Etiketler
aile, almanya, anadolu, öznur doğan, berlin, kalanlar, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, leyla erbil, maroia, oznurdogan.com, tezer özlü, yaşamın sonuna yolculuk, İstanbul
Ve bazı kadınlar ölene kadar güzeldir. Ruhları o kadar yakındır ki doğaya, bir yudum ölüm ister. Ölmeden rahatlayamayan kadınlar vardır içimizde ve bu kadınlar hep daha da güzeldir.
Tezer Özlü ile tanışmam çok eski bir vakte gitmiyor. Herkesi kaçırmışlığım olduğu gibi ona da bir selam veremeden, yollarımız çakışamadan doğmuşum ben. Selamsız ve sabahsızlığım buradan geliyordur belki de. Çabuk vazgeçebiliyor oluşum en çok bundan geliyor belki. Çünkü vazgeçilmeyecek insanları hep kaçırdım ben. Onlar Almanya’ya doğru hareket ettiklerinde ya da Viyana’ya ya da Anadolu’ya, ben yoktum bile ortalarda. Selamsızlığım ve sabahsızlığım bundan geliyordur belki de.
Ve fakat bazı kadınlar ölene kadar güzeldir yani ölesiye güzeldir. Erken ölürler o yüzden. Zamansızlık kimseye yakışmaz da onlara yakışır işte. Ne yazmış kitaplarının arkasına; Tezer Özlü, Türk edebiyatının gamlı prensesi.
Gerçek bir prenses kadar narin, gülüşünde bin cam var sanki kırılmaya hazır. Gözlerindekiler bebek değil, çoktan büyümüşler. Gamlı bir de evet, cümleleri cümle cümle. Noktaları da adam akıllı nokta. Soru işareti ve ünlem arayanlar hep yanlış kapıda ararlar bu bağlamda. Tezer kullanmayacak kadar noktalıdır. Hayatın biteceğini bilir, ümit etmenin acıyı uzatacağını da.
Neden bu kadını yakın bildim kendime dersek? Şöyle bir geri gitmeniz yeterli olacaktır blogda. İkimiz de Cesare Pavese sevdalısıyız. Tezer, Cesare’ın peşinden gitmiş gezdiği otelleri gördüğü yerleri görebilmiş. Ben sadece okuyabildim Cesare’ı. Okudum da anlayabildim mi? Bir ay sonra okuduğumda farklı bir şey anlayacağımı bile bile baktım şiirlerine. En üste koydum şiirler arasında kitabını. Tezer de benim gibi en çok Cesare’ı seviyor. Bir de Kafka’yı. Bir de Dostoyevski’yi.
Kendimi nimetten sayıp ben kendimi Tezer’le eşleştirirken Tezer aslında benden milyonlarca adım ileride bulunuyor. Acının hayat üzerindeki en büyük gerçeklik olduğunu biliyor. Gerçekçi ve bilinçli yaklaşıyor hayata. En büyük mutluluğun acıdan geldiğini biliyor. Özdeki acıdan haberdar, doğarken ağlamanın ne demek olduğunu hatırlatıyor.
Tezer aslında biraz;
kirpi gibisin çocuk
her tarafın diken
kim elini uzatsa
delik deşik
üstelik sen de kan içindesin
Bense onu bu yüzden daha da çok kıskanıyorum. Kalanlar’da şöyle notları paylaşılıyor Tezer’in, benim seneler boyu yazamayacağım şeyler ve belki de hissedemeyeceğim. Duyguların gerçeğe ulaşmasının tek yolu benim için okumak ve anlamaya çalışmak. Bir bakımdan empati kurmak.
Gün gelir de böyle hissedebilirsem diye şimdiden not ediyor;
Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım. Çıldırmanın beni ne kadar ilgilendirdiğini biliyorum, bu yüzden onu kendi kafamda ve beynimde yaşamaya kalktım. Akıl ve çılgınlık arasındaki ufak, yıldırım hızına sahip atlayışı sözcüklerle nasıl anlatabilirdim.
…
Çılgınlığın boyutları yok. Sallanan, boyutsuz bir boşluk. Orada daha yüksek, daha geniş, daha derin algılanıyor, boyut yok.
…
Yaşamımın annemin ve babamın yaşamıyla bir ilintisi olduğunu düşünmüyorum. Bir ana ve babadan olma değilim. Bir yaban otu gibi Anadolu yaylasında bittim. Doğumum bile bir kökünden kopma idi. Köklerimi hiç aramadım.
…
İşte böyle benim Tezer’le cümlelere kavuşmam. Sözler bitiyor Tezer’den sonra. Öznur’un iki dönemi var bu blogta anlaşılan, bir Tezer’den Önce bir Tezer’den Sonra.