• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: şeytan

Young Goodman Brown / Birkaç İyi Adam

20 Salı Kas 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 8 Yorum

Etiketler

adam, allegoric romance, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı, dark romance, fatih, garden of eden, nathaniel hawthorne, puritan ahlakı, salem cadıları, young goodman brown, young goodman brown nathaniel hawthorne, şeytan


Young Goodman Brown Nathaniel Hawthorne tarafından yazılmış yüzyıllar boyu üzerinde tartışılan insan içindeki iyilik ve kötülüğün ortaya çıkışını anlatan bir öyküdür. Goodman Brown (isminden de anlayabileceğimiz üzere iyi adamdır bu!) bir sabah karısı Faith’i (tamamen simgeler üzerine kurulmuş bir hikaye olduğu daha ilk sahneden bellidir.) öper ve ben gidiyorum der. Goodman Brown’ın gittiği yer ormandır. Ormanda hareket ettikçe etrafındaki her şeyin karardığını ve bir sis tabakası tarafından çevrildiğini görür. Karşısına şeytan çıkar ve çok iyi bildiği, sevmekten vazgeçmeyeceği insanların en çirkin taraflarını gösterir. Bunun sonucunda Goodman “Vay benim başıma gelenler.” der. Bir anda ortalık sakinleşir, Goodman aydınlanmış bir şekilde evine döner. Onu merak eden karısı ile bir daha konuşmaz. Çevresindeki insanlara küsmüştür.

Goodman Brown tüm ailesinin iyi insanlardan oluştuğunu düşünmektedir. Hatta adı Faith olan ve masumiyetin simgesi olarak pembe kurdele takan karısı bile artık eskisi gibi değildir gerçekleri gördükten sonra. Geçmişten gelen kiri görmüş, geçmişi ile yüzleşmiştir Goodman. Tam bir Hristiyan olan ve insanların iyiliğine inanan Brown’da artık bir şeyler eksiktir. Çevresindeki insanlar iyilikten şeytanlığa dönüşmüşlerdir. Aynı zamanda Goodman insanların içindeki kötülüğü anlamayı başarmış bir adamdır. İçindeki gerçeği görme isteği ile Garden of Eden’da elmaya yeltenen Adam gibidir. Gerçeği merak etmeye devam eder. Bir kez merak yoluna girmiştir ve geri dönüşü olmayacaktır.

Faith, evi ve Puritan yaşamı temsil etmektedir. Goodman karısına sonsuz derecede inanır ve güvenir fakat şeytanın gösterdikleri karşısında en iyi tanıdığına inandığı kişiyi bile tanımadığını anlamış olur. Artık çevresinde karısına bile güvenemeyeceğini görür çünkü karısı da en az diğerleri kadar bozulmuş bir yapıya sahiptir. Gerçek bir Puritan olamayacaktır ve Goodman’in saf sevgisini ve saygısını hak etmemektedir. Goodman Brown’ın ormanda karşılaştığı kişi yani şeytan Brown’a normal insan formunda görümüştür. Aslına bakarsanız Brown’ın yaşadığının gerçek ya da hayal olduğu konusunda tam emin değilizdir ve yine dikkatli bakarsak şeytanın bir varlıktan çok kötülüklerin, insan iç yaşamının bir yansıması olduğunun farkına varırız.

Goodman Brown’ın içinde bulunduğu o isli puslu hava Puritanların geçmişini sembolize etmektedir. Bildiğimiz üzere Puritanlar tolerans oranı sıfır olan insanlardır. Salem’deki cadıları canlı canlı yakmışlar ve aslında günahla dolulardır. Hawthorne yarattığı bu kapalı hava ile Amerikan tarihinin o kara haline de gönderme yapmaktadır.

İnsan doğasındaki iyi ve kötü ayrımının ortaya çıktığı, masumiyetin kaçınılmaz bir şekilde yok olacağının, toplumdaki ahlaki bozukluğun hikayesidir Young Goodman Brown. Allegoric Romance ve Dark Romance olarak adlandırabilir hikayenin türünü. Allegoric Romance’te doğaüstü olaylar gerçekçi bir atmosferde verilir. Bulunulan mekanın oldukça önemi vardır. Örneğin Young Goodman Brown’da bir orman olmasına rağmen ortaya çıkan insan kılıklı şeytan ve sisli hava görülür. Hayatın kötü tarafı gecenin karanlığı ile sembolize edilir. Hikayenin Allegoric Romance etkisi ile anlarız ki şeytan insanın ayrılmayan bir parçasıdır. Bu parçanın görülmemesi için örneğin Faith kocasına gitmemesini söyler hikayenin başında. Şeytani tarafınızı gördüğünüzde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır çünkü.

Cüce – Serpent

07 Cuma Eyl 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

cüce, cüce inceleme, chanel, leyla erbil, leyla erbil inceleme, leyla erbil kitapları, lilith, türk edebiyatı incelemesi, şeytan


Kadınları bir yılana, bir deliye çeviren neydi? Kadınları Havva yapan, onları erkeklerin yanında ölmeye mecbur bırakan? Kadınları karıncalar ile bir yaşatan neydi? Daha doğrusu ortak noktaları nelerdi ve kadınlar neden delirirdi?

Zenime imiş adı. Chanel’den giyinmeyi seviyor, birden fazla dil biliyor, TİP’li. Savaşım nedir biliyor, paylaşım nedir biliyor ve evini karıncalar ile paylaşıyor. Darmadağınık evinde, doğanın tam ortasında oturan bu kadın arada bir Leyla Erbil’i evine kabul ediyor. Leyla Erbil, ziyaretlerinde ondan hikayesini dinliyor bol bol. Bu yüzden Cüce’nin girişinde kitabın yazılış nedenini ve Zenime’yi anlatıyor. Zenime yaşamın son senelerinde bir şeyler yazmaya, karalamaya başlıyor. Sayfalar numaralandırılmamış ve yazılar birbirinden bağımsız yine de bir bütün. İşin içinden çıkmayı Leyla Erbil bizlere bırakıyor. Biz Zenime olalım istiyor belki de. Deliliğin ucundan biraz dönerek, biraz çalışanları ve çalışmayanları, ölen kadınları ve yaşayan ölü kadınları görelim diye.

Aklıma gelen nokta ise bunun yeniden yazım sürecinde Leyla Erbil’in ne kadar katkıda bulunduğu kısmı. Tekrar yazma işleminden geçmese de bir derleme bir toparlama sonrası sunulan kitapta nereleri eklemişti acaba? Çıkardığı bölümü yazıyordu Leyla Erbil önsözünde. Bize karşı daima samimi.

Kendini anlatmayı sevmeyen ve günlüğü samimi bulmayan bir kadınmış Zenime Hanım. Yine de yazdığı yazılar onun günlüğüymüş gibi. Benliğinden çıkarak uzaktan kendine bakmış, uzaktan çevresine bakmış, uzaktan tarihe ve geçmişe bakmış.

“Ah, işte o güç saçların ki (öteki kadınlara örttürdüler üzerini sımsıkı korku kefenleriyle; korkunç birer cinsel organdan başka bir şey olmadığına ikrar getirttikleri bedenleriyle birlikte.” 

Ah, bir de bu kadınlara deli diyorsunuz fakat görmüyorsunuz… Göremiyoruz ki deli dediğimiz deli kadınlar topluluğu gerçeği gerçek ötesi olarak görebilen kadınlar. Kadın dediğimizde kaçının aklına geliyor olmadığında hayatın anlamsız, hayatın daha acımasız olacağını? Şeytanlaştırılan, yılanlaştırılan kadınların metalar ardından kaybolduğunu düşünüyor muyuz? Kadına sadece kadın olduğu için ve saçının teli gözüktüğü için taciz, tecavüz edebilme hakkını nereden buluyoruz? Bu erillik nereden geliyor?

İşin ilginç yann Zenime Hanım’ın da sanrılar içerisinden kadınlığın eşiğinden öğretinin eşiğine savrulup duruyor olması. Kitabın çok ilerisinde, sonlara doğru yani, gazeteci geldiğinde ve ona “YÜKSEL!” dediğinde onun bir erkek sesine ihtiyaç duyduğunu ve bu eril emir ile gerçekten yükseltiğini itiraf etmesi.

“Yıldırım koşarak geldi aneeeeeyyy! diye seslendi, kapının önünde kaydı düştü dizleri kanadı, aneey, sen bana bir renksiz televizyon verecekmişin ver, dedi. Ama sen taşıyamazsın ki onu, anneni de çağır gelsin dedim, taşırım aneey anam odun kırıy? Baban nerede? Kavede o. Bekle, dedim.” 

Erkek, köyde kadını çalıştırır fakat şehirde işler değişir. Kadın çalışsa da parasını harcayamayacak, kendi özgürlüğünü ilan edemeyecektir. Örneğin eşinden daha fazla kazanamayacaktır çünkü bu bir erkek için onur kırıcıdır. Kadın dediğin odun kırıcıdır canım işte. Odunu köyde kırar gerçekten fakat şehirde odun kırmak kolay değil. Tek bir odun üzerine uzmanlaşmak gerek. Bu yüzden yüzlerce kadın intihar eder, dövülür ya da cinayet işler. Kadınlar, cinnet, cinayet. Kadının üzerine gitme.

“,,, çünkü kimse içinden çıktığı çirkeften leke almadan gezinemez bu gezegende, artık bil bunu; bir yazarın tutmasa da bir dediği ötekini, sabuklayıp abuklasa da görünmelidir hayal perdesinde elinde pastavla ve çemkirmelidir cesim laflarla ki getirmeli ses ve öfke kabul ve red, kırmızı ve siyah dediler görün, göz göze gel, göze iliş, göze gir, bakıl, söyle, ki tenceren kanariken maymunun oynariken gir parlamentoya çık aredimentoya bul adamını yanaş eyi dolaş hoşamediyle höşmer…”

Kirliydik işte biz. Zenime Hanım’ın evi de bu yüzden kirliydi. Bir kere temiz doğmamız imkansızdı çünkü insanın içinde vardı bu. Medeniyetin tam orta yerinde vardı. Bu yüzden kirliydik. Nasıl çıkabilirdik o çirkeften hem de leke ve yara almadan? Çıkamadık ha keza. Yine de önce başkalarını kirletme düşüncesi ile çalkalandık. Biz kirli olamazdık da sanki daima “onlar” kirliydiler. Onlar işte canım. Medeniyetin korktuğu, doğanın kucak açtığı her şey. Sanatçı ve bebek de dahil.

 “bir geri toplum tortusundan başka hiçbir şey olmayan tüm ailenden bir an önce bakmıştın kurtulmaya”

Evlen! Çünkü yalnız kalamazdın. Yalnız kalman demen tehdit oluşturman demek. Birey olabilmen demen. Ne bakmak zorunda olduğun bir çocuk ne de evlendirdiğin ailelerin vardır bekarlıkta çünkü. Gidebilirsin, yürüyebilirsin istersen sevdiğinle fakat evlilik ve aile bağları en az m.ö. yapıtları gibi çürümüştür, nefesi kokan bir canavardır. Hani şu zırhlı ejder işte. Leş yediği için nefesi hep daha kötü kokan.

“Yıldırım geldi koşarak, aneey, anam ölmüüş dedi… Sıcaktı o gün, bostanda çapalamış patlıcanları, sulamış toprağı, çalı çırpıyı toplamış, ahıra varmış akşam inmiş, sağmış inekleri, babası döndüğünde kahveden bulmuş onu yatakta ölü, “Anan öldü,” demiş Yıldırım’a, yumruklamış oğlanı, ağzı yüzü kan içinde!.. Yıldırım, Yıldırım bak bana, dedin, kal benimle okuturum seni, dayak yemezsin, hem de bana yardımcı olursun git gelde? Kalmam ben, ben isterim babamııı! diye koştu gitti futbol oynadığı arsaya…”

Erkekti çünkü babası. Yıldırım’ın annesi de dövse de ben onun sıcaklığına muhtacım dememiş miydi? Demişti tabii ki. Dövüyordu ama bakıyordu işte aileye. Tüm gün kahvede de otursa gece geliyordu ya yanına. Yıldırım da onun gibi olacaktı işte. Yıldırım başka kimi görecekti büyürken? Kime özenecekti. Halbuki Yıldırım’ın babasından nefret etme ihtimali de vardı, annesi ile birlikte olduğu için.

Ve son olarak Zenime’nin bir yılana dönüşmesi. Kadın, tarihin başına dönüyordu o an. Baştan ve yoldan çıkarıcı, hani şu elmayı verici. En başından beri düşmandı bu yüzden kadın. Onun yüzünden düşmemiş miydi Adem de Cennet’ten? Cennet’te rahat batmıştı keza. Havva meraklıydı, yılan Şeytan’ın ta kendisiydi ve Şeytan da aslında Lilith’ti. Tarih ve tüm mitolojiler böyle anlatıyordu kadını ve erkeği. Kadını erkeğin omurgasından yaratmıştı bir Tanrı. Tanrı ilk malzemeden çalandı.

Leyla Erbil, Zenime Hanım ile kirliliğinden (!) korkmayan kadınların portreleridir. Kadın olmak, doğanın olabilmenin değerini bilirler.

 

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...