine ait saydığından, ondan kaçmadığındandır. Keşke hepimiz bu kadar cesur olabilsek.

Üzerine düşünülecek yüzlerce kelime bırakıyordu geriye benim Çakmak dedeme benzeyen adam, Asaf.

Bir şey olmasaydı

yazmak olmayacaktı…

Başka bir şey de olmasaydı

Silmek olmayacaktı.

Gel de başlatma şarap çanağına! Şarap demişken, saat 12’den sonra tüm içkiler de şarapsa vakti gelmiştir güzel bir şarap açmanın. Eski ve yeni, beyaz ve kırmızı… Şarap, nadir de olsa uğranan arkadaş gibi fakat daima sıcak ve samimi.

Yalnızın Durumları bölüm bölüm, parça parça. Ben en çok son bölümü seviyorum:

Her leke

kendisiyle çıkar.

Hepimiz, kendimizle sınanacak ve sonuçları kendimizden çıkaracağız. Yaptığımız tüm hatalar en başından beri bizim hatamızdı. Sevdiklerimiz ve sevemediklerimiz, sevmeyi denemediklerimiz de… Hepsi bizim hatamızdı. Ancak bilmiyorduk, suçlamaya devam ediyor, soruyor soruyor soruyorduk;

Maveraünnehir nereye dökülür?

Bir Soluklanalım Burada

24 Salı Oca 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

öznur doğan, göğe bakma durağı, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, oznurdogan.com, Turgut Uyar, yaşar usta


Hadi gelin birazcık göğe bakalım.
Hayatın hengamesinden kaçalım, kendimize küçük yerler yaratalım. Uyar’a dost olalım mesela.
Kim demiş “Usta öldü.” diye?
Siz hiç ölen usta gördünüz mü?
Ben görmedim. Bir de Yaşar Usta vardı. İyi bilirsiniz onu. “Bana bak efendi.” diye girdi mi söze hepinizin hatırladığı en azından üç beş kelime vardır o replikten. Uyar Usta işte bu yüzden ölmez, Yaşar Usta gibidir. Bize ait.
Karanlıkta diyor, gelin göğe bakalım. “Bu karanlık böyle güzel, aferin tanrıya.”.
Bırakın biraz daha rahat görelim gökyüzünü, mesela Venüs’ü gördünüz mü siz hiç?
Yani bir alan yarattınız mı kendinize kimseyi dahil etmeden. Göğe bakmanın zevkine varmak için.
Siz göğe bakın ben korurum sizin önemli eşyalar tıkıştırdığınız odaları, evleri.
Siz göğe bakın ben takip ederim sizin yerinize hayatı.
Birlikte göğe bakalım. Nasıl olsa sokaklarda kimseler yok, sarhoş olsak da yolumuzu da kesmezler.

“şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç”

Birileri bizi uyandırmak istiyor göğün uykusundan ama biz yine de onlara inat göğe bakalım.

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...