• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: skyler

Breaking Bad 3. Sezon / Devin Uyanışı

10 Pazartesi Ara 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

3.sezon, üçüncü sezon, big brother is watching you, breaking bad, breaking bad inceleme, darwin, george orwell, gus, hank, jesse pinkman, kartel, marie, meksika, metamfetamin, metamfetamin nasıl yapılır, mike, mor, paganlar, saul goodman, skyler, tuco, walter white


breaking bad season 3 üçüncü sezon3. sezon olayların hızlı bir şekilde akmaya başladığı sezon. İlk sezonda hiç tanımadığımız bir adamın hayatına girdik, kanserini öğrendik ve kurtulması için içimizde garip bir hisle dolaştık. İkinci sezonda tüm dizi boyunca gördüğümüz herkesin küçük ve büyük değişimlerine, evrimlerine tanık olduk. Üçüncü sezonda ise bu evrimlerini tamamlamaya çalışan karakterler kozalarından çıkmalarına az kalmış sabırsız birer tırtıl olarak karşımıza çıkıyor.

Breaking Bad’in insan sağlığı üzerinde zararları olmadığını söyleyemeyeceğim. Örneğin bende uykusuzluk ve bağımlılık yaptı. Metamfetaminin ne olduğunu öğrenmekle de kalmadım, oldukça steril ortamlarda yapılması gerektiğini öğrendim. Pek çok kişinin aksine Breaking Bad’in uyuşturucunun gerçek yüzünü ortaya çıkardığı için neredeyse bir belgesel olarak kabul edilebileceğinden de bahsedebilirim.

İki sezonun karmaşaları ile en son bölümü izlediğimde üçüncü sezonda neler olacağına dair tahmin yürütemedim fakat ayrılan sevgililer Jesse ve Walter’ın bir noktada birleşeceklerine emindim. En azından üçüncü sezonun posteri bana öyle söylüyordu.

İlk iki sezondan farklı olarak üçüncü sezonun daha mistik bir yapısı var. Açılış bölümü olan birinci bölümde gördüğümüz türbevari yer, paganların gerçekleştirmekten bıkmadıkları ve sıkıca bağlı kaldıkları törenlerini temsil ediyor ve bizi materyal dünyadan başka bir dünyaya çağıracağına haber veriyordu. Adını sanını bilmediğimiz fakat dişlerimizi gıcırdatan seviyede canımızı sıkan iki eleman Meksika’nın kızılımsı topraklarında zamanlarının gelmesini bekliyordu. İlk sahnede gördüğümüz gökyüzünün ve yeryüzünün kızıllığı sezon boyunca hakim olacak olan puslu ve kanlı atmosferi temsil ediyor diye düşünüyorum.

Tarihin en garip cezalandırıcılarından biri olmaya aday bu iki SPAM ALERT ON -daha sonradan Tuco’nun kuzenleri olduğunu öğreneceğiz- SPAM ALERT OFF sadece  bir intikamın peşinde koşmuyorlar. Aynı zamanda geçmişe dönük kanla bağlanmış bir hikayenin de peşinde koşuyorlar. Kendi ailelerinin hikayelerinin peşinde. En gösterişli şekilde ayinlerini yapan gösterişli bir ailenin. Kartel! Her ne kadar alt yazı ile izlerken bu ismi küçük harfle yazmaya ısrarcı olsalar da özel isim olduğuna inandığım. Tüm bunların yanında Walter’ın daima yanında taşıdığı ve garip pozisyonlarda görmeye alıştığı ikinci sezonun başında parçalanan ayıcığa ait göz var. Bu göz “Big brother is watching you”nun gözü olması büyük bir ihtimal. Yatağın altına düşse de pozisyonu Walter’ı izleyecek şekilde. Bu sayede Walter’ın daima izlendiğini, sadece Kartelboy’lar tarafından değil daha büyük bir güç tarafından da korunduğunu anlıyoruz.

Breaking Bad noktalar ile ayrıntıları bir araya getirip güzel bir kurgunun etrafında dolandırıyor insanı. Bu yüzden izlediğinizde iki üç bölüm art arda izlemek istiyorsunuz. Madem bu bölüme Devin Uyanışı dedik, o zaman neden böyle dediğimi de açıklamanın vakti geldi. Bahsettiğim gibi karakterlerin evrilişi ve kendi içlerinde var olan insanlara dönüşmesine artık çok küçük bir adım kalmış durumda. Kimyanın da en temelinde bulunan değişime ayak uydurmaya başlıyorlar. Sessiz bir adam olarak tanıdığımız Walter’ın artık sesi daha da gür çıkmaya başlıyor, eli titremiyor ve kendisini en kötü hissettiği anlar genellikle ikinci varlığı olan, benim pek de uyumlu görmediğim fakat basite indirgersek, “kötü yanı” bir başka kişi tarafından hafife alındığında. Walter artık içinde var olan gücün farkında bir adam haline geliyor. Sadece yalnız kaldığında değil başkaları ile birlikteyken de hissettiği bir gerginlik var. Yaptığı işten zevk almaya başladığını bile görebiliyoruz. Yine de iki şeytan iki tarafında var olmaya devam ediyor. Walter’ın değişen tarafı %60’lık bir alanı kapsıyor.

Diğer yandan daha önce de bahsettiğim, kendisini doğruluk ve gurur abidesi olarak anlatmaya çalışan Skyler’ın içinde değişen özü de görmüş oluyoruz. Daha profesyonelce yalan söylemesi, Ted ile olan ilişkisinde garip bir şekilde istikrarlı olması fakat hala bağlılık duyduğu adamın Walter olması… Skyler, yarışa katılan bir oyuncu gibi. Değişime ne kadar hızlı ayak uydurursa aralarında kaybolmama ihtimali işte o kadar yüksek. Eğer geride kalırsa ayaklarının altından çekilen taşların boşluğunda kalmaya mahkum olacak. Bu yüzden Skyler da koşuyor. Bir yandan hala Walter’a çok kızgınken bir yandan da onun hayatına dahil olmak için adımlar atıyor.

Hank, kilit karakter olmak üzere hızlı adımlarla ilerliyor. İnatçı yapısı, vakadan vazgeçmemesi ve Darwin’in gurur duyacağı “the fittest” adam olması ile takdirimi kazanıyor. Yine de ben istiyorum ki Hank hiç dokunmasın bizimkilere, onlar kumrular gibi bir barışık bir ayrı gezse de pişirsinler methlerini, bize düşmesin üzülmek. Hank’in en zorlu sınavı verdiği sahne, üçüncü sezonun karın kaslarımı gerdiğine hissettiğim, ellerimin sımsıkı kapalı kaldığı sahne oldu. Bu konuda spoiler vermeyeceğim, sadece son bölümlere kadar beklemek gerekecek. Yine de Hank’in kendisinden beklenmeyen çevikliği ve kendisinden beklenmezse olmaz kıvrak zekası ile bir bütün oluyor.

Şu anda 4. sezonu izliyor olduğum için bunu rahatça söyleyebilirim ki, eğer dikkat etmediyseniz 3. ve 4. sezonda Marie’nin gerçek bir mor manyağı olduğunu anlayacaksınız. Yatak örtüleri, kıyafetleri, aldığı çiçekler, alışveriş çantası, mutfağı… Her şeyi mor. Mora neden bu kadar takıntılı olduğunu henüz herhangi bir durum ile bağdaştırabilmiş değilim. Mutluluğun ve cinselliğin renklerinden birisi olduğunu biliyorum morun fakat Marie’ye uygun düşen konum tam olarak nedir? Bir bilgim yok, bu konuda yardımınızı istiyorum.

Garip bir şekilde evrilmeyi seçen son adam ise Jesse. Bizim bıçkın, zıpır delikanlı. Bir ileri gidiyorsa iki geri gediyor. Mehteran takımı gibi mübarek. Bir yandan duygularına çok bağlı ve aslına bakarsanız mahvolmaya çok açık bir yapısı var. Bir yandan da dünyanın en sağlam adamı gibi görünmeye çalışıyor. 25 yaşında bir adamın alabileceği tüm sorumlulukları aynı anda sırtına almaya çalıştığı ve aslına bakarsanız çelimsiz olduğu için nefreti daha da artıyor. Birden fazla konuda düşünmeye, yaptığı şeyleri sorgulamaya başlıyor. Jesse, şeytanın yanında olmaktan hem çok mutlu hem de çok üzgün bir adam. Walter ile bir türlü barışmayan yıldızlarının yanında ikisinin de birbirlerini baba oğul gibi seviyor olmaları var. Bu yüzden belki de bu kadar çok kavga ediyorlar. Bir düşünelim bakalım biz nasıl kavgalar ediyoruz ailemizle? Meth ailesinden gelen bu iki adam da bu yüzden o kadar çok sürtüşüyor ve ayrılığa düşüyorlar.

Son olarak Gale, Mike ve Gus. Üç farklı karakter, üç farklı yapı, bir ortak nokta. Üçünün de sakin görünmelerinin ardında patlayan, neredeyse kocaman bir eyaleti altına alabilecek bir volkan olmaları. Özellikle Gale’in tekinsiz tavırları beni sürekli tedirgin ediyor. Sanki bir anda koşup bıçak ya da eline ne geçiyorsa alacakmış da sokuverecekmiş bir yerlere. Gale, garip bir adam. Garip bir tekinsizlik unsuru Freud’un bahsettiği.

Daha çok karakterler üzerinden gitmiş oldum bu sezon için fakat dünyanın en mantıklı hareketi sanıyorum bu. Artık olaylar daha tahmin edilebilir bir boyuta taşınıyor. Vince’in yapmak istediği ise tamamen farklı kamera açıları ile bizi hikayeye yaklaştırmak, germek ya da uzaklaştırmak. Tek yapmamız gereken dönüşümün tamamlanmasını beklemek. Bir sabah uyandıklarında kendilerini böcek olarak bulabilecek adamları uzaktan izlemek ve değneğin ucuyla uzaktan dokunmak…

Breaking Bad 2. Sezon

03 Pazartesi Ara 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 1 Yorum

Etiketler

alterego, breaking bad 2. sezon, breaking bad inceleme, ego, hank, heisenberg, id, ikincii sezon izle, jane, jesse, pollos, saul goodman, skyler, ted, walter white


breaking bad ikinci sezon 2. sezonBirinci sezonun bitmesi ile hiç ara vermeden ikinci sezonun ilk dört bölümünü izlemiş bulunuyordum. Garip bir şekilde Breaking Bad’e sarmıştım. Hala da sarılı durumdayım. Hatta üçüncü sezondan 7 bölüm bile izleyiverdim bir oturuşta. Sanıyorum ki Breaking Bad’i her hafta beklemek benim için en zor işlerden bir tanesi olacak çünkü büyük bir iştah ve oburluk ile tüketiyorum şu anda diziyi.

Birinci sezonda işin içine çok girmeyen, büyük pişmanlıklar yaşayan Walter White abimizin daha büyük değişimine tanık oluyoruz. Aynı zamanda Vince Villigan’ın kamera ve anlatım tekniğinde daha da üste çıktığına tanık oluyoruz. Hikayenin başında evin havuzunda görünen oyuncak ayının ne olduğunu sezonun son bölümlerine kadar anlamamız imkansız bir durumda. Birinci sezonda görmeye çalıştığımız “bölümün başında ne görürsem bölüm sonunda onu anlarım” gevşoluğunu üzerimizden atmamızı istiyor Vince. Burası benim bölgem ve izin verdiğim sürece burada “anlak abi” olabilirsiniz diyor. Maşallah. Anlayamıyoruz da zaten.

Tuco’nun kendi öz elemanını öldürdükten sonra olayların gelişime ile başlıyor ikinci sezon. Tuco’nun büyük bir kompleks ardında olduğuna tanık oluyoruz. Sanıyorum ki Tuco tam olarak id’i temsil ediyor. İçindeki hayvansı dürtüler ve egolarına asla dokundurtmaması açısından, ağzından tükürükler gelene kadar bağırması ve hayvani iç güdüler ile kendisinden daha rütbeli birisine sarılmaya kalkmasını başka bir şekilde açıklayamıyorum. Gariplikler diğer bölümlerde de devam ediyor. Hikayenin girift yapısı ve insanların birbirine çok yakın oluşu nedeniyle sürekli bir nefes kesilmesi halinde kalıyorsunuz. Hank’in daima çevrelerinde oluşu fakat dizideki ha yakaladım ha yakalandım havası insanı çıldırtan bir hale itiyor. Karnınızda sürekli bir sancıma başlıyor. Aynı anda hem Walter, hem Jesse hem de Hank oluyorsunuz. Bu üç adam kendi dünyalarında yolculuk yapmak zorunda olan adamlar olarak karşımıza çıkıyor. Jesse en başından bulunduğu ortamı terk etmiş, kendi yolunu pişirerek çizmeye çalışan bir adam. Karmaşalar içerisinde bir ruh. Hem çok duygusal hem de oldukça kibirli. Walter, kötü ile iyi arasında arafta kalmış bir adam. Fakat ikinci sezonde tanık olduğumuz portre Walter’ın artık “kötü” olarak kabul edilen tarafa daha da yatkınlaşmaya başladığı. Kendi kendine gerçekleştirdiği sorgular, gerçeklerden kaçmak için söylediği yalanlar ve diğer her şey Walter’ın en büyük arafının simgesi. Hank ise diğerlerinden farklı bir adam. Kas kuvveti ile beyin gücünün birleştiği fakat handikaplara sahip bir insan. El Paso’da yaşadıklarından sonra akıl ve vücut sağlığının doğru orantıda gitmediği bir adam. Çok kuvvetli görünmeye çalışıp bazen savunmasız kalmanın, tam da o anda birileri tarafından vurulmanın ne demek olduğunu gören adam.

Ve her açıdan ahlak gurusu olarak gezinmeyi kabul etmiş Skyler. Skyler benim için en zorba karakterlerden bir tanesi. Tüm yaşananlara tek bir pencereden bakmayı kabul ediyor. Kardeşinin kleptomanisine karşı takındığı tavır, Walter’dan intikam alma biçimi, kendi çocuğuna karşı guru olmasına rağmen yerine getiremediği sorumlulukları ve tüm bunlara aslında bir kadın olarak katlanamayışı. Skyler bir yandan kadınların duyarlı ve daima doğruyu, ortaya bulma çabalarının eseri. Bir yandan ise yine aynı kadın bünyesi ile çelişkilerin içinde varlığını sürdürüyor.

Bu sezonda yeni tanıştığımız bir karakter daha var. Skyler’dan daha zorba ve hırslı: Jane. Temizlenme döneminde olan Jane Jesse’nin farklı bir adam olmasındaki en büyük etken haline geliyor. Jesse’nin tamamen duygusal yanını ortaya çıkaran Jane katalizör görevi görüyor. Bir tepkimeye giriyor, değişikliklere neden oluyor fakat kendisi olduğu gibi çıkıyor. Jesse’nin ilk ve ikinci sezonda tanıdığımız adamdan çok daha farklı, duygusal, hırslı ve üşütük olmasının nedeni haline geliyor. Jesse’nin ruh eşi olarak görüyoruz ilk başta onu. İkisi de çiziyor, ikisi de güzeller fakat sonrasında Jane’in çabuk değişebilen fikirlerine tanık oluyoruz. Var olan gerçekleri yadsıması, işine geldiği gibi davranması ve kendi kurallarını koyması. Daha fazla spoiler vermeyeceğim bu kız önemli.

7. bölümün başında şarkı söyleyen elemanlar bizlere yeni birilerini tanıtıyorlar. Bu açıdan bölümlerin ileriki bölümler ile doğrudan bağlantısını da görmüş oluyoruz. Üçüncü sezonda göreceğimiz olaylar için ikinci sezondan bir gönderme yapılıyor. Tabii ki bu bir spoiler değil fakat karakterleri işin içine sokma açısından Vince düşünceli davranıyor. Aniden birilerini çıkarmak yerine yan karakterleri -ki bu karakterlerin ana karakterler için oldukça önemli olacağını da açıkça söyleyebiliriz- tanımış oluyoruz. Heisenberg’ün ününün tüm dünyaya yayıldığından bahsediyor şarkıda. Ayrıca Kartel’den de. Kartel ve sülalesini yakından tanıma fırsatı bulacağımızı muştulayan bu şarkının sonunda Walter’ın “hadi gidin bakalım evlerinize” demesini bekledim. 🙂 Şöyle bir tavuk kışlar gibi kovsaydı çok eyiydi.

Kilolarca meth yapmak için yola çıkan Jesse ile Walter’ın garip arkadaşlıklarına da şahit oluyoruz. Birbirleri ile hem uyumlu hem de bir o kadar uyumsuz olan bu iki adam hayatlarının araflarını maddi dünyada da yaşama devam ediyorlar. Spoiler alert -akünün bitişi nedeni ile ne ileri ne de geriye gidebiliyorlar. Walter’ın en büyük itirafı, kabullenişi burada geliyor. Ben bunu hak ediyorum diyerek kabullenmişliğini ifşa ediyor. Kocaman bir çölün ortasında aynı Lost gibi  kalıyorlar. Nereye gitseler çayır, gitmeseler ölüm. Gitseler yolda ölüm.- spoiler gider. Sadece ruhi durumları zorlamış olmuyor karakterleri, materyal etkenler de karakterleri üzerindeki değişimi hızlandırıyor.

Ve sezon ilerledikçe işin içine Saul Goodman “her noktayı kurtarır abi” ve büyük adamlar giriyor. Tabii biraz da ihanet. Spoiler gençler bu paragraf bitene kadar uzaklaşın, – Skyler’ın hafiften yeni işindeki Ted’e yaltaklanması ile birlikte birkaç gün sonra  “Ay ben boşluktayaaam” diye adamla yatması bir oluyor. Garip bir şekilde bunun gerçekleşmesini de istiyorsunuz fakat karşıda hiçbir aldatma gözetmeden parasını sırf ailesi için biriktirmeye çalışan bir adam var. Tabii ki onun artık eski Walter olduğunu söyleyemeyiz. Söyleyemiyoruz çünkü toplum kabul ettiği kötülük ve iyilik normları bir kere kişinin içinde yeşermeye başladıysa her şeyin gerisi geliyor. Bir süre sonra Walter paraya ihtiyacı olmadığı halde bu işi yapmaya devam ediyor. Karısını aldatmadan. Garip insan dürtüleri ile Skyler’ın yeni bir hayata girmeye çalışması, eski hayatından kaçarak güvenli bir limana sığınması göze çarpıyor. Tabii sevişmek zorunda da değilsin ablacım. Yapma lütfen. Ve tabii ki 17 kilo methi satacakları büyük abiler. Bu abinin kim olduğunu ve neler yapabileceğini üçüncü sezonda çok daha iyi görüyoruz. Burada karakter hakkında değil işin büyümesi ile birlikte artan sorumluluklardan bahsetmek istiyorum. Kendi çevresinde geliştiği sürece problem olmayan şeyler büyük alanda, tam o satranç tahtasında karmaşıklaşıveriyor. Eğer acemi iseniz tek hamlede yeniliyor ve karşı tarafın istediği pozisyona geliyorsunuz. – geri gelebilirsiniz.

Jane karakteri sezonun sonuna doğru en büyük atışını yapıyor ve tüm hikayenin çok farklı bir noktaya gitmesine neden oluyor. İşte tam burada aslında Jane’in sıradan bir insan olduğunu anlıyoruz. Hırsları doğrultusunda hareket eden, toplum tarafından eğitilmeye çalışılsa da aslından vazgeçmeyen bir karakter. Biliyoruz ki insanlar ne kadar çok değiştiklerini iddia ederlerse etsinler, değişmezler. Jane bunun ayaklı kanıtı oluyor. Paralar karşısında kendisini kaybedip demir yolunun rayını çevirince, ikinci sezon güçlü bir son ile bitiyor.

-Hangi telefon?

Just Break Bad / Sezon 1

09 Cuma Kas 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 2 Yorum

Etiketler

admission of guilt, ahlak kuralları, albuquerque new mexico, breaking bad, hank, jesse, kanser, kemoterapi, law enforcement entities, pan tanrı, radyoterapi, season 1, skyler, stensil, vince gilligan, walter


Hadi bana şimdi anlatırken heyecandan öleceğim, izlememek için kendimi tutamayacağım, gün içinde sahneleri gözümün önünden geçen bir dizi söyleyin dememe gerek kalmadan arkadaşımdan geldi yorum: Breaking Bad’i izlesene sen! Neden Breaking Bad’i izleyeyim dedim, sen kimyayı sevdin, o zaman Breaking Bad’i de seversin dedi. Sonra dizi gurusu arkadaşıma sordum, böyle diyollaa napayım diye? Dedi ki, “Durduğun kabahat!” Ve ben de “Ol!” dedim, torrent ol ve in bilgisayarıma.

Büyük umutlara kapılmamayı iyi öğrenmiştim film ve kitap konusunda. Söz konusu zevkler ve renkler oldu mu işler karışıyor. Ben seviyorum o sevmiyor, o seviyor ben sevmiyorum. Breaking Bad’e herkes olur verdi, ben umudumu yükselttim ve daha birinci sezondan istediğimi almış bulunuyorum. Şimdiye kadar izlediğim diziler arasında birinci sıraya lönk diye oturan bir dizi oldu Breaking Bad! Hadi birlikte “kafayı” fena halde “sıyır”alım.

Sezon 1 başlıyor, adamın teki donsuz monsuz ortalıkta geziniyor.

 Walter H. White: My name is Walter Hartwell White. I live at 308 Negra Arroyo Lane, Albuquerque, New Mexico. 87104. To all law enforcement entities, this is not an admission of guilt. I am speaking to my family now. 
[covers camera momentarily] 
Walter H. White: Skyler, you are the love of my life, I hope you know that. Walter junior, you’re my big man. There are… there are going to be some things, things that you’ll come to learn about me in the next few days. I just want you to know that, no matter how it may look, I only had you in my heart. Goodbye. 

Başrol ile tanışmış olmanın zevki içindeyim, (Açıkçası şu an bunları yazarken bile garip bir heyecan söz konusu.) Sahneler hızlıca ilerliyor. Sezonun ve dizinin ilk bölümü, oldukça hızlı ve farklı geçiyor. Diğer karakterler ile tanıştırılmaya başlıyoruz. Walter Jr., Skyler, Hank, Marie ve Jesse. Birbirinden bağımsız insanların tek bir çember içinde olduklarını anlamaya başlıyorum. Birinci sezon da başlamış oluyor. Kanser olan bir adamın hayatına dahil oluyoruz.

Yaptığı her harekette bir kanser hastasının düşünebilecekleri ve hissedebilecekleri doğrultusunda olduğunu anlıyoruz. Tüm o arada kalış, ne yapmak istediğini bilememe, gerçek ile bu kadar sert bir şekilde karşılaşma, karını ve henüz anne karnında olan bebeğini nasıl bırakacağını düşünme. Belki de Breaking Bad şimdiye kadar çok iyi bildiğimiz bir senaryo ile başlıyor, yani işin başlangıcı buraya dayanıyor fakat öyle kalmayacağı oldukça aşikar.

Şu an burada spoiler üzeri spoiler vermemek için kendimi zor tutuyorum. Yine de ayrıntılar ile birlikte bu dizinin daha da güzelleştiğini düşündüğüm için birkaç şeyden bahsetmek istiyorum. İlk olarak Walter’ın hasta olduğunu öğrendikten sonra düşündükleri, heyecan yaşamak istemesi fakat aslında bu işe başladığında çok da gönüllü olmayışı.

Hastalığını karısına söyledikten sonra “Hayatım boyunca  hiçbir kararda söz sahibi olmamış gibi hissediyorum, tüm hayatımı sadece var olanları kabul etmek üzerine yaşamışım gibi hissediyorum.” demesi ve dudaklarının titremesi.

Aile toplantısında herkes Walter hakkında bir şeyler söylerken artık dayanamayıp ıslık çalarak “Skyler, you’ve read the statistics sheet, these doctors talking about surviving, one year, two years, like it’s the only thing that matters. But what good is it to survive if I’m too sick to work, to enjoy a meal, to make love. For what time I have left, I want to live in my own house, I want to sleep in my own bed. I don’t want to choke down 40 or 50 pills every single day, and lose my hair, lie around, too tired to get up, and so nauseated that I can’t even move my head. You cleaning up after me. Me… me some um… some dead man, some artifically alive, just marking time… No. And that’s how you would remember me. That’s the worst part. So… that is my thought process, Skyler… I’m sorry, it’s just I choose not to do it. “ demesi. Hayatını tam anlamıyla sonuca varmış hissetmemesi ve aslında bu sahnede tedavi hakkını seçip seçmeme konusundaki kararsızlıklara oldukça güzel bir cevap vermesi. Bu sahnede kendimi Mar Adentro izliyor gibi hissettim.

Karısının bencillik ile sevgi arasında gidip gelen yapısı. Hayatın koşuşturmasında ve elindeki şartlar ile yaşamaya çalışması sırasında yanında olacak adamı kaybetme korkusu ile sevdiği adamı kaybetme korkusu arasında kalması. Walter’ın eve geç geldiği günlerde hiçbir şey söylemeden tüm gerginliği gözleri ile anlatabilmesi.

Walter’ın kanser olduğunu öğrendikten sonra bir sürü kitap ve araştırma okuyan Skyler’ın yatağının başucunda bulunan kitaplar ve umudun peşinden koşması ile Walter’ın tek ve kalın, kapalı ve renksiz bir kitabı ile hayattan beklentilerinin en az seviyeye geldiğini görebilmemiz.

Walter’ın bahçesinde bulunan Pan Tanrı stensilleri. Biliyoruz ki Pan oldukça dengesiz bir tanrı. Periler ile birlikte olup insanları korkutsa da halkını çok seven bir tanrı. Bana kalırsa duvardaki stensiller Walter’ın ileri bölümlerde dönüşeceği tanrıyı simgeliyor. Böyle bir tahminde bulunmak için çok erken belki de fakat oldukça mantıklı geliyor şu an bu düşünce. Ayrıca tanrıların inanıldığı sürece var olduğunu düşünürsek ve Walter’ı da Pan olarak ele alırsak kendisine inanılmaya vazgeçildiği anda Walter ölecektir fakat çevresindekiler ona inanmaya devam eder.

Ahlak kurallarının değişebilirliği konusunda yapılan konuşma. Karısı ile veli toplantısının arasında sevişmesi. “Yasak olduğu için bu kadar güzel.” demesi. Bu noktada biz de düşünüyoruz, eğer gerçekten yasak olmasaydı yasakken aldığımız tadı alır mıydık? Lisede kaçarken eğlendiğimiz zamanları düşünüyorum, bir de üniversitede devam zorunluluğu olmadığı için domuz gibi yatışımı. Arsen Lüpen’e yaşım nedeniyle giremeyişim fakat şimdi istediğim her yere girebilişim vs. Ot bok püsür denemediğim için bir yorum yapamayacağım fakat yarın bunların legal olmaması için hiçbir neden yok.

Walter’ın parayı aldıktan sonra önce sinirlenemsi ardından yüzüne yerleşen bir gülümseme. Kötü olabiliyor olmanın hazzı. Seneler boyunca toplum normlarına göre yaşamak zorunda olduğunu hisseden bir kimya hocasının break bad’i.

Tabii ki sahnelerin gerçekçiliğinden ayrıyeten bahsetmek gerek. Jesse’nin dövüldüğü sahnede ellerimi ve bacaklarımı kasmam, gülerken (çok sakız çiğnemekten de olabilri tabii ki:p) çenemin ağrıması, gerim gerim gerilmem. Tamamen ekranın boyutlarını unuttuyor Vince Gilligan.

Son olarak hayatta hiçbir şeyin rastgele olmadığını, her maddenin bir numarası olduğunu anlamaya yarayan kimya. Seni seviyoruz.

İkinci sezona başlamamak için kendimi zor tutuyorum. Aslında tutmasam iyi olacak.

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...