Etiketler

, , , , , , , , , , , , , ,


Uzun süredir en çok araştırılıp soruşturulan şeylerden birisi “inanç”. Pek çok film, pek çok kitap, pek çok dizi bunu işledi. Hepsi farklı bir şekilde anlattı.

American History X’te inandığımız şeylerin aslında gerçek olamayacağını hatırladık. Peşinden koştuğumuz, ideal olarak inandıklarımızın boşa çıkabileceğiniz, bizi yanıltabileceğini hatta bizi kullanabileceğini gördük.

Yine aynı şekilde Romantik’te son sahnede en vurucu cümle gelmişti; İnanç perdesi ne kadar kalınsa akıl güneşi o kadar geç doğar. Gözlerimizi kör edebilen inanç için birkaç söyleyecek sözü vardı herkesin.

Kimisine göre inanmak yapılabilecek en büyük çılgınlık, kimisi için en büyük yersizlik.

Amin Maalouf da bir hayata, bir aşka ve bir ideolojiye inandırıyor aynı anda karakterini.

Doğu’nun Limanları’nda siyasi açıdan inandığınız her şeyin peşinden gidebileceğiniz, sonuçları ile karşılaştığınızda yapacak bir şeyinizin olmadığı, ideallerinizin sizi iyi sokaklara da kötü sokaklara da çıkarabildiği, bazen hayatınızı kurtardığı bazen ise bir safsata halinde sizi yok etmeye çalıştığı gerçeğini gözler önüne seriyor.

Aynı zamanda bir aşka inancı sınıyor. Yıllar içinde ne kadar değişebilir? Uzaktayken ne kadar katlanılır olabilir? Taraflar beklerler mi yoksa gitmeye teşneler midir? Aşk hangi yükümlülüklerle devam eder, hangi şartlar altında fedakarlığa dönüşür gibi bir sürü soruya cevap veriyor.

Bir de hayatı sorgulatıyor, aileyi, bir kız ile bir babanın arasındaki bağı, bu bağa inancı bize gösteriyor. Vazgeçmeyen bir baba ve vazgeçmeyen bir kız; en az babası kadar hayata sıkı tutunan bir genç kadın.

Yıllar sonra Doğu’nun Limanları’nı tekrar okuğumda ne düşüneceğim hiç bilmiyorum, şimdiye kadar inandığım ve hatta idealize ettiğim pek çok şeyin bir yokluktan ibaret olduğunu mu yoksa aslında inandığımız şeylerin temelde değişmediğini mi? Merakla bekliyorum.