• Hakkımda
  • Yazılarım

Öznur Doğan

Tag Archives: gaziosmanpaşa

Aşkın Ömrü Kaç Yıldır?

21 Perşembe Haz 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

aşk, öznur doğan, doğan kitap, edebiyat, frederic beigbeder, gaziosmanpaşa, kitap çadırı, maroia, oznurdogan.com, renan akman, ışk


Lise ikinci sınıfta kitaplar ile yüz göz olmaya başlayınca dedim ki bol bol kitap almalıyım. Fakat o zamanlar mideme dikkat etme gibi bir problemim var. Harçlığımın %50’si yemeğe gidiyor. Homunu homunu yemek yiyorum. (Bu oran %150’e çıkacaktır son sene) Gaziosmanpaşa’nın merkezinde kitap çadırı! A-ha! dedim, işte tam da burası benim aradığım yer. Kitap çadırını 5 kere tavaf etmeme rağmen kendime göre bir kitap bulamadım. Hem fiyatları yüksek gelmişti hem de basımlarının kötü olduğu 75.000 kilometreden belli oluyordu.

Son çıkış bölümüne yaklaşırken gözüm bir sepete ilişti. Bir sürü kitap… Seçmece bunlar seçmecee! Seçmeye koyuldum, sanki seçmeyi çok biliyormuşum gibi. Bir kitap çekiyorum, yazarın adını bilmiyorum. Bir kitap çekiyorum, kitabı ömrüm boyunca hatırlamayacağıma anında beynimin söz verdiği… Bir kitap çekiyorum sümmehaşa! Allah allah! Kocaman sepet yahu işte, nasıl olmaz güzel bir kitap? Güzel kitapları da çok iyi biliyorum ya!

Artık sepet atıl yetil olmaya başlayınca karşıma iki kitap çıkıverdi. İlki Aşkın Ömrü Üç Yıldır! Doğan Kitap’tan çıkmış, yazarı Frederic Beigbeder, çevireni Renan Akman. E güzel. Aşkın ömrünü bulmuşlar, aşka zaman biçmişler. Ameliyat masasına almamışlardır herhalde aşkı diyorum. Frederic’in ismini gözüm tutuyor. Kitap da ince mi ince. Mis! Şimdiki para ile 4 lira 75 kuruşa alıyorum kitabı. Sudan ucuz! Bir diğer kitap ise Gecenin Anlamı. (Bu kitap benim için özeldir ve şu anda Polonya’da olan arkadaşım Ceren’e armağan etmişimdir. Etmese miydim?)

Kişisel gelişim kitaplarından nefret eden ben, aman canım aşkı da öyle mahvetmemiştir diyerek dalıyorum romana. Kimyasallar, katalizörler, kıvır and zıvır birbirinden ayrı şeyler. Roman desen roman değil, mektuplaşmalar fakat bir karşılıklı görüşme değil.  Üzülüyorum yanlış kitap seçimi yaptığıma. Sonuçta 5 lira vermişliğim var. 5 lira demek 2 gün yemek demek. La havla vela! Kitaba kaldığım yerden devam ediyorum, aşkın ömrünün üç yıl olduğuna beni kafadan inandıramayan Frederic, mecburen tozlu raflarda kalıyor.

Bana kalırsa aşkın ömrü yok. Aşk ya yaşıyor ya da ölüyor. Bir ilişki aşkın ölmesi ile de başlayabiliyor, yemyeşil yeşermesi ve hayat bulması ile de. Aslında aşk üzerine bu kadar konuşmak yersiz, aşk bu kadar anlatılması gereken bir şey değil. Aşık adam şöyle yapar, aşık kadın böyledir genellemelerinin hepsi eksik. Aşk, paradoksaldır, görecelidir. Aşk ışk kelimesinden gelir. Işk da yaratmanın özüdür. Yani aşkı da sen yaratırsın, ışkı da.

Aşk üzerine bu kadar çok konuştuktan sonra ben de kendimi yalanladım. Ah bu ben, kendimi, nerelere vursam? Ya da bursam! Ödev yapmalıyım. Zaman ilerliyor. Tik, tak. Tik, tak!

Tutunabilenlere Gönderilen Mektup

09 Cuma Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 6 Yorum

Etiketler

öznur doğan, bir bilim adamının romanı, gaziosmanpaşa, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, mina urgan, mustafa inan, olric, otobüs, oznurdogan.com, oğuz atay, taksim, tutunamayanlar


Hayatımın belirli dönemleri belirli insanları kıskanmakla geçti. Çok bir sene yaşadığımı söyleyemem şimdilik, fakat kazık çakmak gibi bir niyetim de yok dünyaya. Toplasanız yüz beş sene daha yaşarım sonra ölür giderim ben de, Sultan Süleyman’a kalmamış bana mı kalacak dünya? Kalmaz.

Oğuz Atay’ı tanıyanları kıskandığım bir dönem de oldu benim, bazen nükseder hala bu kıskançlığım. Özünde çok kıskanç bir insan değilimdir ama yazarlar ve kitaplar olunca söz konusu saldırganlaşıyorum birazcık. Ya ben başkası olayım ya da kıskandıklarım benim yanımda olsun istiyorum. Bencillik seviyesini de böyleye yükseltiyorum.

Şimdiye kadar yazdığım bloglarda birden fazla gönderme yaptım Oğuz Atay’a ve Tutunamayanlar’a. En çok de kitap hakkında yapılan yorumlara. Kitap… Kitap… Nasıl güzel kokar.

Tutunamayanlar’ı bana Gaziosmanpaşa’dan Taksim’e giden 55 numaralı otobüs hattında tavsiye edildi ilk, orta sondayken ben henüz. İki kadın konuşurlarken beni de konuşmalarına davet ettiler, sorular sordular. O sırada elimde okumakta olduğum kitabı gördüler ve adı Tuğba olan – bu adı hala unutmamış olmam enteresan – bana “Oğuz Atay okumalısın” dedi, “Tutunamayanlar’ı çok beğeneceksin.”

Allah allah, Oğuz diye bir adam varmış, ne de acayip isimli kitap yazmış. Tutunamayanlar mı? İşin aksi tarafı otobüs tıklım tıkış ve ben tutunamıyorum. Gereksiz bir gülümseme yayılıyor yüzüme. Taksim’de iniyorum. Zaman geçiyor, kitabın varlığını unutuyorum. Tabii o zamanlar kitap gözümüze gözümüze sokulur vaziyette değil. Sakin ve kuytu köşelerde hafif nefes alışverişleri ile yaşıyor. Oğuz Atay zaten sessiz adam vesselam, harala güreleye gelemiyor.

Yine de Oğuz Atay ismi aklımın bir köşesinde, ortaya çıkmayı bekleyen türden. Lise 2’de edebiyat öğretmenimin evine gitme vizesi alıyorum. Kitabı görüyorum. Tutunamayanlar. Hemen rica ediyorum, alıyorum. Ama bu kitabı elime aldığımda daha önce duyduğum tüm  cümleler kulağıma geliyor; Çok zor, bölümleri çok acayip. Ben okumaya başladım ama bıraktım. Hayatımda okuyamadığım tek kitaptı. O kadar çok kalındı ki taşımaktan usandım. Ve niceleri.

Korkuyorum kitaptan. Gerçekten de kalın bir kitap. Üzülüyorum ama çaktırmıyorum. Alıyorum kitabı elime, yaklaşık 2 hafta bende kalıyor. Geri veriyorum sayfasını bile açmadan öğretmene kitabı. Üzgünlük var üzerimde. Kitaba dokunmadım bile; korkuyorum.

Aradan seneler geçiyor, üniversite ikinci sınıfın ikinci dönemindeyim. Herkeste bir Oğuz Atay telaşı. Etekleri zil çalıyor milletin, bir adam varmış ölmüş de kıymeti bilinmemiş. Oğuz’muş da Atay’mış. Bu sefer daha çok üzülüyor ve utanıyorum. Yıllar önce elime geçen şansı kötüye kullandığım için. Ama bozmuyorum pozu ve arkadaşımdan alıyorum kitabı.

O daha önce kitabı okumuş hatta Olric’le çoktan içli dışlı olmuş. Sıra bana geliyor. Kitabı okumaya başlıyorum ve masal burada başlıyor.

Tutunamayanlar’ı seviyorum. Tutunamayanlar’ı karelere bölemeyeceğim kadar seviyorum. Olric’i sürekli söylemeyecek kadar, noktasız virgülsüz bölümünden dem vurmayacak kadar, Oğuz Atay’ın diğer tüm kitaplarını okumaya söz verecek kadar seviyorum. Elimde olan Bir Bilim Adamının Romanı’na başlamaya karar veriyorum.

Tutunamayanlar’ı seviyorum ama Oğuz Atay’ı daha çok seviyorum. Korkuyu Beklerken’i Tutunamayanlar’dan önce okumuş olduğum için seviyorum. Oğuz Atay’ı erkenden öldüğü için bile seviyorum. Bazen ölüm daha kıymetlidir yaşamdan.

Ama ben en çok Oğuz Atay ile aynı sofrada yiyip içebilenleri kıskanıyorum, hem de delicesine.

Not: Güzel adamsın vesselam.

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Abone Ol Abone olunmuş
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 aboneye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Abone Ol Abone olunmuş
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucu'da görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...