Etiketler
ankara tiyatrosu, çocuklar korkunç allahım, öznur doğan, boka, budapeşte, fazıl hüsnü dağlarca, ferenc molnar, feri ats, freud, kapitalizm, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, nemescek, oznurdogan.com, pal sokağı çocukları, pal sokağı çocukları hikayesi, pastor kardeşler, peter pan, tarık demirkıran
Biliyorum ki içinizde çocuk kitaplarının aslında sadece çocuk kitabı olmadığını bilenler var. Ben de öyle düşünüyorum. Hiçbir çocuk kitabı sadece çocuk kitabı değildir. Sözüm ona çok satmış, dillerden düşmeyen kitaplardan çok daha sağlam kitaplar çıkar onlardan. Çünkü insan en iyi çocuk olduğunda anlar.
Peter Pan’i okuduktan sonra çocuk hikayelerine bir sempatim artmıştı üniversite 2. sınıfta. Durmadan tüm klasikleri okumak istiyordum fakat araya bir sürü kitap girdi her zaman olduğu gibi. Pál Sokağı Çocukları’ndan uzun zamandır haberdardım ama bir türlü okumak aklıma gelmiyordu. Tâ ki 2 hafta önce televizyonu izlerken Ankara’da Pál Sokağı Çocukları’nın tiyatrosu oynandığını görene kadar. Türkiye’de ilk defa Pál Sokağı Çocukları sahneye taşınıyordu. Hemen kitabı okumam gerektiğini anladım, eve dönerken doğruca kitapçıya uğrayıp kitabı aldım.
Kitabın başında çevirmen Tarık Demirkan’ın isimlerin okunuşlarını yazdığı bir bölüm var. İşte o anda farklı bir dünyaya kapılar açıldığını anlıyorum. Şimdiye kadar kimse bir ışık olmamıştı bu isim konularında. Tekrardan çocuk olmak istedim, her şey en temiz hali ile ortaya çıksın, birileri bana söylesin neyin nasıl okunduğunu diye.
Çevirmeye başladım sayfaları. Sayfalar sayfaları izliyor; Nemescek ve Boka, Feri Ats ve Pastor kardeşler. Minik değil bunlar gerçek birer askerler. Görevlerini müthiş derece önemseyen küçük adamlar hepsi. O an durup düşünüyorum, küçükken oynadığım tüm oyunları nasıl ciddiye aldığımı. Kiremiti nasıl dilim dışarıda kırmaya çalıştığımı, kafamı nasıl yan tutup gözlerimi kıstığımı.
Çocuk demek aslında bilmeyen demek değil, çocuk demek en çok bilme ihtimali olan demek. Çocuklar aslında öyle ölesiye sevimli de değil. Sizin inandıklarınıza inanmazlar, sevdiklerinizi sevmezler. Aksidir çocuklar, muhalefettir.
Nasıl demiş şair Fazıl Hüsnü Dağlarca;
Çocuklar korkunç Allah’ım;
elleri, yüzleri, saçları…
Uyurlar bütün gece
yok sana ihtiyaçları.
Çocuklar korkunç Allah’ım,
bebek yaparlar haçları.
Aşina değiller hatıramıza,
severken aynı ağaçları.
Belki de size şiir tam tersi olması gerekiyor gibi gelebilir. Çocuklar korkunç değildir çünkü size göre. Ama aslında korkutucu derecede doğaldırlar. Bir çocuk teni gerçek olamayacak kadar pürüzsüzdür, tekinsizdir. Ha keza gözleri ve saçları da.
Duadan bihaberdirler bir de. Biz her gece kendi vicdanımız ile konuşmak zorunda kalırken onlar derin ve tatlı uykularındadırlar, ihtiyaçları yoktur bir tanrıya. Haç nedir bilmezler, dini simgeler bir oyun meselesidir belki de.
Ve bilinçleri, hatıraları sadece varlıkları iledir. Siz onlardan aynı anlayışı bekleseniz de bir ağaç sadece ağaçtır onlar için. Bilmezler sizin yüklediğiniz manalar.
İşte bu açıdan Pál Sokağı Çocukları en cesur büyükten cesur, en akıllı adamdan daha akıllıydılar. Savaş planı yapacak, mertlik ve namertlik üzerine sözler söyleyebilecek kadar akıllı ve bilinçli. O sokağın çocukları aidiyetin ne demek olduğunu iyi bilen çocuklardı. Arsa’larını korumak her şeyden önceydi, çünkü arsa onların oyun alanıydı.
Korkusuzca savaş kuralları koyabilecek, defter tutabilecek ve oylama ile başkan seçecek kadar özgürdüler.
Yine de sadece çocuklar çocuk değildi, Freud devreye girerse birer minik şeytandılar ve bu yüzden birbirlerine cezalar da veriyorlardı, ölüme de yolluyorlardı.
Bir anne ve babanın evlatlarını kaybetme sahnesi ise akıllara kazınacak gerçek bir olay gibi yanıyordu kitabın sonunda. Minik bir çocuk gerçek bir savaşçı gibi savaşmış, bu uğurda hastalanmış ve fakat yine de savaşı kazandıran atılımı yapmıştı. Kendisini de ölüme atmıştı tabii ki de en az Feri Ats kadar.
Nemescek narin vücudu ile yatağında kaldığında ben de yatağımdaydım dün gece. Çocuklar ne olduğunun farkında değillerdi, ama ben biliyordum bir yanlışlık olduğunu bu işte. İçimde hala bir çocuk olduğunu. Hala Nemescek için umut besleyebildiğimi gördüm. Umutlar bazen sönmek için toplanıyordu. Kitabın kapağını çevirdiğimde yakın arkadaşımı kaybetmiş gibiydim, gözlerimden akan yaşlar sadece Nemescek için değil, kaybedilen arsa içindi. Bir dişlinin çarkı daha dönüyordu toprak denen şeyin üzerinde.
küçük kara balık, çocuk kalbi, küçük prens ve pal sokağı çocukları. hem çocukken hem de büyüdükten sonra okunmalı. her ikisinde de insan farklı şeyler kapabiliyo.
Küçük Kara Balık ve Küçük Prens’i okumadım. En son Küçük Prens’i satın almaya gittiğimde 21 lira ile karşılaşıp üzülüp geri dönmüştüm. 😀 Ama alıp okuyacağım. Bu arada The Hours’u dün indirdim, altyazısı da tamam. Bu akşam Dokuzuncu Hariciye Koğuşu bitince izleyeceğim, yarın da yazı gelir. 🙂
oo küçük prensi abartmışlar baya. internetten indirip okuyabilirsin onları. tabi kitap konusunda klasik usulü seviyosan bişey diyemem. aa bi de ‘martı’ var onu söylemeyi unutmuşum. yarın hazırsa sipariş teslim alırım tamam sagol 🙂
martı’yı yazdım bile yahu, eğer anton’un martı’sından bahsediyorsan. 😀 bir de bildiğin eski kafalıyım, ne kindle ne e-kitap bana göre değil.
yok o değil bu. richard bach yazarı. ‘martı jonathan livingston’ diye geçiyordu. küçükken okumustum. nerdeyse unuttum kitabı ama hala güzel hissettiğimi hatırlıyorum.
diğer martı’yı da biliyorum evet ama okumadım. bildiğin siyah background üzerine puslu bir martı vardı galiba kapağında. dur ama listemi kabartma çok güzel bir alışveriş yaptım daha yeni. okunacak kitaplar yine 30u geçti.
tamam ben istek hakkımı kullanmıştım zaten.
tamamdır =) bu sıralar sanırım iyi bir okuyucu kitlesi ile karşı karşıyayım, arkadaşım da the prestige’i yaz dedi. keyfime diyecek yok.:)
prestij baya meşakatli olur sanırım. çok fazla mesaj ve etkili sahnesi vardı. birilerinin konusmadan senin söyleyeceklerini dinlemesi güzel tabi.
ne mutlu ki böyle düşünebiliyorsunuz gerçekten müthiş mutlu oluyorum. prestij gerçekten çok zamanımı alacak ama güzel olacak. bu arada şu an son bitirdiğim kitabı yazdığım için ve abime doğum günü alışverişi yaptığım için film patladı, yarın söz izliyorum. 🙂
tamam sıkboğaz etmiyorum zaten 🙂
olsun, biliyorum yerimi!
😀 peki madem.