• Hakkımda
  • Yazılarım

Öznur Doğan

Tag Archives: charles darwin

127 Hours / Ölüm Kalım Meselesi

18 Pazartesi Şub 2013

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

127 hours, 127 saat, 127 saat izle, charles darwin, danny boyle, danny boyle filmleri, james franco, kayalık


127 hours - 127 saat

Hayatta kalma içgüdünüz ne kadar kuvvetli? En son ne kadar süreliğine nefessiz kaldınız ya da öleceğinizi düşündünüz? Ben en son öldüğüm anı düşündüğümde nefessiz kaldım. Tam da otobüste evime doğru gidiyorum. Bir anda ölüyor olduğumu düşünüp korktum ve nefessiz kalıp ağzımı açarak nefes aldım. Farklı bir içgüdü ile hayal ettiklerimden bile korkabildim. Peki 127 saat boyunca ölmek ya da yaşamak arasında kalıp sıkışsaydım ne yapardım?

127 Saat, ölüm ile kalım arasındaki o ince çizgiyi gözler önüne seren bir film. Filmin sonuna dair bir fikrim olduğu için ha düştü ha düşecek diye beklerken davul gibi gerim gerim gerildim. Gerilmekle de kalmadım garip bir bekleyiş içerisine girdim. Genel olarak konu itibari ile kimseye haber vermeden geziye çıkan bir gencin kayalıkta sıkışıp kalmasından bahsedebiliriz. Özellikle gerçek hayatta yaşanmış bir hikaye olması ve yaşayan adamın da hala görebileceğimiz, hakkında bilgi rahatça edinebileceğimiz bir yaşta olması insanı daha da garip yapıyor.

Tüm film boyunca ister istemez sorguluyor insan, ben olsam ne yapardım? Ben olsam nereye kadar dayanır, hangi cin fikirlikle nelerle uğraşırdım? Ya da durup dururken kör bahtım kara talihim garip bir hayvan tarafından sokularak mı ölürdüm? Tamamen hayatta kalma filmi 127 Saat hem de diğer tüm milliyetçilik pompalamalarının yanında gerçek bir hayatta kalma filmi. En sağlam, en dirayetli olanın neleri başarabileceğine dair bir hikaye.

Charles Darwin bu zamanları hep görmüş işte önceden. 127 Saat en iyi olanın değil en dayanıklı olanın hikayesi. Bir yanda ölecek olma hissi, diğer yanda kurtulmak isteme duygusu. Bir yanda elleri kolları bağlı sadece kuşların ve güneşin geçeceği zamanı beklemek bir yanda ise elinde olan her imkanı kullanarak kurtulmaya çalışmak.

james-franco-127saat-sahnearkasi

Filmin gerçek bir hikayeyi anlattığını düşünürsek izlerken karakterin farklı ruh hallerine girdiğini görmek ve çaresizlik ile başbaşa kaldığında insanın ne kadar farklı bir psikolojide olabileceğini anlamak daha da geriyor insanı. Neden kimseye haber vermedin diye kendi kendine sorup küçük bir sahne yaratırken aslında kendine olan kızgınlığını ortaya çıkarmış oluyor.

Çok sağlam spoiler olmakla birlikte buradan sonrasını filmi izlemeden okumayınız:

Zannediyorum abimizin filmin sonunda işin üstesinden gelmesinin en büyük etkeni daha önce o hayata dair bir şeyler bilmesi ve hazırlıklı olması. Bu donanıma sahip olması. İlk defa yolculuk yapan birisini ele alalım. Daha ilk başında iki kayanın arasından kayıp mağaranın içine düştüğünde en güzelinden bir ölümle karşımıza çıkardı, kırık bir boyun bilemediniz bir bacak. Ama kahramanımız hem yapılı hem de güçlü bir adam olduğu için başarıyor hayatta kalmayı. Tutunmayı, hareket etmeyi ve zor bir durumda uyumayı bile biliyor. 127 saat dile kolay. Dile bile kolay değil aslında. O kadar sürede kafayı yemek de mümkün oracıkta kısacık sürede ölmek de. Ama kolunu orada bırakmak ve hayatına tutunmak bambaşka bir şey. Hele o sinir midir nedir onu koparma sahnesinde dünyanın en acı çeken insanının o olduğuna eminim. 127 Saat bu açıdan içimdeki siniri koparan, beni sağır eden bir film oldu.

Spoiler bitti, dağılabiliriz.

Son olarak gerip germelerin adamı Danny Boyle çektiği için filmi mutluyum. Seviyorum seni güzel adam.

127 Hours – 127 Saat Trailer

The Open Boat – Stephen Crane

27 Salı Kas 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 4 Yorum

Etiketler

captain, charles darwin, darwinist, man's insignificance in the universe, naturalist, nature's indifference to man, open boat, stephen crane, the cook, the correspondat, the oiler, the open boat


The Open Boat, Stephen Crane tarafından yazılmış ibretlerle dolu bir öyküdür. Kendisi Kısa Öykü dersimizde bizlerle olmasına rağmen aslına bakarsanız o kadar da kısa değildir. En azından oku babam oku bir dönem geçirdiğimiz doğrudur bu hikaye önümüze geldiğinde. Aldığım notlar ve sizin için oradan buradan birleştirip size güzel bir açıklama, not tutma yazısı yazacağım.

İlk olarak The Correspondant olarak karşımıza çıkan ağabeyimizin Stephen Crane olma ihtimali oldukça yüksektir. Edindiğimiz bilgilere göre Stephen Crane de böyle bir yolculuğa çıkmış ve zorlukları aşmıştır. Hikayeyi de bu yüzden The Correspondant’ın zihnininden duyarız. Onun fikirleri ve düşünceleri ile hareket ederiz. Bu yüzden onun sorgularına da eşlik etmiş oluruz. İlk başta dünyaya hakim olabileceklerine inanırlar tayfa olarak. Doğayı anlayabileceklerine, her şeyden üstün olduklarına inanıyorlar. Bu yüzden gözlerinin önünde bir perde var gibi bir durum söz konusu. Fakat bottan da anlaşılacağı üzere deniz motifi yine karşımıza çıkıyor. Yine bir maturity, yine bir olgunlaşma süresi kahramanlarımızı bekliyor olacak. Hikayenin başında hakimiyet duygusu yüksek olan kahramanlar hikayenin sonunda doğanın aslında onlara sahip olduğunu anlayacaklar.

Correspondant okumuş bir adam olduğu için yol boyunca öğrenmeye ve algılamaya en fazla açık olan adam. Örneğin varlığı, kaderi ve hayatı sorguluyor. Var oluşlarının nedenini bulmaya çalışıyor. Rodin’in Thinker heykeli gibi bazı pozlara girmesi de mevcut.

Bir diğer tarafta ise The Oiler var. Oiler botta bulunan en güçlü adam. Kasları var, botu tek başına götürebiliyor vs. Bu yüzden Darwinist teoriye göre ayakta kalabilecek olan tek kişi o. Fakat hikayenin sonunda ölmüş olan tek kişi The Oiler oluyor. The fittests survive dediğimiz olay da işte bu noktada cereyan ediyor. En başından beri güçlü kuvvetli hali ile onun kurtulacağını anlıyoruz. Gerçek bir survivor olduğunu görmemize neden oluyor hikaye de bizim. Ancak hem zihnen hem de fiziken güçlü olunmadığı sürece kurtulma ihtimalinin düşük olduğunu anlıyoruz.

Hikayenin başında daha bireysel olan bu dört adam zorluklarla karşılaştıklarında bir olmaya başlıyorlar. Kaybettikleri yiyecekler için üzülüyor, var olanları nasıl paylaşmaları gerektiğini düşünüyorlar. Anlıyorlar ki doğaya karşı tek başlarına olduklarında kurtulabilme şansları çok düşük. Bu yüzden birlik olmanın en mantıklı iş olduğunu kavrıyorlar. Kardeşlik teriminin içini doldurmaya başlıyorlar bu sayede. Artık ölüm kalım yolunda bir araya gelmiş adamlar oluyorlar.

Hikaye ilerledikçe bu adamların yarı batık botu ile kıyıdaki insanlar tarafından izlenmesi sahnesi geliyor. Bu sahnede en önemli nokta bakmak ile görmek arasındaki fark. Kıyıdaki insanlar onlara uzaktan bakıyor ve hatta onlara el sallıyorlar. Bizim biraderler ise zor durumda oldukları halde kendilerini bir türlü açıklayamıyorlar. Onların katı realitesine karşılık diğer tarafta hayal gücü var. İnsanlar uzakta ne olduğunu hayal edip ona göre hareket ediyorlar ve tabii ki oradan herhangi bir kaza ümitleri olmadığı için, görmek istemedikleri için de olabilir onlara el sallıyorlar.

Yavaş yavaş kader ve gerçeklik algıları değişmeye başlıyor. İlk başta kendi çıkarları doğrultusunda yaptıkları tahminleri artık daha doğru yapıyor hale geliyorlar. Fakat kendi aralarında da gerçeği farklı şekilde algılama söz konusu. Oiler’ın (Billie), Cook’un, Correpondant’ın ve Captin. Correspondant düşünmeye devam ettikçe ve başına gelenleri anladıkça insanın dünya üzerindeki minikliğini kavrıyor. Aslında ne kadar önemsiz bir parça olduğunu anlamaya başlıyor ve bu noktadan sonra umudunu kaybediyor. Sadece kendisini sorgulamakla kalmayan Correspondant aynı zamanda tanrıyı da sorguluyor. Kendi geleceğini öngörüyor ve “I never shall see my own, my native land.” diyor.

Değinmemiz gereken son nokta ise kardeşlik bağının kuvveti ile kendisini diğer arkadaşları için ölüme atan Oiler oluyor. Hikayenin başında tek başlarına hareket edem adamların son tahlilde nasıl birbirine bağlı olduklarını, zorlukların insanları nasıl birbirine yaklaştırdığını görmüş oluyoruz.

İçimizdeki Şeytan’da Darwin ve Freud

12 Pazar Şub 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 1 Yorum

Etiketler

öznur doğan, charles darwin, içimizdeki şeytan, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, naturalism, oznurdogan.com, sabahattin ali, sigmund freud, yapı kredi yayınları


Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanını bitirdiğim gibi kendimi sorgu lambasının altına alınmış gibi hissettim.

Nasıl ki naturalizmin amacı insanı anlatmak ve ona dair her şeyi açığa çıkarmak; hem de en ufak noktasına kadar, İçimizdeki Şeytan’da içimizdeki gerçek şeytana şöyle bir derinlemesine bakıyor.

Romanı okurken ilk olarak aklıma Charles Darwin’in arkasında durduğu Naturalism ve ilkelerinden birisi olan “hayvansı yön” – animalistic side geldi. Bu hayvansı yön daha doğrusu en dipteki Freud’un da id olarak söylediği temel kişiye dayanıyor. Daha önce Theodore Dreisser’ın Sister Carrie adlı romanında denk gelmiştim böylesine dipli başlı zihin analizlerini ve ahlak üzerine yazıları.

Sister Carrie’de sevdiği kadınla yeni bir hayata başlamak için çalıştığı şirketin parasını çalan George Hurstwood ile farklı amaçlarla da olsa İçimizdeki Şeytan’daki veznedar ve Ömer neredeyse aynı ahlak kriterlerinden geçip karar veriyorlar. Dreisser romanında paranın çalınma sahnesini anlatırken Hurstwood’un içten gelen bir dürtü ile bunu yaptığını söylüyordu.

İçimizdeki Şeytan’da da herkesin içinde aslında bahsetmek istemediği, kimseyle paylaşmadığı ya da paylaştığı halde anlaşılamayan bir şey “animal side” ya da “id” var. Ve bunların doğrultusunda hareket eden insanoğlunun durumu anlatılıyor.

Ömer’in şeytan olarak adlandırdığı bu olgu bize yaptığımız ve yapmak istediğimiz her şeyin doğal ve doğru olduğunu anlatmaya çalışıyor. Aslında insan doğası gereği sahip olduğu şeytanla yaşamaya devam ediyor sürekli.

Eğer onu bastırmayı başarabiliyorsa topluma uyumlu bir halde de hayatını devam ettiriyor.

İçimizdeki Şeytan bittiğinde sağ tarafımda Darwin sol tarafımda Freud vardı. Önce Darwin’e teşekkür ettim sonra Freud’a ve kitabı yavaşça kapattım.

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Abone Ol Abone olunmuş
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 aboneye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Abone Ol Abone olunmuş
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucu'da görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...