• Hakkımda
  • Yazılarım

Öznur Doğan

Tag Archives: amat

İhsan Oktay Anar’a Saygı Saati

31 Cumartesi Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 2 Yorum

Etiketler

amat, araf, öznur doğan, üç baş, bağdasar, cehennem, cennet, davut, denizci, efrasiyabın hikayeleri, efsun, emre, erkeklik organı, frenk, gemi, humbaracı, hıncal uluç, ibrahim dede efendi, ihsan oktay anar, iletişim yayınları, istiklal, kalın musa, kara kitap, karaköy lokantası, kirko, kitabül hiyel, kitap incelemesi, kitap okuma yarışması, kitap tanıtımı, konstantiniye, maroia, mephisto, orhan pamuk, oznurdogan.com, puslu kıtalar atlası, rafael, sevgili, suskunlar d&r


İhsan Oktay Anar. Bu yakışıklı, elmacık kemikleri çıkık adam… Kelimeleri ve cümleleri eski zamandan gelmiş, anlatıkları hep bildiğimiz ama hiç bilmediğimiz şeyler. İhsan Oktay Anar.

Her yazarla nasıl tanıştığımı mutlaka iliştirir oldum yazılara. Lise birinci sınıfta yapılacak olan kitap okuma yarışmasında seçilmem üzerine elime okunacak kitaplar listesi geçti ve ben en başta İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’nı gördüm. Daha hiç duymadığım bir kitap ve yazar ismi. Bir an duraksadım, acaba ne olabilirdi ki? İlk olarak adı çok acayipti. Puslu, kıtalar, atlası. Kafamda oluşturması gereken bir bütün ve resim varsa da oluşmuyordu. Bomboştu dimağım. Şekillenmeyi bekleyen oyun hamuru gibiydim. Ben kitaba bakıyordum, kitap beni süzüyordu. Aslında kitapta bir efsun vardı. Beni içine çekmeye çalışıyordu. Ve çekti de.

Fotoğrafta bulunan baskı ile kitabı okumaya başladım fakat kafam büyük karmaşalar içerisine giriyor. Bir sürü kelimeyi anlamıyorum, Türkçe olmadıklarını iddia ediyorum. Kitabı efsunu beni içine çekiyor, sözlüğü açmak için bile yanından ayrılamıyorum. Zaman oluyor bir çukur kazıyorum Dünya’nın öteki ucuna, zaman geliyor Konstantiniye’den çıkıyorum. Hayal dünyamın genişlediğini hissediyor, binbir çiçekle bezemeye başlıyorum yollarını. İhsan Oktay Anar sanki alnımın ortasından bir ışık şeklinde geçiyor. Ben tamamen kendimi yenilenmiş hissediyorum. Kitap bittiğinde büyük karmaşalar içinde de olsam, kitabı bir daha okuma aşkı ile de yanıp tutuşsam ne yapacağımı bilemiyordum. Yılanlar, böcekler, taşlar kafamın içinde geziniyordu. Böylesine karanlık fakat ferah bir yolculuğu bir daha bulamayacağımı düşündüğüm anda bile bir korku sarıyordu vücudumu. Puslu Kıtalar Atlası damarlarıma zerk edilmiş bir uyuşturucu gibiydi.

Aradan uzunca bir süre geçiyor. Ben üniversite birinci sınıftayım. Yazın Karaköy Lokantası’nda garson olarak çalışıyorum. Her gün işten çıktıktan sonra İstiklal’e gidip mağazaları dolaşıyorum. D&R senin, Mephisto benim iyice geziyorum ve görüyorum ki Suskunlar diye bir kitap var raflarda. Beşinci baskısını yapıyor o sene fakat ben ilk defa görüyorum. Yazarına bakıyorum, İhsan Oktay Anar. Tamam diyorum bu kitabı alacağım. Hafızama kazıyorum kitabı. Haftalığımı aldığım gibi kitabı alma derdindeyim fakat bir bakıyorum ki kitapyurdu.com’da İhsan Oktay Anar kendi kitabını imzalamış, sınırlı sayıda okurlarına ulaştırıyor. Fırsatı kaçırmıyorum. Hayatımın ilk imzalı kitabını alıyorum. Ve başlıyorum okumaya. Olamaz! Bu kitap da beni yeniden yaratıyor. Bağdasar, Kirko, Davut, Kalın Musa, İbrahim Dede Efendi, Rafael… “Bu adamın romanlarında” diyorum kendi kendime “bir efsun var.” Takmış durumdayım kitabın beni çeken bu efsununa. Bir yandan da şaşakalıyorum sürekli, eski kelimeler, tarihler, anlatılar, yaşananlar, isimler. Delireceğim. Bu adam bu kadar çok şeyi düşünüp nasıl hayal ediyor diyorum. Nasıl nasıl nasıl? Bir meyhane sofrası nasıl bu kadar ateşli olabiliyor mesela? Böylesi zor soruların cevaplarını bulamıyorum kolay kolay. Hemen kitabı bitiriyor, arkadaşıma okuması için veriyorum ve en büyük hatayı yapıyorum. Kitabı 1.5 sene sonra kirli bir şekilde geri alabiliyorum. Hayatımın en büyük hatasıdır. En büyük.

Üçüncü durağım Emre isminden yola çıkışımla birlikte Amat oluyor. Sevilenin adı Emre, Amat’ın Latince ‘sevilen’ anlamına gelme ihtimali var gibi cümleler okuduktan sonra hazır da İhsan Oktay gazım varken doğrudan alıyorum kitabı. 24.11.2010 tarihinde, yanımda sevilen varken D&R’dan alıp çıkıyorum. Bir ay sonra sevilen askere gidecek, bana da birkaç fotoğraf ve bu kitap kalacak. Kitabı okumaya başlıyorum. Okumak değil bu seferki, içiyorum. Rengi de kırmızı nasılsa şarap gibi. Şarap gibi kitap içilmez mi? Amat adlı gemi ile hem Cehennem’e hem Cennet’e hem de Araf’a yolculuk yapıyorum. Geminin tamiri gerektiğinde ben harekete geçiyor, olayları organize ediyorum. Ve fakat şimdiye kadar yaşadığım İhsan Oktay şaşkınlığına bir de “Bu adam bu kadar çok deniz terimini nereden biliyor?” şaşkınlığı alıyor. Sanki daha öncekiler çok normalmiş gibi… Delirecek seviyede bunu düşünüyorum, “Nasıl yazdın bre adam, önünde hangi ansiklopediler açıktı? Ama ansiklopedi olsa da bu kadar iç içe girmez ki gerçekler. Hangi gerçekle yazdın?” Br yandan da İhsan Oktay ile bir ortak noktamız oluşunu seviyorum bu kitapta. O da eşine ithaf etmiş bu kitabı, ben de. Böyle güzellik olamaz diyorum. Amat’ı da başucuma koyuyorum. Baş tacı ediyorum. Başımın üzerinde üç farklı kitap.

28.10.2010 tarihini attığım Efrasiyab’ın Hikayeleri başımın üzerindeki dördüncü kitap olmaya hazır. Bir kitabın kötü çıkabilme ihtimalini ne kadar çok seviyor, sinsice bekliyormuşum meğerse. Olmuyor da olmuyor. İhsan Oktay okurken bazen aklıma Orhan Pamuk geliyor, Kara Kitap geliyor bazen. Hikayeleri karıştırdığım bile oluyor. Beyin dediğin istemediğin anlarda bulamaç görevi görüyor. İhsan’ın her kitabında bulunan ince mizah Efrasibay’ın Hikayeleri’nde daha da gün yüzüne çıkıyor bana göre. Gülerek okuyabildiğim kitapları seviyorum çünkü. Daha sonrasında Kitab-ül Hiyel’de it gibi sırıtacağımın farkında değilim, “Ne kadar güzel güldürüyorsun İhsan.” mantığında hareket ediyorum. Stradivarius’lar, aşklar hikayeler gırla gidiyor. Benim İhsan Oktay Anar aşkım ve sevgim daha da fazlalaşıyor. Hatta üzülmeye başlıyorum sadece bir kitap kaldı geriye okunacak diye. Ama hayat hain, hemen geliyor sıra Kitab-ül Hiyel’e.

Ve hüzünlü son geliyor. Son kitabımı elime alıyorum. Ne geleceğini bilmiyorum, okumaya başlıyorum ve bu sefer gerçekten it gibi gülerek okuyorum kitabı. Gerçek zekanın pırıltılarının matematik ya da fenle değil espiri ve anlama kabiliyeti ile olacağını biliyorum. İhsan Oktay benim babam olsa ya diyorum, olmadı amcam olsun. Ne bileyim canım, üç beş yakın olsun. Erkeklik organları mı desek, sevişmeler mi, üç başı arzulamak mı desek. İktidar pek önde bu kitapta ve iyi dalgasını geçiyor İhsan. (Böyle adı ile de söyleyince kendimi iyice Hıncal Uluç hissettim.)

İhsan Oktay Anar masalı acı bir şekilde bitiyor, okunacak başka kitap yok. Otursam da ağlasam mı? Kendimi dağlara mı vursam? Fakat bekliyor olacağım yeni bir kitabı. İletişim Yayınları’nın baskı yapması gerekiyor bence “Adam adaaam, sevenlerin kitap bekliyor!” diye. Belki de Anar şu anda bir şeyler yazıyordur evinin bir köşesinde, yeni kitabı için. Uzanıp yanaklarından öpüyorum. Sen yaz, lütfen yaz…

Yüzüncü Ad Yolculuğu

12 Pazartesi Mar 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

allah, amat, amin maalouf, araf, öznur doğan, baldassare, izmir, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, konya, lübnan, lisbon, londra, maroia, odysseus, oedipus, oznurdogan.com, semerkant, yüzüncü ad, İstanbul


Tüm hikayeler bir yolculuk ile başlar ya da içinde mutlaka bir yolculuk vardır. Mitolojiden tutun da (Oedipus’un, Odysseus’un yolculukları), modern dönem kitaplarına kadar (Amat, Araf) hep yolculuk vardır. Bu yolculuk teması sadece normal bir gitme ya da dönme olayını simgelemez. Anlatacağı şeyler vardır.

Bu nam-ı diğer ‘journey motive’ karakterler üzerinden bir şeyler anlatmak ister. Yolculuğa çıkmak sıradan bir hadise değildir bu yüzden ve eğer bir kitapta giden birileri varsa o kişi asla eskisi gibi olmayacaktır gidişinden sonra. Mutlaka bir değişim geçirecektir. Farklı bir insan olarak geri dönecektir. Ya bilgelik yolunda adımlar atacaktır kocaman kocaman ya da bilge olmasa da öğrendiği şeyler ile devam edecektir yoluna. Yol ve yolculuk bir yenilenme, arınma, baştan yaşama biçimi olur bu yüzden.

Amin Maalouf’un Doğu’nun Limanları kitabında da görürüz bu yolculuğu, Fransa’ya yol alan bir başkahraman vardır ve hayatı bir daha asla eskisi gibi olmaz. Yine Yüzüncü Ad da tam bu yolculuk motifine örnek verebileceğimiz kitaplardandır.

Ebu Mahir el-Mazandarani tarafından yazılan, 1666’da kıyametin kopmasını içinde yazan Allah’ın 100. adı ile engelleyecek kitap Hacı İdris’e, Hacı İdris’ten de Baldassare’a kalır fakat Baldassare bunu yolculuk için para karşılığı satar.Sattığından pişman olarak da tekrar bulmaya çalışır.

Yolculuk başlar, yollar aşılmaya başlanır. Baldassare günlük tutar bu sırada. Her yaşadığını yazar, not eder. Konya’dan İstanbul’dan, Londra’dan, İzmir’den, Lisbon’dan bahseder çünkü yolculuğunun ayaklarıdır buralar.

Önemli olan ise Baldassare’ın nerelere gittiği değil, neler yaşadığıdır. Bu yolculuk sırasında Baldassare bir aşk yaşamaya başlar. Aşkı bulmuştur ve bırakmak istemez fakat bunun için de savaşmak zorundadır. Günlüklerine notlar almaya devam eder, kitaba daha çok yaklaştığını düşünürken hep engeller çıkar önüne. Kitap daha da uzaklaşmıştır ondan. Baldassare yorulmak ile yorulmamak arasındadır ama vazgeçmez gayesinden.

Bazen gerçek anlamda geride kaldığını hisseder, inançlarını yoklar ve sorar kendi kendine acaba ben neyi arıyorum diye. Ama sorgulamayı bırakır sonra. Aradığı şeyin ne olduğunu en sonunda anlayacaktır zaten, şimdi onun bir kitap olduğunu düşünse de.

Baldassare aramaktan yorulurken yüzüncü adı, siz vazgeçemezsiniz merak etmekten. Çünkü nasıl olsa birisi geziyordur sizin yerinize hem de sayfaların akışında. Bir yaprak çevirimi kadar hızlı hareket ediyordur haritanın üzerinde.

Kitabın sonunda -çok sevdiğim kitaplardan birisi olduğu için sonunu söylemiyorum ve okuma zevkinize bırakıyorum – Baldassare kendisini keşfetmiş oluyor. Boşuna başlamıyor çünkü kitap bir yolculuk ile. Baldassare’ın yaptığı tüm yolculuklar, benliğine doğru yaptığı yolculuklar aslında. ‘Ben neyim?’ ve ‘Ben kimim?’ sorularının cevabı saklı tüm sokaklarda, duvarlarda. Kitap sadece bir araç Baldassare’ın kendisini bulması için.

Yüzüncü adın yazılı olduğu kitap Baldassare için bir araç olsa da, Yüzün Ad kitabı da bizim için bir araç oluyor. Durup da düşünenler bu konu üzerinde, kafalarında küçük de olsa bir soru işareti olanlar kitap bittiğinde, kendilerine baktıklarında eski benliklerini bulamıyorlar çünkü bir soru daha eklenmiş oluyor hayatlarına ve bu soru sıradan sorular gibi cevabı çabuk bulunan türden değil.

İnsanın kendi varlığını sorgulaması, hayatı sorgulayabilir hale gelmesi, sorularını doğru şekilde yöneltmesi, sahip olabileceği en büyük hediyedir dünyada. Akıldan kalbe, kalpten de akla doğru yapılan yolculuk, maddi olarak yapılabilecek her yolculuktan daha eğlenceli, daha yorucu, daha masraflı ve daha masrafsızdır.

Yol, siz onla ilgilenmediğiniz sürece bir şey yapmaz. Yol durur öylece. Tıpkı içimizde keşfedilmeye bekleyen benliğimiz gibi. Tıpkı bebekliğimizde bıraktığımız bir sürü alışkanlığımız gibi; avucumuza konulan parmakları refleksle sıkmak gibi ilk altı ya, ya da ilk üç ay gözyaşı gelmeyişi gibi gözümüzden. Tekrar hatırladığınız anda birisinin elini sıkıca tutabileceğinizi ya da aslında ağlamanın da ne kadar önemli olabileceğini, işte ilk çakılları hareket etmiştir yolunuzda.

Büyük hazırlıklara da gerek yoktur kendinize yapacağınız yolculukta. Size patlasa patlasa iki sinirlilik, üç duygusallık, yedi de gözyaşına patlasın. Kendinizi olduğunuz yerden ötede hissetmek ve eskisi gibi olmamak için bunları feda etmek nefes aldığımızı fark etmememiz gibi. Çünkü siz en açık halinizle, keşfedilmeyi bekliyorsunuz. En samimi ve savunmasız halinizle, sorularınızla birlikte…

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Abone Ol Abone olunmuş
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 aboneye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Abone Ol Abone olunmuş
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucu'da görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...