Etiketler

, , , , , ,


Farklı deneyimler yaşamak için bazen gözünüzü kapatıp bir şeyler seçmeniz gerekir. Son iki gündür yaşadığım farklı deneyim durumu tamamen Potkal Kitap ile alakalı. Uzun zamandır Yitik Ülke Yayınları’nı takip ettiğim için Potkal Kitap’tan haberdardım fakat herhangi bir kitabını okuma şansını yakalamamıştım ta ki Yitik Ülke Yayınları’nın kurucusu Kadir Aydemir bana üç tane Potkal kitabı yollayana kadar.

Bu üç kitaptan ikisi şiir, bir tane öykü kitabıydı. Hermafrodit ve Aşka 12 Mil Kala, yayınevinden çıkmış kitaplar. İçi şiir mi şiir fakat farklı hikayeler ile dolu iki kitap. İlk önce Aşka 12 Mil Kala’yı okudum fakat Hermafrodit’i daha önce anlatacağım. Çünkü bu şiirleri yazanlar sen, ben, o, biz, siz, onlar olabilir. Şiir kitabının yazarı “Beni Kurtar”. İsa gibi kurtulmayı bekleyen, salvaltion dediğimiz nanenin hasretini çeken birisi. Sevdiğine onu kendinden kurtarması için rica eden birisi. Beni kurtar hem erkek hem kadın.

Şiirlere isim vermeye gerek yoktur. Çünkü onlara bir isim verdiğiniz o artık bir “şey”dir. Beni Kurtar bunu iyi biliyor olacak ki tüm şiirleri ve yazıları isimsiz. Herkes kendi hikayesine göre adlandırabilsin onu diye. Herkes okuduğunda bir başka şiir bulsun, her seferinde hatırlamadan devam edebilsin. Hikayeyi olduğu gibi kabul ediyoruz biz de bu yüzden, yönlendirmiyor bizi hiçbir şeye.

Peki neden Hermafrodit? Önce biraz mitolojiye dönelim o zaman.

Hermaphrodite, Aphrodite ile Hermes’in oğluydu. Aphrodite, bu oğlunu herkesten gizlemek için onu Ida Dağı’nın perilerine emanet etti. Periler onu ormanda büyüttüler, vahşi huylu olan bu çocuk dağlarda dolaşmaktan, ormanın ücra köşelerini keşfe çıkmaktan hoşlanırdı. Bir gün Kariol’de dolaşırken duru tertemiz bir gölün kıyısına geldi. Hava çok sıcaktı ve gölün serin suyu çok baştan çıkarıcıydı. Hermaphrodite üzerindekileri çıkarıp hemen suya girdi. Oysa bu göl hiç de göründüğü gibi tehlikesiz değildi. Bu gölün Salmikis adında bir perisi vardı. Peri kendi gölünde yüzen yakışıklı delikanlıyı görünce ona aşık oldu. Hemen Hermaphrodite’in karşısına çıktı ve ona duyduğu sevgiyi dile getirdi ama delikanlı onu ciddiye almadı. Salmakis onun kendini ciddiye almamasina aldırmadı ve tekrar denedi. Ona sımsıkı sarılıp kendisiyle kalmasını istedi. Ancak Hermaphrodite böyle bir şey yapmayacağını söyleyerek onun kollarından kolayca sıyrıldı. Bunun üzerine Salmakis tanrılara yakardı. ” Ey tanrılar, emir veriniz… Ne ben ondan ayrılabileyim, ne de o benden! Hiç kimse bizi birbirimizden ayıramasın”. Tanrılar Salmakis’in yakarışına cevap verdiler ve ikisini tek vücut haline getirdiler. O günden sonra hem erkek hem de kadın olarak tek bir vücut içinde yaşamaya başladılar.

İşte Hermafrodit’in hikayesi böyledir. Bu yüzden ne tam kadın ne tam erkektir Hermafrodit. Aynı anda ikisidir. Şiirin de cinsiyeti yoktur duyguların olmadığı gibi. Şiirlerin kime yazıldığı da önemli değildir işte. Bahsedilen sevgilinin dudağı hem erkek dudağıdır hem kadın. Zaten ikisi birbirinden ayrıldığı anda tüm bağlar kopmuş olur. Bir sevgili yanağında sevileni ve seveni görebilmektir mesele. Biraz daha uzatırsam Mevlana’ya bağlayacağım bu yüzden şiir kitabından not aldığım ve beni düşündüren noktalara geçiyorum.

Kitabın ilk sayfasını yani 5. sayfasınız açıyorum ve;

Kime diyorum çocuk

Dinliyor musun beni

Kaldır şu bakışlarını yerden

Kirliyle temizi de ayır

Yemek de yapamıyorsun

Değil mi sen

İki kalp kırmayı öğren

Yoksa aş aşık kalırsın

Unutmak zamanıdır şimdi

Bütün günahların silineceğini.

Burada ilk olarak yakın hissediyorum kendimi çünkü “çocuk” demeyi severim ben de çok. Yapma be çocuk! derim hatta bol bol. Beni Kurtar da biliyor bunu sanıyorum, en başa, ilk şiire yazmış “çocuk” diye. Bir de tabii, kelime oyunları ile dakika bir gol bil diyorum, bir şey okunacak ve okunulanlardan nefes alınacak!

Sonra 9. sayfaya geliyorum ve çok garip bir şey ile karşılaşıyorum. 5 sayfa boyunca kesik kesiklik söz konusu. Yani o an koparabilirim sayfaları oradan, asabilirim sağa sola. Bilmiyorum tabi ki bu sadece benim kitabımda mı var yoksa diğer kitaplarda da böyle mi ama mutlu oluyorum it gibi. Kitaptan şiir çalma özgürlüğüm var gibi hissediyorum. Çalıp da duvarları süsleyebilirim şiirlerle. İşte öyle not defteri gibi bir kitap olsa mesela, istediğimiz sayfayı alsak yanımıza. Cüzdanımıza koysak.

Sayfa 11, şiirin ikinci kısmı, not alıyorum yanına: Hayat bir yolculuk üzerine kurulu ve bu yolculukta hepimiz Odysseus gibi kayıplar veriyoruz. Kimimizin sevdiklerini yiyor koca gözlü bir dev, kimi sevdiklerimiz hiç gelmiyor bile bizle. Çıkılan her yolculukta kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz oluyor. Gerisi hep üç nokta.

Sayfa 27. Bir kere daha başka bir bakış açısı ile bakıyorum şiire. Şiir boşluklar ile dolu. Şair diyor ki: Boşlukları sen doldur ve şiirini sen yarat. Yani hiçbir şiir okuyucu olmadan, o anlamlar katmadan olamaz ve her şiir her kişide farklıdır, farklı iz bırakır. Bu yüzden şiiri sen doldur, gerisini sen bil. Sen çıkar tüm anlamları ve duyguları.

Sayfa 49, yaşlılık ile doluyor personanın içi. “Saçların kırlaşacak mesela, sağlam içmişsin bayağı bayağı, gözlerinin altındaki torbalardan belli bu…” Yaşlanırken bizler de belki aynı kalacağız, aynı fikirler ile bakacağız örneğin yarına fakat ellerimizin üzeri yine de kırışacak ve hayat işte böyle bir acılık ile hareket etmeye devam edecek. Göğüs tahtan da sönecek yavaşça ama akılda bir şey var, arkadaşlar ile bir rakı masasında bardak kaldırabilmek, yaşlanmamaya.

Ve böyle yavaşça bitti kitap. Bitti şiirler. Aklımda kurtulmak istemeyen fakat kurtulmak istediğini söyleyen bir persona kaldı. Adını bilmediğim bir şair kaldı. Kimisine göre arabesk belki de şiirler, belki de karamsar yine de kelimeler ile oynayan insanlar biliyorlardır kelimelerin gerçek evrelerini. Ne zaman acıtabilirler, ne zaman acıtmazlar.

Belki de tek bir şey isteyebilirim yazardan, ağız dolusu küfür et be. Et! Sansürleme kendini siktir yaz ağız dolusu. S.ktir değil.:) Oh şiir.