Etiketler
anathema, angelica, balerin, beyaz kuğu, dans, kuğu gölü balesi, natalie portman, siyah kuğu
Ka-çı-yo-rum! Popülerlikten karış karış kaçıyorum. Bu yüzden şimdiye kadar Burberry atkı da takmadım, ağır olduğu aşikar fakat birden fazla kişi kullanıyor diye dünyanın en ağır parfümlerini de kullanmadım. Dan Brown’un Da Vinci Şifresi’ni kitap artık normal raflarda yer almaya başlayınca okudum. Belki de abartıyorum, belki de yanlış bir şey fakat araya cümleler girdi mi ben o nesneye ısınamıyorum.
Black Swan’ın sinemaya gelişi ve izlenişi ile birlikte bir anda patlayan “Mutlaka izleyin! Çok güzel!”, “Çok kötü… En başından tahmin etmiştim!”, “Hmm, vasat.” gibi yorumlar beni filmden soğutmaya yetip artmıştı. Filmi kendim indirip kendim izleyecektim. Öyle de oldu.
Black Swan, büyük obsesyonların ardında tıkılı kalmış bir balerinin hikayesi. Annesi gibi bir rol modeli olduğu için daima mükemmelliği arıyor ve bu yolda sağlığını kaybetmeye başlıyor.
Takıntının tamamen hakim olduğu tüm o filmleri, durumları, yaşadıklarımızı düşünelim. Sahip olmak istediğimiz nesne ya da durum ya da her ne ise, eğer obsesyon sınırları içersine giriyorsa bize zarar vermeye başlıyor. Black Swan’da da gördüğümüz tam anlamıyla bu. Kuğu Gölü Balesi’ni hazırlayan dans ekibi için bir siyah ve bir beyaz kuğu seçilmelidir. Alıştırmalar yapılır, danslar dansları izler. Balerinler parmaklarını çatlatacak kadar hızlı ve estetik olmak için büyük bir yarış içindedir. Bu sırada esas kızımız durmadan halisülasyonlar yaşar. O anda anlarız ki Nina Sayer yani Portman, akıl sağlığı tam olarak yerinde olmayan bir kadındır.
Film ilerler, sahneler hızlıca akmaya devam eder. Bana kalırsa son gösterinin olduğu sahnedeki büyük karmaşa ve kargaşa -Nina tarafından çıkarılan- tamamen onun beyin akışına vurgu yapmak içindir. O kadar çok şeyi aynı anda hızlıca düşünmek ve gerçekleştirmek, aynı zamanda kendiyle ve fikirleriyle savaşmak zorundadır ki hata yapmamalı, yapabildiğinin en iyisini başarmalıdır!
Takıntılar işin içine girdiğinde demiştim, ortaya dünyanın en beklenmedik işleri bile çıkabilir. Bazen tek bir koşu hakkımız vardır ve bu bazen 400 metre engelli koşudur. Bu yolda kendini öldüresiye yorarsın hatta bazen öldürürsün.
Nina’nın takıntıları aynı Angelica’daki gibi özgürlüğe ağıt yakanlardan çünkü Nina’nın içe alıcı ve yıpratıcı dünyasında mükemmellikten başka hiçbir şey yok.
Black Swan izlediğimde beni mutlu eden, sonunda ağlatan bir filmdi. İyi ki diyorum, iyi ki bu filmi tüm o yorumlardan uzak bir dönemde izlemişim. Aynı şeyi Inception’da da yaptım.
Bir de filmde Thomas Leroy rolünde oynayan aktör Vincent Cassel’yi görmek güzeldi. Irreversible’den sonra. 🙂
“Thomas Leroy: We all know the story. Virginal girl, pure and sweet, trapped in the body of a swan. She desires freedom but only true love can break the spell. Her wish is nearly granted in the form of a prince, but before he can declare his love her lustful twin, the black swan, tricks and seduces him. Devastated the white swan leaps of a cliff killing herself and, in death, finds freedom. “
“[last lines]
Thomas Leroy: Nina, what did you do?
Nina: I felt it. Perfect. I was perfect. “
Black Swan – Siyah Kuğu – Trailer
Öyle her anda ve ya her insanla izlenecek bir film olmadığı düşüncesindeyim ben 2defa izledim daha iyi anlamak için analiz gerçekten güzel fakat o psikolojik karmasanin içerisinde o kadar şeyi basarmak tuhaf geliyor bana 🙂 ben sadece öyle bir tutku ile bağlanmak isterdim birşeye.
Bence öyle bir tutku normal değil pek, sonunda ölüme götürüyor bir de. Üstten üstten bağlanmak iyidir bazen. 😀