• Hakkımda
  • Yazılarım

Öznur Doğan

Tag Archives: düzen

Rescue Dawn / Kurtulmak mı Kurtarmak mı Mesele?

25 Perşembe Eki 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

amerika birleşik devletleri, christian bale, düzen, dieter dengler, doğa, Jeremy Davies, medeniyet, rescue dawn, Steve Zhan, türkiye, vietnam savaşı


Oyun hamuru gibi bir adam Christian Bale, istediğiniz şekli verebiliyorsunuz. Bir bakıyorsunuz tamamen kas yığını haline gelmiş seksiötesi bir adam, bir bakıyorsunuz tamamen kemikleri sayılan takıntılı birisi, bir bakıyorsunuz savaş esiri olarak günden güne eridiğini gördüğünüz bir asker. Christian Bale’i izlemeye başladığımdan beri her seferinden beni şaşırtmayı başarıyor. Şimdiye kadar sadece bir filmde hayal kırıklığına uğrattığını düşünürsek bendeki kredisi oldukça yüksek.

Vietnam Savaşı’na dair şimdiye kadar çok fazla film izledik. Pek çoğu müthiş Amerika açgözlülüğünü haklı göstermeye çalışan, işin ucunda mutlaka Amerikalı askerlerin aklandığı, paklandığı, “Bakın bizim de kayıplarımız oldu.” mesajları verilmeye çalışıldığı filmlerdi. Sanıyorum ben Rescue Dawn’dan sonra savaş filmi izlemekten vazgeçtim. Sebebi filmin kötü olması değil sebebi savaşın ne kadar çok tekrarlanırsa o kadar çok kanıksanıyor olması.

1965 yılında helikopteriyle ta ta ta ta ta Vietnam’da gezerken ormanın içerisine düşen bir adamın hikayesi Rescue Dawn. Köylüler tarafından alıkoyulduktan sonra bir de bakıyor ki kendisi tek değil, 5 tane daha adam var esir olarak tutulan. Savaşın soğuk etkilerini köylüler de yaşıyor ve yaşatmak istiyorlar. Esir aldıkları bu adamları aslında ne yapmaları gerektiğine dair bir bilgileri yok. Öldürseler tam süper olacak fakat savaşta esir sayısının öncelikli bir önemi de var.

Dieter Dengler, nam-ı diğer Bale, gerçek hayatta bu olaylara tanık olmuş bir adam. Yani kahramanımız gerçek hayattan. Hikayeyi bu yönde ele almaya başladığınızda her şey daha kan dondurucu oluyor. İlk olarak Dengler’dan önce tutuklanmış ve bir bambu evin içine yerleştirilmiş adamlardan bahsetmek istiyorum.

Savaş esiri olmak ile normal hapishanede yer almak arasındaki farkı bu adamlar iliklerine kadar yaşıyorlar. Sebebi ise çok basit, hapishanede sizi tehdit eden bir şey yoktur. Eğer sakin ve uslu olursanız kimse size bulaşmaz, aç bırakmaz ve hatta sırf kafa dinlemek için hapishaneye giren adamlar vardır. Savaş esiri olmak ise tamamen farklı bir psikolojide olmak demek. Öncelikle karşı tarafı yok etmek için oraya geliyorsunuz fakat yine onlar tarafından esir alınıyorsunuz. Bu tamamen savaşma içgüdülerine aykırı bir durum. Tüm gururunuz, amacınız ve varlığınız esir alındığınız anda sizi kurtaracak kişinin elinde kalıyor. Aynı zamanda acı bir gerçek var ki sizin tarafınız savaş alanlarını tarumar eder, bir bir her yeri yakıp yıkarken sizin de içinde olduğunuz kampı yerle bir edebilir. Evet, kendi adamlarınız tarafından çatır çutur öldürülebilirsiniz. Hani o cephede başına bir şey gelse taşımak isteyeceğiniz fakat nutkunuzun tutulacağı adam var ya, işte o adam başınızın tam üzerine bir bomba bırakabilir. Savaşta bu yüzden her şey mübahtır. Devlet çıkarları için aynı davanın insanları yine kendilerini kırmak zorunda bile kalabilirler.

RESCUE DAWN

Ve insan tamamen Darwin’in dediği gibi hayatını kurtarmaya odaklıdır. Fakat hayat acımasızdır. En sağlam olanı kurtulacaktır. Uzun zamandır esir olarak bulunan 5 adamın mental rahatsızlıkları tabii ki de söz konusu olacaktır. İlk olarak tamamen hayattan soyutlanmış, alışık oldukları ve hayatlarının parçaları olan her ayrıntıdan uzaklaşmışlardır. Aynı zamanda kendi vücutlarına da yabancılaşmaya başlarlar. Uzayan tırnaklar, sakallar ve diğer kıllar. Verilen kilolar, ortaya çıkan kemikler… Film çekimi sırasında oyuncuların da buradan nasiplendikleri kesin çünkü Christian Bale 25 kilo, Jeremy Davies 13 kilo, Steve Zhan 18 kilo veriyor. İşin bu noktasında devreye gerçekçiliğin önemi giriyor. Film boyunca bu adamları esir olarak gören bizler eğer vücutlarında bir değişim olmasaydı, -larva ile beslendiklerini düşünürsek- gerçekten sinirlenir, filmi kapatır giderdik. Ama yapmadık. Kaçış planlarına dahil olduk ve onların peşinden gittik.

Kaçış planına geçmiş bulunuyoruz. Tabii ki her esirliğin bir de kaçış bölümü olacaktır. Şimdiye kadar hiçbir esir insan kaçış planını düşünmeden bir esaret dönemi geçirmemiştir. Özellikle savaş esiri iseniz işin boyutu farklılaşır çünkü bu durumlar için eğitilmiş adamlardan birisisinizdir. Bıçağı nasıl tutmanız, silahı nasıl doğrultmanız, hangi saatlerde ne yapmanız gerektiğini ayarlayabilecek yapıya sahip olmalısınız ki o savaşın ortasına atılasınız. Aslına bakarsanız insanın içgüdüsel olarak bu kaçış yolunu çok sakar olsa da bulabileceğini düşünüyorum. Bir düzen kurabilir kafasında, tabii bunun gerçekleştirme ve başarılı olma oranı tamamen o anki duruma bağlıdır. Şartlarda gerçekleşen en ufak bir değişim her şeyi alt ve üst olarak ikiye ayırmaya yetecektir.

Savaş ve boyutları, kaçışlar ve sonuçları hayatımızın tam ortasında yer alıyorlar. Şu anda ülke sınırlarımızın içerisinde dahi bir savaş söz konusu. Hatta sözlüğün gerçek anlamı ile maddi yapılan savaştan geçerek bilinçler arasındaki manevi savaşa göz kırpıyorum. Sanıyorum ki son 10 senedir ak ile kara birbiri ile kıyasıya bir mücadele içindeler. Biz de bu savaşı görüp sadece uzaktan izleyebiliyoruz. Gariptir ki artık savaşlardan bahsederken de yüzümüzde en ufak bir kıpırdama dahi olmuyor, kaldı ki içimizde bir hareketlilik olsun.

Savaş, kanıksadığımız bir olgu artık. Doğanın en uzak noktasında, medeniyet denilen maskenin altında gerçekleştirilen insan içgüdülerine yakın, göz dolduran bir gerçeklik savaş. Daha doğrusu kan donduran.

Filmi izleyiniz mi? Bana kalırsa izleyin fakat sanıyorum siz de filmin sonundan memnun olmayabilir, bir kere de şöyle olsun beeeh! diyebilirsiniz.

Sevgiler.

Rescue Dawn Trailer

Düzen’e Karşı Medea ve Antigone

09 Perşembe Şub 2012

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

antigone, civilization, creon, düzen, euripides, feminism, kaos, kitap incelemesi, kitap tanıtımı, maroia, medea, nature, oznurdogan.com, sophocles


Euripides’in Medea’sını ve Sophocles’in Antigone’sini asi, güçlü ve inatçı kadınlar olarak görürüz. Bu görüntü belki de bizim görebileceğimiz ilk kadın başkaldırı görüntüsüdür. Euripides’in Medea’sında, Medea’yı daha güzel bir kadın ve daha yüksek bir makam için terk eden Jason’dan intikam almaya karar veren bir kadına tanık oluruz. Eski kocasından öylesine güçlü bir intikam almalı, onu öyle bir cezalandırmalıdır ki kocası bu ceza ve azap yerine ölmüş olmayı tercih etmelidir. Ve Medea daha onun için gözünü kırpmadan kardeşini öldürdüğü Jason’dan alacağı intikam için Jason’un yeni karısı, karısının babası ve Jason’dan olan iki çocuğunu öldürür.

Sophocles’in Antigone’sinde ise kardeşine yapılan haksızlığa göğüs geren ve bu yolda ölmeyi dahi göze alabilen bir kız kardeş görürüz. Kardeşinin öldükten sonra açık bırakılan mezarını kapatmak istediği ve kapattığı için dönemin kralı (dayısı Creon) tarafından ölüm cezasına çarptırılan, infazdan önce halkın tepkisini alan kralın fikrini değiştirmesiyle cezası hafifletilen fakat bu süre içerisinde kendisini asan bir kahramandır.

İşte bu kadınlar Düzen’e ilk başkaldıran kadınlardır. Tarihin ilk feministleri de diyebiliriz aslında. Kaos’un çocukları Düzen’e karşı savaş açıyor ve kazanıyorlar. Medea kocasının onu terk etmesine karşı koyduğu için ülkesinden sürülüyor, Antigone kardeşine yardım ettiği için ölüm cezasına çarptırılıyor. Yani Tanrı’nın çocuklarını, Adem ve Havva’yı, Bahçe’sinden kovması gibi, Adem ve Havva’nın “Yapma!” denileni yaptığı için cezalandırılması gibi.

Medea ve Antigone’de işin içine bir de Atina’nın katı “Erkek” kuralları, kadınların vatandaştan dahi sayılmayışları, var oldukları kadarıyla ise sadece ya tecavüze uğradıkları ya da köle olarak kullanıldıkları, her zaman için ezilmeye ve yok olmaya mahkum Atina kadınları giriyor. Böyle bir dönemde Medea’nın kocasına, ve tanrılara; Antigone’nin devlete ve yine tanrılara başkaldırıyor olması kahramanlara Atina kadınlarından çok daha farklı bir boyut kazandırıyor.

Bir Gürcü prensesi (Medea) ve kör bir kralın kızı (Antigone) onlara o zamana kadar dayatılan ve öğretilen, yapmaları beklenen ve istenen her şeye karşı çıkıyorlar. Antigone siyasal baskıya, özünde hepsi tek bir yerde toplansa da Medea erkek baskısına karşı çıkıyor. Bütün bunlar Düzen’de toplanıyor. Düzen kendi içinde olmayan her şeyi ötekileştirmeye ve cezalandırmaya hazır bir şekilde izliyor, takip ediyor ve yok etmeye çalışıyor. Öteki olarak söylediği ve söyleyebileceği her şeye “Kaos” adını veriyor. “Boşluk” anlamını verdiği Kaos’a korktuğu ve karışmak istemediği her şeyi atıyor. Boşluk’a; kadın, şeytan, cinsellik, duygu, sanat, sanatçı, delilik, doğa, eşitlik, belirsizlik ve daha nicesini atıyor. Medea ve Antigone’nin içinde taşıdığı her şey kısacası.

İkisi de Kaos’a ait tamamen; ikisi de kadın, ikisi de bu yüzden Şeytan olarak addediliyor. Onların fikirleri ve yaptığı şeyler Şeytanca olarak dile getiriliyor. Kendi duyguları ve düşüncelerini doğru kabul bunlar adına ölmek ve öldürmeye razılar ayrıca. Düzen’in ötelediği “his”leri için savaşıyorlar. Ve sanatçılar aslında, Medea’nın büyüler sihirler yapışı, doğayı kullanıp yeni bir şeyler üretişi hatta yaratışı bir sanatçının pek çok şeyi bir araya getirip bir sanat eseri sunuşu gibi. Delilik, onlara ait olan. Onlara kendi hikayelerinde yardımcı olan olgu. Medea’ya duyduğumuz sempatide belki de duraksama yaratan çocuklarını dahi öldürebilme deliliği ve Antigone’ye kahraman özelliği kazandıran kendini öldürme deliliği, Düzen’in tamamen dışladığı boyutuyla. Tabii ki eşitliği unutmamak gerekiyor. Kardeşinin gömülüşü “eşit” olsun diye kendisini feda edebilen bir kadın.

Bu iki kadın da düşünceleri için sapasağlam ayakta duruyorlar, var olup olabilecek tüm otoritelere karşı direniyorlar. Ülke tamamen erkekler tarafından yönetiliyorken erkek egemenliğine karşı çıkıp kendi kurallarını ve otoritelerini kendileri yaratıyorlar. Sadece devlet otoritesine de değil kendi kaderlerine kendileri yön verdikleri, kendi kuralları ile öldürüp öldükleri için aynı zamanda en baskın otorite olan din otoritesi yani tanrılara da karşı çıkmış oluyorlar. Kadın oldukları için yani “öteki” cinsiyet oldukları için “erkek”lere daha doğduklarında karşı çıkmış oluyorlar. Deliliğe yaklaştırkları için aklı, baska yasa ve kuralı da reddediyorlar.

Düzen’e sırtlarını çevirip Kaos’u kucaklayan bu kadınlar aslında zamanlarının ötesinde hareket etmiş oluyor. 20. yy’da başlayan Feminizm akımının tohumlarını tarihten öncesinde atıyorlar, Dünya’nın neredeyse yeni kurulan düzenine daha o zaman başkaldırıp çok daha ilerisini görerek hareket ediyorlar. Zamanımızın gelişmiş ve tamamen medeni yapısının içinde aslında neleri barındırdığımızı, neleri ortaya çıkarmak istemediğimizi gösteriyorlar. Bize içimizdeki Kaos’u, bizi alt etmeye çalışan Düzen’i gösterip belki de göz kırpıyorlar sizin de yapabileceğiniz bir şeyler var diye. “Belki sonunda daha önce hissettiğiniz acıdan daha fazlasını hissedecek olacaksınız, ya da sonunda ölecek dahi olabilirsiniz fakat hareket etmiş olmanın ve bir kere olsun size sunulan bir şeyi reddetmiş olmanın hazzını yaşayın.” diyorlar.

Medea ve Antigone varoluşumuza ayna tutuyorlar, nelere içimizde barındırıp yok saydığımızı bize bir bir gösteriyorlar.

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Abone Ol Abone olunmuş
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 aboneye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Abone Ol Abone olunmuş
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucu'da görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...