• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: their eyes

The Color Purple

14 Pazartesi Oca 2013

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ Yorum bırakın

Etiketler

afro amerikan, alice walker, celie, color purple, Danny Glover, kadın dayanışması, Margaret Avery, mor tarla, nettie, nora hurston, Oprah Winfrey, shug, Steven Spielberg, tanrı figürü, tanrı imajı, the color purple, their eyes, Whoopi Goldberg


the color purple alice walker

Their Eyes Were Watching God ile The Color Purple’ı tek derste işleme şerefine nail olmuş az öğrencilerdeniz. Derse gitmediğim için doğrudan hocanın anlatımını bilmesem de filmi izleyip biraz araştırmasına daldığımda Alice Walker’ın yıllar önce Nora Hurston’ın yaktığı ateşi devam ettirdiğini görüyoruz.

Genel olarak hikayeden kısaca bahsedersek, Celie ve Nettie zalim bir üvey babanın egemenliği altındadır. Üvey baba Celie’ye tecavüz etmekte ve doğan çocukları ona buna satarak para kazanmaktadır. Celie yaşadığı hiçbir şeyi anlamaz, neden bunların başına geldiğini bir türlü çözemez ve tanrıya mektuplar yazmaya başlar. Bir süre sonra köle / eş olarak Mr. Johnson’a verilir. Burada 4 çocuk ile baş etmek zorunda kalan Celie, Nettie’den ayrılmak zorunda kalır. Her türlü aşağılamaya maruz kalan Celie için her şey kocasının metresi olan Shug geldiğinde değişir. Shug ona kadınlığını gösterir, olması gerektiği kişi olabilmesine adına yoluna ışık tutar. Bir mentordür Celie için. Yıllar sonra Celie özgür bir kadın olduğunda kendi ayakları üzerinde durur ve yaşamın tadını çıkarır.

Celie’nin hüzün dolu, gariplik dolu hikayesini anlatan kitaptan çıkarabileceğimiz notlar sırası ile şöyledir:

Alice Walker karakterlere dair özel bir bilgi vermez. Biz ilk olarak Celie’nin tanrıya yazdığı mektuplar ile başlarız her şeyi yaşamaya. Kitap mektuplardan oluşmuş durumdadır. Bu yüzden zaman geçişlerini algılayabilmemiz için hem biraz geçmişe hakim olmamız gerekir hem de dikkatle takip etmemiz gerekir. The Color Purple bu yüzden diğer romanlardan daha zor bir romandır.

Celie’nin yazdığı mektuplarda bir dil sorunu ile karşı karşıya kalırız. Standart İngilizce ile yazmaz Celie. Nasıl konuşuyorsa, kelimeleri nasıl telaffuz ediyorsa işte tam o şekilde anlatır her şeyi. Bu yüzden onu dinlerken yerel şiveye, Afro-Amerikanların halk ağzına yaklaşmış oluruz.

The Color Purple aslında herkesin değişim geçirdiği bir romandır. En başında Celie bu değişimin en büyük göstergesidir. Babası tarafından iki kere hamile bırakılan ve bir adama karı olarak satılan Celie’nin kitabın sonuna doğru bıçağı köle olarak gittiği kocasına dayaması, cinselliği keşfetmesi ve diğer tüm etkenler onun olgun ve özgür bir kadına dönüştüğünün göstergesidir.

Kitabın başlığına dair söylememiz gereken en önemli nokta ise Celie ile Shug mor çiçeklerle dolu bir tarlada gezerken Celie’nin tanrı algılayışını değiştirecek olan sözlerin Shug tarafından söylenmesidir. Shug Celie’den etrafına bakmasını ve tüm güzelliklerini iyice görmesini ister. Bu şekilde hayatı anlayabilecektir. Celie’nin düşündüğü tanrı imajına karşılık güzellikler yaratan ve bu güzellikleri görmeyenlere küsen bir tanrı imajı oluşturur Shug.

Celie, tanrıya yakarmayan ancak yaşadıklarını anlatan bir karakterdir. Çevresinde yaşadıklarını anlatacak hiç kimse yoktur çünkü kardeşi çok küçüktür ayrıca babası ona sadece bunları tanrıya anlatabileceğini söylemiştir. Kendi cümlelerini kurup doğru şekilde anlatabilmek de oldukça zordur Celie için çünkü tam bir okur yazar değildir. Köle olarak yaşamak zorunda olduğuna inandırılmaya çalışılmaktadır. Ancak Celie tüm bu ataerkil enstitülere baş kaldırır ve özgürlüğünü eline alır.

color-purple-izle

Shug, roman boyunca oynak bir karakter gibi görünse de Celie’nin özgürlüğüne önayak olan en büyük kişidir. Celie Shug sayesinde kendi seksüelliğini, hayatını keşfeder. Kendi sesine sahip olmuş olur. Bağımsız ve eğlenceli bir kadındır Shug. Bir kadının ne istediğini anlayabilir ve ona sahip çıkabilir.

Roman boyunca özellikle vurgulanan temalardan bir tanesi anlatı ve sesin gücüdür. Bu bahsi geçen ses Celie’nin sahip olacağı, konuşma kendini ifade etme ve varlığını kabullenme, varlığını başkalara da kabul ettirme içgüdüsüdür. Normalde kendisine hiç değer vermeyen hatta adının üzerini karalayan Celie kendi sesine sahip olduktan sonra tanrıya yazdığı mektuplarda daha da açık yürekli olabilir.

Kadın ilişkileri bir diğer önemli temadır. Walker, kadınların güçlerini birleştirerek yapabileceklerini vurgulamak istemiştir. Shug’ın Celie’ye kadınlığı ve hayatı öğretmesi, aynı şekilde Sofia’nın Celie’ye bu hayatta daha sağlam durabilmesi için önerilerde bulunması, Squek’in beklenmeyen anda gelen yardımı. Tüm kadınların en sonunda erkeklere karşı “hop bakalım!” demesi. Bu durumların hepsi kadın dayanışmasının önemine vurgu yapar.

The Color Purple çıkarılacak pek çok sembol, motif ve tema ile karşımıza çıkıyor. Alice Walker’a bu kitaptan dolayı teşekkür ediyoruz. Aynı zamanda filmi izlemenizi tavsiye ediyorum, birebir kitap ile paralel gidiyor.

The Color Purple Trailer

Their Eyes Were Watching God / Özgürlüğün Peşinde

09 Çarşamba Oca 2013

Posted by Öznur Doğan in Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım

≈ 1 Yorum

Etiketler

afrika kabileleri, afro amerikan, anlatı, cinsiyet, halle berry, janie, janie crawford, joe starks, leafy, logan killlicks, nanny, odysseus, oral, tea cake woods, their eyes, their eyes were watching god, yolculuk, zora hurston, ırkçılık


their eyes were watching god

Gün geçmiyor ki bir bölümümüzde işlediğimiz derslerden yazı malzemesi çıkmasın. Aslına bakarsanız genel olarak bu blogun bir edebiyat blogu olduğunu düşünürsek tüm bildiklerimi aktarabilirim sayfalara. Şimdilik geride kalmayı düşünüyorum bu konuda ancak sınav öncesi beyin jimnastiği yapmak hem de öğrendiklerimi tekrarlamak için sınavda çıkması muhtemel olan Their Eyes Were Watching God’ı izleyip / araştırıp burada sizlerle paylaşıyorum.

Janie Crawford anneannesinin yanında yetişen gencerek bir kızdır. 16 yaşına geldiğinde güzel bir hareketlenmeye olmaya başlar kendisinde. Doğanın içinde büyüyen bu kızın ilk cinsellik tutkusu yine doğanın üreme tarzından ilham alarak gerçekleşir. Arı ve çiçek ikilisinin tatlı cilveleşmelerinden artık kendisinde de bazı duygular uyandığını hisseder. Tabii ki işin ehli, bu konuları görmüş geçirmiş anneanne buna izin vermez ve en kısa sürede kızın başını bağlamak gerekir diye 60 dönüm arazisi, evi ve öküzleri olan Logan Killicks ile evlendirir. 16 yaşında henüz tam olarak aradığı gerçekliğin ne olduğunu bilmeyen Janie, aşkın evlilik ile gelmediğine işte bu şekilde tanık olur. Yaşadığı hayat daima eksiktir. Aşk hayatı zaten söz konusu değil ancak bir erkekten beklediği şeyler ile karşılığını aldıkları asla birbirini tutmamaktadır. Ancak 1 sene dayanabilir Logan’a. Çünkü Logan onu ne şehre götürür ne de sevgi verebilir. Mutsuzluğu başını aşan Janie’nin çıkış yolu Joe Starks olur. “Call me Jody” diyen Joe arkadaşımız Janie’nin aklını çeler ve ona yeni bir hayat vaat eder. Zaten gitmeye teşne olan kızımız da Joe’nun peşine takılır ve giderler. Yepyeni bir hayat kurar, yeni bir şehir inşa ederler. Zengin olup en süslü püslü kıyafeti giyerler. Ancak bu ilişkide de yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Joe yalnızca kendi iktidarını düşünür ve Janie’ye söz hakkı tanımaz. Halk Janie’den konuşma beklediğinde bile “Karım topluluk önünde konuşmayı bilmez, onun görevi o değil.” der. Joe aslına bakarsanız (bence) çok da aşina olduğumuz bir adamdır. Türk olma ihtimali yüksek. Ayrıca Janie’nin standartlarını sınırlasa da onu sevdiğine inanıyorum. Sonuçta iktidarına boyun eğen herkesi sevebilir erkekler. Aradan 20 sene geçer. Kör topal devam eden ilişkileri çıkmaza girer. Tam da o sıralarda Joe abimiz hakkın rahmetine kavuşur. Özgürlüğe adım ettiğini hisseden Janie bir süre yalnız kalır ta ki Tea Cake denen yeni çocukla karşılaşana kadar. Tea hayatın heyecanı ile Janie’nin hayatına giriş yapar. Onu hem kadın olarak sever hem de birey olarak. Dama oynamayı öğretir, onunla balığa çıkar, çilek toplar. 12 yaş büyük aşkına sahip çıkar. Birkaç küçük yamuk yapar Janie ablamıza ama yine de severler birbirlerini. Yıllardır aradığı aşkı 40’lı yaşlarında bulmuş olur Janie. Her aşk hikayesi gibi tabii ki de bu aşk da sonu hüzünle biter. Çıkan fırtınada köpek tarafından ısırılan  Tea Cake kuduz olur. Paranoyalar başladığı zaman silahını Janie’ye doğrultur ancak Janie’nin elinde tuttuğu pompalı Cake’in silahından erken hareket eder. Tea Cake için yaşadığı şehirden ayrılmasının ikinci yılında yalın ayak bahçıvanlı bir şekilde gelir şehre Janie. Kitabın ve filmin başladığı ve bittiği sahne burasıdır. Janie dönüşümünü tamamlamıştır.

their-eyes-were-watching-gods-hall-berry-izle

Hikayenin giriş, gelişme ve sonucu tam olarak böyledir ancak Janie’de gözlemlediğimiz değişim ve yapabileceğimiz yorumlar bu kadarla sınırlı değildir. Kitapta ve filmde ilk dikkat çeken konu karakterlerin konuşmalarıdır. Neredeyse konuştuklarını anlamak mümkün değildir. Zora Hurston’ın bize bunu yaparak sunmak istediği şey gerçekliği artırmak ve karakterlerin hayatlarını anlamamıza yardımcı olmaktır. Harlem Rönesans’ı döneminde yazdığı roman ile o dönemde dikkatleri üzerine çekemese de Hurston bir süre sonra Amerikan Edebiyatı’nda üst sıralara çıkmış Their Eyes Were Watching God ile. Dil yapısı ve karakterlerin konuşmaları geldikleri köken, yaşadıkları hayat ve hikayeleri konusunda bize önayak oluyor. Güney Amerika yerlilerinin telafuzu olan bu konuşma baskı ve kölelik döneminde sahiplerine karşı Afro-Amerikan’ların ortaya koyduğu yeni bir tarzdır. Yaşadıkları kölelik ve esaret dönemini yalnızca konuşmaları ile değil Nanny’nin yani anneannenin kendi hikayesini Janie’ye anlattığı sırada da görmüş oluyoruz. Sahibi tarafından tecavüze uğrayan Nanny, Leafy adında bir kız çocuğu doğurur. Leafy öldükten sonra kızından sadece Janie kalır Nanny’e. Kendi yaşamadığı her şeyi, her güzelliği ve kendi algısı ile iyiliği Janie yaşasın ister. Daha düzgün insanlar ile daha düzgün ilişkiler yaşayabilmesi için, refah seviyesi yüksek olsun diye Killicks ile evlendirir Janie’yi.

Janie ergenliğin ortalarında ve cinsel arzularının başında bir kız olarak aşkı, gerçek sevgiyi ve bağımsızlığı aramaya başlar. Odysseus gibi çıktığı yolculukta bir süre sonra ilk var olduğu noktaya dönecek ancak bu süre içerisinde zorluklarla karşılayacaktır. İki sevgisiz evlilik yaşamak zorunda kalacak fakat bunların hepsinin özgürlüğünü, kendi sesini ve aşkını kazanma sürecinde önemli adımlar olduğunu daha sonra anlayacaktır. Killicks ile evliliğin aşk getirmediğini öğrenir, Starks ile baskı altında kaldığı sürece kendi olamayacağını. Aşkın kendini rahat hissettiğin bir ortamda baş gösterebileceğini ve kazanman gereken kişiliğini de yine aynı ortamda kazanabileceğini öğrenir. Joe’nun yanında geçirdiği 20 sene boyunca susarak da bir tepki yaratabildiğini, çok şeyi anlayıp algılayabildiğini görür Janie ancak Joe’nun ölümünden sonra hissettiği o özgürlük duygusu tıpkı hikayenin başındaki gibi bir duygudur. Özgürlüğe yaklaştığını hissetmiştir Janie, neredeyse bir arı kadar hafiftir. Tea’nin gelişi ile birlikte de bu özgürlüğe evrilme süreci hızlanır. Kendi içinde yaşayan kadını, aşkı ve özgürlüğü, doğayı bulmuş olur Janie. Tea Cake biraz kaba daha doğrusu toy olsa da yaşattığı aşk ile tüm o olgun adamları sollamıştır. Gençliğin heyecanını daha önce hissetme şansı bulamamış olan Janie’ye zerk eder. Böylece ikisi de daha özgür olmaya koşarlar.

Romandaki tüm erkek karakterlerin bir şekilde ortadan kayboluyor olduğunu düşünürsek onların Janie için bir araç olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü Tea Cake’i öldüren kurşun ironik bir şekilde onun Janie’ye silah kullanmayı öğretmesi sonucu kendisine isabet etmiştir. Janie özgürlüğün kokusunu alan bir fare gibi onun peşinden koşmuş ve sonunda her şeyi göze alarak özgürlüğün kollarına atmıştır kendisi.

Sürekli olarak kendi sesini oluşturabilmek, karakterini yaşatabilmek ve aşkı bulabilmek için çalışan Janie en sonunda aradığı sese sahip olur hatta Afrika kabilelerinin en önemli özelliklerinden bir tanesi olan hikaye anlatıcılığı bile eline almış olur. Yazı yolu ile değil de anlatı yolu ile insanlara ulaşabilecek kapasiteye  varmıştır bu yolculuk sonunda.

Zannediyorum kitabı incelerken beni en çok hoşnut eden çıkarım Odysseus ile aralarındaki benzerlik oldu. Sevdim bu fikri, dipli başlı bir şekilde araştırmaya vaktim olduğunda bu ikiliyi tekrar sizlere sunacağım.

Their Eyes Were Watching Gods Trailer

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...