• Hakkımda
  • Yazılarım

Öznur Doğan

Tag Archives: tanrı

Sevgiyi Tanrı Yapanlar

12 Cumartesi Oca 2013

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

abelard, çöl, çölde çay, güneş, heloise, mitoloji, pagan tanrıları, paganizm, panteizm, paris, sevgi, tanrı


paganlar-tanri-sevgi-paganizm-panteizm

” Tanrım! Nasıl da gıpta ediyorum, sevgisi bizim gibi olmayanların mutluluğuna.”

Abelard böyle yazıyordu Heloise’e bir mektubunda. On ikinci yüzyılda yaşamış bir filozoftu Petrus Abaelardus ama asırlar sonrasına fikirleri değil, öğrencisi Heloise’la yaşadığı aşk ve o aşkın mektupları kalmıştı.

Büyük aşkları “büyük” yapan neydi… İnsanları “sevgileri kendilerininki gibi olmayanlara” gıpta ettiren şey olabilir miydi? Yani imkânsızlık…

Öyle bir imkânsızlık ki “yeni doğmuş bir kuzuyu, aç bir kurda teslim etmek”le başlayan sıradan bir “hikâyenin” Fransa tarihinin belki de en trajik aşkına dönüşmesine neden olacaktı.

İmkânsızlık aşkı büyüttüğü kadar acısını da derinleştiriyordu.

Bretanya’da 1709 yılında bir şövalyenin oğlu olarak doğan Abelard, felsefe öğrendi, eğitimini sürdürmek için gittiği Paris’te ilahiyat dersleri aldı.

Dönemin kabul gören düşüncelerini, Hıristiyan ahlakını sivri diliyle eleştirdi. Parlak zekâsı ve yenilikçi fikirleriyle, felsefe öğretmenleriyle çatışmaya girdi ve kendi methoduyla ders vermeye başladı. Güçlü hitabetiyle kısa sürede büyük ün kazandı ve gittiği her yerde öğrencilerin çevresini sardığı bir hoca oldu. Paris’teki Notre-Dame Okulu’na atandığında artık otuz altı yaşında, başarısı herkes tarafından kabul edilmiş biriydi.

O sıralar Notre-Dame Katedrali’nin rahiplerinden olan Fulbert, Abelard’a yeğeni Heloise’e özel ders vermesini teklif etti. Heloise öksüzdü ve dayısının koruması altındaydı. Fulbert, bu çok zeki ve çok güzel kızla övünüyordu. Aralarındaki pazarlığa göre bu derslerin karşılığında Abelard onların evinde oturabilecekti.

Böylelikle, eğer o beklenmedik feci olayla neticelenmese gayet klasik bir aşk öyküsü olarak kalacak, bugün hiç kimsenin bilmediği ve hiç hatırlanmayacak bir sevdanın tarihteki özel yerini alması için de ilk adım atılmış oluyordu. Abelard öyle yazmıştı: “Yeni doğmuş bir kuzuyu, aç bir kurda teslim etmek”ti bu. O, öyle görüyordu.

“Kuzu” dayanılmaz güzellikteydi ona göre. Ne dinsel yeminler ne ahlaki kurallar kâr edecek, Abelard, on beş yaşındaki Heloise’i baştan çıkaracaktı.

Bu öykünün klasik tarafıydı. Öğretmenin ve öğrencisinin aşkıydı. Mutlu sonla bitse hiç şüphesiz sıradanlaşacak, sadece onu yaşayanların yaşadıkları müddetçe hatırlayacakları güzel bir anı olarak kalacaktı. Gerçi Heloise’e çılgınca tutulan Abelard aşkının şiddetiyle tutkulu şiirler yazmaya başlamış, felsefe çalışmalarını boşlayıp bir şair olup çıkmıştı. Hatta onlardan yedi yüzyıl sonra yaşayan Fransızların büyük ozanı Lamartine, “Heloise’e ve Abelard’ın öyküsünün anlatılamayacağını, ancak şarkısının söylenebileceğini” dile getirecekti. Abelard’ın Heloise için yazdığı şarkılar Paris sokaklarını inletmişti zaten, onlar bir yandan büyük aşklarını doludizgin yaşarlarken.

Bu aşkı karasevdaya döndürmeye ise Fulbert sebep olacaktı. Aralarındaki ilişkiyi fark eden, bir rivayete göre “yatakta yakalayan” bir diğerine göre Heloise 1118’de bir erkek çocuk dünyaya getirince durumdan haberdar olan Heloise’in “dayısı” müthiş öfkelenecekti. İki aşığı birbirinden ayırdı.

“Efendim “ diyordun bana.

Kafanın içini işe yaramaz laflarla,

Lüzumsuz sayılarla doldurduğum

O saatleri hatırlıyor musun?

Ne söylediklerimi dinledin

Ne ben hissettiklerimi söyledim.

Nasıl öğrettin öğretmenine gözlerinle dersini,

Nasıl da hızlı öğrendi öğrencin, dudaklarına birleşmeyi.

Sen saflığınla, bense özgürlüğümle,

Ödedik işte o derslerin bedelini,

Benden intikam alınca dayın.

Ha… Dayın diyorsam da gerçekten dayın mı bilmem.

Ama bana öyle geliyor ki, kıskançlığı kan bağından değildi.

Elde etmek istiyordu seni”

Hakikaten de kimilerine göre Heloise’i yetiştiren Fulbert aslında onun dayısı değildi, kimilerine göreyse, dayısı olsa bile Helios’de gözü vardı. Esas neden hangisi de olsa ok yaydan çıkmıştı bir kere…

Abelard, Fulbert’i yatıştırmak için, gizli tutulmak kaydıyla, Heloise’le evleneceğini söyledi. O tarihte felsefe hocalarının evlenmesi imkânsız değilse de sıra dışı bir durumdu. Ama Heloise katiyen yanaşmıyordu buna, var gücüyle karşı koyuyordu. Sevdiği adamın omuzlarına evlilik yükünü bindirmemek ve onu çalışmalarından uzaklaştırmamak için kendisi aşkı uğruna fedakârlık yapmayı, toplumun gözünde küçük düşmeyi, yapayalnız bırakılmayı göze alıyordu. Belki de gerçekten çok derin ve ağır bir aşkla seven bütün kadınlar gibi, sevdiği erkekle evlenmeyi istemiyordu. Her daim sevgili kalmak en büyük rütbeydi.

“Metresin olmak daha çekiciydi.

Çünkü özgürlüktü.

Evlilik bağları ticari bir anlaşma gibi,

Gereksiz yere bağlıyor insanları.

“Kan” lafından nefret ediyordum,

Metresin olarak pekala da yaşar giderdim.

Köpeğe tasma takmasan da sadakati bağlar onu sana.

Bilirsin ki isteyerek kalmaktadır yanında.”

Anlaşılan o ki evliliği “zül” kabul edecek derecede çok sevmişti Abelard’ı. O, ilahi aşkına resmi sıfatlarla gölge düşürülmesini kabullenemiyordu; ne var ki Abelard’ın ısrarları karşısında çaresiz kaldı ve evlendiler.

Abelard hocalık yapmayı sürdürürken, Heloise de bir türlü öfkesini yenemeyip olan biteni herkese anlatmaya devam eden dayısının evinde kalıyordu. Karısını bu sıkıntıdan kurtarmak isteyen Abelard, onu Paris dışındaki, Arqenteull Manastırı’na götürdü. Fulbert, Abelard’ın, yeğeninin sorumluluğundan kaçtığını düşünerek iyice kinlendi ve öcünü almak için kiraladığı adamları üzerine saldırtıp onu hadım ettirdi.

Abelard, utanç içinde, yine Paris yakınlarında bulunan Saint Denis Manastırı’na sığındı. Burada inzivaya çekilerek keşiş olan Abelard, Heloise’i de Argentulil Manastırı’nda rahibe olarak kalmaya zorladı.

Heloise’in örtünmesini istemesinin nedenlerini “ ‘Aşk mülkiyetçi olmamalı diyordum’ çünkü aşkın mülkiyetini kullanıyordum. İnsan aşkı hep mülkiyetçidir. Ne yazık ki apaçık görüyorum şimdi. Belki Tanrı’nınki de böyledir. Tarih beni bir şair, bir filozof olarak değil, bir sevgili, senin sevgilin olarak hatırlayacak. Ve ben sevmeyi bilmiyorum” diye itiraf ediyordu Abelard, İngiliz yazar Ronald Duncan’ın artık biri keşiş diğeri rahibe olan iki sevgilinin yaşam öykülerinden ve birbirlerine yazdığı mektuplardan yola çıkarak oyunlaştırdığı şiir-oyun metninde.

“- Bir zamanlar… Nasıl iç burkuyor bu sözler…-

Bir zamanlar, gövdesini gövdeme kattığım birine,

Rol mü yapayım, ketum mu davranayım?

Gecenin doruklarında dörtnala koşturmuştuk bedenlerimizi,

Daha da doruklara çıkmıştık doğan güneşlerle.

Biliyorum böyle yazmasa gerek benim gibi bir rahibe.

Özür diliyorum, ama yazan rahibe değil.

Örtüldük tepeden tırnağa ama kadınız biz.

Bu örtünün altındaki de Heloise, her dişiden daha fazla dişi.

Ve aşk… Ona bir Abelard öğretisi.”

“Ben sevmeyi bilmiyorum” demekte büyük ihtimalle haklı olabilirdi, tarihe geçen aşkın kahramanı Abelard. Hadım edilmese Heloise’e hep aynı tutkuyla bağlı kalmayabileceğini tahmin ediyordu. Bir erkek için sonsuza değin sürebilecek bir aşkın sadece yenisinin yaşanması imkânsız olduğunda mümkün olabileceğini anlamıştı. Yeniden cinsel bir aşkı tatma şansı yoktu onun. Hâlbuki Heloise, hissettiği öylesine büyük bir aşkın sonrasında gerçek bir rahibe olmadan da yıllarca rahibe gibi yaşayabilirdi; sevdiği erkeğe değil kendi duygularına ihanet etmemek için. Heloise üstün bir zekâya sahipti ve bu yüzden duyarlılığı zekâsı kadar keskindi.

“Ben böyle seviyorum işte: Zarafetini, gaddarlığını, inceliğini, kabalığını, olduğun şairi, olmadığın erkeği seviyorum. Hem gövdeni hem aklını seviyorum” diyordu Heloise. Bir daha asla ”erkek” olamayacak erkeği seviyordu o. Belki de hiçbir erkeğin beceremeyeceği bir sevgiyle. “Tanrı böyle sevemiyorsa” o da “sevgisini Tanrı yapıyordu”.

“Elin… Elin değmiş bu mektuba.

Teşekkür ederim; bana yazmışsın ama…

Elbette tanıdım yazını; değişmemiş hiç.

Değişen bir şey olmadı zaten, acı bile aynı acı.

Bana gönderilmemiş ama, mektubu ben okudum

Utanmadım, kimseye de ihanet etmedim.

Suskun geçen bunca yıldan sonra, hesap verecek değildim.

Şimdi de vermeyeceğim.”

Heloise böyle yazıyordu, ayrılıklarının üzerinden yıllar geçtikten sonra Abelard’ın bir başkasına yazdığı, tesadüfen eline geçen ve birlikte geçirdikleri yaşamın öyküsünü anlatan mektubu okuduğunda.

“Bırak, sana ait her şeye, sadakatle üzüleyim.

Bahtsızlık da olsa, her şeyi bileyim.

İç çekişlerim karışırsa seninkilere,

Belki ikimizin de acısı hafifleyecektir. Ne dersin?

İçimden hiç geçmiyor ama sen istersen,

Mektubumu şöyle de bitirebilirim;

Sonsuza kadar, elveda…”

Ve soruyordu Abelard’a dine adanmış bir yaşanda mutlu olmayı nasıl öğrenebileceğini. Abelard birbirinden habersiz yaşadıkları yıllarda yeniden yazmaya ve ders vermeye başlamıştı. Ortaya, eskisinden de parlak ve büyük tartışmalar yaratan fikirler atmaya sürdürüyordu.  Paraclete (şefaatçi) adını verdiği kendi dinsel topluluğunu kurmuştu, orada hocalık yapıyordu. 1125 yılında doğum yeri olan Bretanya’da bir manastıra başrahip seçilince kurduğu tarikatı terk etti, beş yıl sonra ise Paraclete Manastırı’nı Heloise ile cemaatine bağışladı.

Dertli bir arkadaşını teselli etmek için, yıllar öncesi Heloise ile yaşadıklarını tekrar hatırlayarak bir mektup yazan Abelard, bu sıralarda kendisine komplo hazırlayan Breton keşişleri tarafından tehdit ediliyordu.

Abelard’a göre Heloise’i ayartmak onlara felaket getirmişti. Bu felaketten Tanrı bir iyilik ortaya çıkarmış ve iki sevgili de Tanrı yoluna dönmüşlerdi. Heloise’in eline bir rastlantı eseri geçen mektupta bunlar yazıyordu işte. Oysa Heloise’in acılarını “ilahi” bir merhemin sarmasıyla bile hafiflemeyecek kadar derindeydi. O yarasına şifa olarak Tanrı’dan değil Abelard’dan bekliyordu.

Bunun üzerine Abelard, Heloise’e geçmişlerini bir daha hatırlattı. Heloise kendisinden çok sevmişti. Abelard ise ona sahip olmaya çalışmıştı.

Abelard ile Heloise’in aşkı mektuplarda devam etti. Yunanca ve Latince bilen Heloise, parlak zekası ve engin bilgisiyle ünlüydü, önce Arqenteull Manastırı’nda başrahibe oldu, ileriki yaşlarında birkaç manastır kurdu.

Eşsiz bir öğretmen olan Abelard ise Paris Üniversitesi’nin kurulmasına öncü olan bilim adamları arasında yer aldı.

Abelard ve Heloise bir daha hiç bir araya gelmediler.

Görüşleri yüzünden Kilise tarafından mahkum edilen buna rağmen inancından hiç vazgeçmeyen Abelard, 1142’de altmış üç yaşındayken Papa’ya kendini bağışlatmak için Roma’ya  giderken dinlenmek için uğradığı Cluncy Manastırı’nda veda etti hayata. Heloise ise sevdiği adamdan tam yirmi iki yıl sonra ve oda altmış üç yaşındayken verdi son nefesini.

İki sevgilinin buluşmaları, öldükten sonra da çok zor oldu. Nihayet Paraclete Manastırı’nda yan yana gömüldüler. Abelard’ın arzusuydu bu. Ancak cansız bedeni kavuşmuştu yirmi iki yıl sonra gelen sevgilisine.

On dokuzuncu yüzyılda ise iki aşığın kemikleri Paris’teki Pere-Lachase Mezarlığı’nda özel yapılmış kabirlere taşındı.

Onların aşkları birbirlerine yazdıkları şiirsel mektuplarla çoktan anıtlaşmıştı.

(Alıntıdır.)

Parfümün Dansı / Pan’ın Flütü

24 Cuma Şub 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

ayrıntı yayınları, öznur doğan, keşiş, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, kudra, maroia, oznurdogan.com, pagan, pan, pancar, parfüm, parfümün dansı, rahip, tanrı, tom robbins, yunanistan


Hayatımda bana kitap hediye edenler oldukça ben de ölümsüzlüğümü ilan edeceğim.

Şimdiye kadar sahip olduğum değerli kitaplar ve onlara değer veren insanları düşününce, kitap hediye eden herkese karşı hissettiğim minnet duygusu artıyor. Ben minnet duymayı severim, minnet duyarım ve bir şeyler yapmaya çabalarım onlar için. Çabaladıkça mutlu olurum, mutlu oldukça minnet duyduğum için daha mutlu olurum. Böylesi bir döngü içinde bana kitap hediye edenin 40 yıl kölesi olurum.

Tom Robbins ile daha önce kişisel bir karşılaşmam yok fakat bir iki defa adını duymuş durumdayım ve bir de son çıkan kitabını duyuyorum; Parfümün Dansı. Koku algısı yüksek biri olarak ilgimi çekiyor ama ne zaman kitapevine gitsem en önde duruyor kitaplar, uyuz oluyorum; almıyorum.

Bir edebiyat hocam çıkıyor sonra bana bu kitabı Fıccın’da hediye ediyor. Çünkü bu kitabın hayatında büyük bir yer ettiğine karar veriyor. Hatta Pan dövmesi yaptırıyor sırtına. (Bu bilgiyi vermesem de olurdu ama.)

Kitabı okumaya başlıyorum, karınca duası punto. En az Ferhan Şensoy kadar sevmediğim cinsten. İlk dört bölüm harika gidiyor, diyorum bu kitap coşar gider. Ama coşmuyor. Bir dönem çantamda duruyor, okunmayı bekliyor. Arada bir göz süzüyor, pas vermiyorum; naz yapınca daha kıymetli oluyorum eşşoğlusunun gözünde, zırt pırt gözümün içinde.

Sonra alıyorum kitabı elime ve bir serüvene dalıyorum. Keşişlerin arasından perilere, kamasutradan parfüme, Fransa’dan İngiltere’ye krallıklardan köleliğe kadar her şeyi yaşıyorum, her şeyi görüyorum. Sonra karar veriyorum; eşimle böyle bir hayat yaşamalıyım!

Sonra anlıyorum ki, ben de sıkılırım ve uçup gitmek isterim; ölümü deneyimlemek isterim. Kudra gibi bir hayat sürdükten sonra vazgeçebilirim. Cesurumdur deliyimdir biraz.

Hikayeleri gerçek sanma yanılgısına yeniden düşüyorum, yeniden saçmasapan hayaller kuruyorum. Ama hayal bedava, okumanın zevki paha biçilemez.

Kitapta en çok Pan’e takılıyorum, en çok onu seviyorum ve en çok onun için düşünüyorum. Çok tanrılı dinlerin yok oluşunun, son inanan kişiye kadar tanrıların direnişinin asaletini görüyorum. Pan ölmesin istiyorum, pis kokusu ile geçsin gitsin ama tüm perilere yetsin istiyorum. İki keçi ayağı üzerinde yürürken yorulmasın ve gittikçe soluklaşmasın istiyorum.

Ben Pan’e inanıyorum, Dünya’da Pan’e inanan son kişi olarak kalsam da ona inanmaya devam edeceğimi biliyorum. Çünkü o Apollon’a baş kaldıracak ve onla yarışacak kadar asi, Midas’a eşek kulaklarına mâl olarak kadar pahalı, nymphlere rehavet verecek kadar bereketli ve bana tanrı olacak kadar gizemli.

Ben Pan’e inanıyorum ve son sayfasını kapıyorum kitabın, Olympos’ta yol alıyoruz hiç tanrılı Pan’le.

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Abone Ol Abone olunmuş
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 aboneye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Abone Ol Abone olunmuş
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucu'da görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...