Etiketler
breaking the forth wall, brecht, brecht tiyatrosu, brooklyn, buggin out, bugging out, defamiliarization, do the right thing, etnisite, fight the power, gustavo fring, kernell, love daddy, love fm, mayor, mookie, radio raheem, rita, samuel jackson, samuel l jackson, spike lee, taxi driver, thelma and louise
Geldik Kültür İncelemeleri dersine. Okul hayatımın blog üzerindeki etkisini asla yadsıyamam. En basitinden bir hafta içinde 4 film izlemiş olarak girmemize yardımcı oluyor sınavda. Kültür dersinde işlenilen 3 film var söz konusu. Taxi Driver, Do the Right Thing ve son olarak Thelma and Louise. Bu üç filmi incelememizi istediği konu tabii ki de doğa ve kültür çerçevesi etrafındaydı. Biz de üç filmi nasıl ortak paydada buluştururuz diye düşünüp bir türlü gerçekleştiremedik. Sınav sorusunu görünce rahatlamıştık fakat. Taxi Driver’da “setting”in önemi nedir? Bir başka yazıda bu konuya ayrıntılı değineceğim ancak şimdilik üç film arasında. En yüksek seviyede beğenmiş olduğum Do the Right Thing’i yazmak istiyorum Spike Lee’nin.
Do the Right Thing Brooklyn’de bir zenci mahallesinde geçiyor. Mahallede birbirinden farklı etnik yapıda insanlar var. Öncelikli rolü olan İtalyanlar (Sal, Pino, Vito) alıyor. Koreliler, Porto Rikolular ve birkaç millet daha var içlerinde. Zenciler ile normal bir hayat geçiriyorlar. Mookie arkadaşımız ki kendisini garip bir şekilde çırpı bacak Spike Lee canlandırıyor, Sal’in mekanında yani pizzacısında çalışan bir zenci. Tüm hikayenin orta yerinde yer alıyor. Ardından müziği duymaktan usanacağımız Radio Raheem ve Buggin Out. Bu üç tipin yatacacak yeri yok. Hikaye ise havanın kaynar derecede olduğu bür gün başlıyor ve o gün bitiyor. Unutmamakta fayda var, Samuel Jackson da Dj olarak karşımıza çıkıyor: Love Daddy. Love Fm’in değişmez adamı. Hikayeyi daha fazla anlatmak yerine semboller ve temalar üzerinden gitmeyi yeğliyorum.
İlk karşımıza çıkan konu film boyunca dikkatimize çarpan zıtlıklar. Bir mahallede var olan beyaz ve siyah ırkı görüyoruz. Bu iki zıt milletin de yaşayız tarzı bu bağlamda farklı oluyor. Sal bir beyaz İtalyan olarak kapital tarafta. Aynı şekilde Korelilerin de bu tarafta kaldığını görüyoruz ancak yaşlılar heyetinin de farkına vardığı gibi hiçbir zenci satış işi ile ilgilenmiyor. Onlar sürekli satın alma derdindeler. Tüm film boyunca bir satın alma eğilimde daha doğrusu tüketme eğiliminde olduklarını görüyoruz. Aynı zamanda beyazlar çalışıyorken işe yarar bir iş yapan tek zencinin Mookie olduğunu görüyoruz. Zencilerin tek yaptığı iş gösterişli kıyafetleri ile sadece var olmak. Bir diğer zıtlık Radio Raheem’inelindeki “love” ve “hate” yüzükleri. Bu yüzükler tüm film boyunca karşımıza çıkabilecek en sembolik nesneler. Aynı boyda ve ağırlıkta olan bu iki yüzük anlamları doğrultusunda farklı ellerde bulunuyor. Abil’i öldüren Kabil’in kardeşini öldürdüğü eli olan sol elinde hate, sevmenin ve vermenin eli olan sağda ise love bulunuyor. Bu ikisini bir araya getiren adamın Radio olması garip yine de. Aynı şekilde Sal’in oğullarında da bir zıtlık söz konusu. Sarı saçlı olab Vito siyah renkte tişört giyerken siyah saçlı Pino beyaz tişört giyiyor. Bundan ziyade bu ki kardeşe dair en büyük zıtlık ise zencilere karşı tutumları ve çalıştıkları yeri sahiplenme biçimleri. Son olarak karşımıza çıkan zıtlık filmin sonu da akan yazı ile Martin Luther King ve Malcolm X’in kendi davalarında nasıl devam etmeleri konusunda verdikleri demeç. Martin abimiz adam gibi barıştan ve defanstan bahsederken Malcolm hızını alamayıp eğer sizin başınıza birileri iş açıyorsa o kişiler ile savaşmalısınız diyor.
Zıtlıkların yanında paralellikler de söz konusu. Filmde sıcaklık arttıkça ortaya çıkan şiddet de artıyor. İnsanlar bir o kadar saldırganlaşıyor ve gerginleşiyor. Aynı şekilde artan sıcaklık ile yangın ve söndürme arasında da paralellik var. Ne kadar çok ateş o kadar çok su demek oluyor. Sal’e duyulan öfke artıkça dükkana verilen zarar da artıyor ve son olarak Radio Raheem’in sidik yarışında sesler devamlı yükseliyor.
Filmi izlediğinizde hissettiğiniz garip bir duygu var ayrıca. Sanki film size bir mesaj vermeye çalışıyormuş ama siz bulmalıymışsınız gibi. Biz bu noktaya Brecht’in tiyatro geleneği dedik. Spike Lee’nin Brecht tiyatrosunu filminde kullanması beni mest eden nokta oldu. İlk olarak geleneksel tiyatroda görmediğimiz ancak Brecht ile birlikte gelen anlatıcının sahne ortasında görülmesinden bahsedeceğim. Bildiğiniz üzere modern tiyatroya kadar sahnede bir anlatıcı yer almaz. Bunun yerine sesini duyarız. Yani anlatılan hikaye ya da verilmek istenen mesaj daima arkadan, görmediğimiz kişilerce verilir ancak Brecht tiyatrosunda anlatıcı sahnenin tam ortasında yer alır. Brecht’in yaratmak istediği yabancılaştırma “defamiliarization” bu noktada ilk kez gerçekleşmiş olur. Filmde bu örneğimiz Love Daddy’e denk düşer. Mahallenin ortasında durur ve herkesin ne yaptığını bilir, hikayeler anlatır. Bir diğer Brecht etkisi de sahnede seyirci ile konuşmak olarak tezahür eden ve insanlara “o neydi lan” tepkisi verdirten “breaking the forth wall”dur. Bu sayede seyirci izlediğinin bir tiyatro eseri olduğunu unutmaz kendisini oyuna vererek ağlayıp sızlanmaz. Filmde oyuncuların kameraya bakarak milliyetlere sayıp döktükleri sahneler ve aynı zamanda Raheem’in aşk ve nefreti anlattığı sahne bu teknik ile eş düşer.
Bahsetmemiz gereken bir diğer mesele filmdeki herkesin bir tip olmasıdır. Bireysel olarak bir değişim geçirmezler. Nasıl başladılarsa o şekilde sonlanır onların hikayesi. Bugging Out olarak gördüğümüz ve Breaking Bad’ten Gustavo Fring olarak tanıdığımız abimiz, Sal, Rita ve diğerleri… Hepsi birer tiptir.
Filmde kadının rolü yok denecek kadar azdır çünkü kadınlar o dönemde söz hakkına sahip değildir. Bağırabilirler ama dinlenmezler. Filmin başında Rita’yı Fight the Power şarkısı ile dans ederken ve boks yaparkan görürüz ancak Rita’nın karşısında kimse yoktur. Kadınlar güce karşı savaşabilecek nitelikte değillerdir. Ya hiç olacaklardır ya da bilmedikleri, anlamadıkları bir gruba dahil olup var olmaya çalışacaklardır.
Gelelim filme adını veren Do the Right Thing meselesine. Bu cümle filmin tek bir yerinde geçer, o da Mayor’ın Mookie’ye söylediği andır. Tüm zenciler arasında gerçekte bir misyonu olan tek kişi Mayor’dır. Mookie’e bunun neden söylediğini ilk başta anlamayız ancak en sonunda yapılan güzel bir çıkarım ile bu desteklenebilir. (Benim çıkarımım olmamakla birlikte) Mookie doğru şeyi yapmaya filmin en sonunda karar verir. Sal’e saldırmak isteyen kızgın grubu çöp tenekesini dükkana atarak dükkana yönlendirir bu sayede üç kişinin hayatını kurtarmış olur. Ben filmi izlediğimde hiç böyle düşünmemiştim ama eğer do the right thing diye bir şey varsa ve bu Mookie’e söyleniyorsa yapılabilecek en doğru açıklama bu olur. Bunun dışında filmde gözümüze çarpan bireysellik diye bir konu vardır. Her tip kendi bireysel istekleri üzerinden hareket eder. Radio’nun son ses müzik dinlemek için diretmesi, Bugging Out’un duvarda görmek istediği zenci ünlüler ve diğer tüm konular bireyseldir bu yüzden topluö tarafından kabul görmezler. Bugging boykot yapmak istediğinde halkın yanında olmamak istemesi de buna denk düşer. Çünkü mantıklı ve gerçekçi bir gerekçi değildir sadece bireysel bir istektir. Kernell (bir dost), bunun üzerine şu yorumu yapar: zenciler bu şekilde bireysel istekler ile hareket edip bir olmazlarsa istediklerini başrmalrı çok zordur. Bu bence her topluma uygulanabilir tabii ki de.
Do the Right Thing oldukça eğlenceli ve renkli bir filmdi. Yine de insan mustehak bu zencilere demekten kendisini alamıyor film boyunca. Unutmadan belirtmekte yarar var, Spike Lee bu filmi bir sınıf ayrımını anlatmak için çekmediğini belirtiyor. Ancak biz farkı yaratanın sınıf değil etnisite olduğunu görüyoruz.
Do The Right Thing Trailer