Etiketler
3.sezon, üçüncü sezon, big brother is watching you, breaking bad, breaking bad inceleme, darwin, george orwell, gus, hank, jesse pinkman, kartel, marie, meksika, metamfetamin, metamfetamin nasıl yapılır, mike, mor, paganlar, saul goodman, skyler, tuco, walter white
3. sezon olayların hızlı bir şekilde akmaya başladığı sezon. İlk sezonda hiç tanımadığımız bir adamın hayatına girdik, kanserini öğrendik ve kurtulması için içimizde garip bir hisle dolaştık. İkinci sezonda tüm dizi boyunca gördüğümüz herkesin küçük ve büyük değişimlerine, evrimlerine tanık olduk. Üçüncü sezonda ise bu evrimlerini tamamlamaya çalışan karakterler kozalarından çıkmalarına az kalmış sabırsız birer tırtıl olarak karşımıza çıkıyor.
Breaking Bad’in insan sağlığı üzerinde zararları olmadığını söyleyemeyeceğim. Örneğin bende uykusuzluk ve bağımlılık yaptı. Metamfetaminin ne olduğunu öğrenmekle de kalmadım, oldukça steril ortamlarda yapılması gerektiğini öğrendim. Pek çok kişinin aksine Breaking Bad’in uyuşturucunun gerçek yüzünü ortaya çıkardığı için neredeyse bir belgesel olarak kabul edilebileceğinden de bahsedebilirim.
İki sezonun karmaşaları ile en son bölümü izlediğimde üçüncü sezonda neler olacağına dair tahmin yürütemedim fakat ayrılan sevgililer Jesse ve Walter’ın bir noktada birleşeceklerine emindim. En azından üçüncü sezonun posteri bana öyle söylüyordu.
İlk iki sezondan farklı olarak üçüncü sezonun daha mistik bir yapısı var. Açılış bölümü olan birinci bölümde gördüğümüz türbevari yer, paganların gerçekleştirmekten bıkmadıkları ve sıkıca bağlı kaldıkları törenlerini temsil ediyor ve bizi materyal dünyadan başka bir dünyaya çağıracağına haber veriyordu. Adını sanını bilmediğimiz fakat dişlerimizi gıcırdatan seviyede canımızı sıkan iki eleman Meksika’nın kızılımsı topraklarında zamanlarının gelmesini bekliyordu. İlk sahnede gördüğümüz gökyüzünün ve yeryüzünün kızıllığı sezon boyunca hakim olacak olan puslu ve kanlı atmosferi temsil ediyor diye düşünüyorum.
Tarihin en garip cezalandırıcılarından biri olmaya aday bu iki SPAM ALERT ON -daha sonradan Tuco’nun kuzenleri olduğunu öğreneceğiz- SPAM ALERT OFF sadece bir intikamın peşinde koşmuyorlar. Aynı zamanda geçmişe dönük kanla bağlanmış bir hikayenin de peşinde koşuyorlar. Kendi ailelerinin hikayelerinin peşinde. En gösterişli şekilde ayinlerini yapan gösterişli bir ailenin. Kartel! Her ne kadar alt yazı ile izlerken bu ismi küçük harfle yazmaya ısrarcı olsalar da özel isim olduğuna inandığım. Tüm bunların yanında Walter’ın daima yanında taşıdığı ve garip pozisyonlarda görmeye alıştığı ikinci sezonun başında parçalanan ayıcığa ait göz var. Bu göz “Big brother is watching you”nun gözü olması büyük bir ihtimal. Yatağın altına düşse de pozisyonu Walter’ı izleyecek şekilde. Bu sayede Walter’ın daima izlendiğini, sadece Kartelboy’lar tarafından değil daha büyük bir güç tarafından da korunduğunu anlıyoruz.
Breaking Bad noktalar ile ayrıntıları bir araya getirip güzel bir kurgunun etrafında dolandırıyor insanı. Bu yüzden izlediğinizde iki üç bölüm art arda izlemek istiyorsunuz. Madem bu bölüme Devin Uyanışı dedik, o zaman neden böyle dediğimi de açıklamanın vakti geldi. Bahsettiğim gibi karakterlerin evrilişi ve kendi içlerinde var olan insanlara dönüşmesine artık çok küçük bir adım kalmış durumda. Kimyanın da en temelinde bulunan değişime ayak uydurmaya başlıyorlar. Sessiz bir adam olarak tanıdığımız Walter’ın artık sesi daha da gür çıkmaya başlıyor, eli titremiyor ve kendisini en kötü hissettiği anlar genellikle ikinci varlığı olan, benim pek de uyumlu görmediğim fakat basite indirgersek, “kötü yanı” bir başka kişi tarafından hafife alındığında. Walter artık içinde var olan gücün farkında bir adam haline geliyor. Sadece yalnız kaldığında değil başkaları ile birlikteyken de hissettiği bir gerginlik var. Yaptığı işten zevk almaya başladığını bile görebiliyoruz. Yine de iki şeytan iki tarafında var olmaya devam ediyor. Walter’ın değişen tarafı %60’lık bir alanı kapsıyor.
Diğer yandan daha önce de bahsettiğim, kendisini doğruluk ve gurur abidesi olarak anlatmaya çalışan Skyler’ın içinde değişen özü de görmüş oluyoruz. Daha profesyonelce yalan söylemesi, Ted ile olan ilişkisinde garip bir şekilde istikrarlı olması fakat hala bağlılık duyduğu adamın Walter olması… Skyler, yarışa katılan bir oyuncu gibi. Değişime ne kadar hızlı ayak uydurursa aralarında kaybolmama ihtimali işte o kadar yüksek. Eğer geride kalırsa ayaklarının altından çekilen taşların boşluğunda kalmaya mahkum olacak. Bu yüzden Skyler da koşuyor. Bir yandan hala Walter’a çok kızgınken bir yandan da onun hayatına dahil olmak için adımlar atıyor.
Hank, kilit karakter olmak üzere hızlı adımlarla ilerliyor. İnatçı yapısı, vakadan vazgeçmemesi ve Darwin’in gurur duyacağı “the fittest” adam olması ile takdirimi kazanıyor. Yine de ben istiyorum ki Hank hiç dokunmasın bizimkilere, onlar kumrular gibi bir barışık bir ayrı gezse de pişirsinler methlerini, bize düşmesin üzülmek. Hank’in en zorlu sınavı verdiği sahne, üçüncü sezonun karın kaslarımı gerdiğine hissettiğim, ellerimin sımsıkı kapalı kaldığı sahne oldu. Bu konuda spoiler vermeyeceğim, sadece son bölümlere kadar beklemek gerekecek. Yine de Hank’in kendisinden beklenmeyen çevikliği ve kendisinden beklenmezse olmaz kıvrak zekası ile bir bütün oluyor.
Şu anda 4. sezonu izliyor olduğum için bunu rahatça söyleyebilirim ki, eğer dikkat etmediyseniz 3. ve 4. sezonda Marie’nin gerçek bir mor manyağı olduğunu anlayacaksınız. Yatak örtüleri, kıyafetleri, aldığı çiçekler, alışveriş çantası, mutfağı… Her şeyi mor. Mora neden bu kadar takıntılı olduğunu henüz herhangi bir durum ile bağdaştırabilmiş değilim. Mutluluğun ve cinselliğin renklerinden birisi olduğunu biliyorum morun fakat Marie’ye uygun düşen konum tam olarak nedir? Bir bilgim yok, bu konuda yardımınızı istiyorum.
Garip bir şekilde evrilmeyi seçen son adam ise Jesse. Bizim bıçkın, zıpır delikanlı. Bir ileri gidiyorsa iki geri gediyor. Mehteran takımı gibi mübarek. Bir yandan duygularına çok bağlı ve aslına bakarsanız mahvolmaya çok açık bir yapısı var. Bir yandan da dünyanın en sağlam adamı gibi görünmeye çalışıyor. 25 yaşında bir adamın alabileceği tüm sorumlulukları aynı anda sırtına almaya çalıştığı ve aslına bakarsanız çelimsiz olduğu için nefreti daha da artıyor. Birden fazla konuda düşünmeye, yaptığı şeyleri sorgulamaya başlıyor. Jesse, şeytanın yanında olmaktan hem çok mutlu hem de çok üzgün bir adam. Walter ile bir türlü barışmayan yıldızlarının yanında ikisinin de birbirlerini baba oğul gibi seviyor olmaları var. Bu yüzden belki de bu kadar çok kavga ediyorlar. Bir düşünelim bakalım biz nasıl kavgalar ediyoruz ailemizle? Meth ailesinden gelen bu iki adam da bu yüzden o kadar çok sürtüşüyor ve ayrılığa düşüyorlar.
Son olarak Gale, Mike ve Gus. Üç farklı karakter, üç farklı yapı, bir ortak nokta. Üçünün de sakin görünmelerinin ardında patlayan, neredeyse kocaman bir eyaleti altına alabilecek bir volkan olmaları. Özellikle Gale’in tekinsiz tavırları beni sürekli tedirgin ediyor. Sanki bir anda koşup bıçak ya da eline ne geçiyorsa alacakmış da sokuverecekmiş bir yerlere. Gale, garip bir adam. Garip bir tekinsizlik unsuru Freud’un bahsettiği.
Daha çok karakterler üzerinden gitmiş oldum bu sezon için fakat dünyanın en mantıklı hareketi sanıyorum bu. Artık olaylar daha tahmin edilebilir bir boyuta taşınıyor. Vince’in yapmak istediği ise tamamen farklı kamera açıları ile bizi hikayeye yaklaştırmak, germek ya da uzaklaştırmak. Tek yapmamız gereken dönüşümün tamamlanmasını beklemek. Bir sabah uyandıklarında kendilerini böcek olarak bulabilecek adamları uzaktan izlemek ve değneğin ucuyla uzaktan dokunmak…