• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Tag Archives: tabula rasa

The Hobbit / Beklenmedik Yolculuk

24 Pazartesi Ara 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 4 Yorum

Etiketler

48 fps, beklenmedik yolculuk, bilbo baggins, cüceler, dövüşen taşar, elfler, frodo, heisengard, hobbit, hobbitler, imax, lonely mountain, lord of the rings, lotr, ortadünya, paganlar, tabula rasa, the hobbit, unexpected journey


The-Hobbit-An-Unexpected-Journey-

Vay efendim IMAX’e gidelim vay efendim izleyemeyeceğiz derken The Hobbit’i izlemiş bulunuyorum. The Hobbit benim için de Beklenmedik Macera olmayı başardı. Her şeyden önce çevremi gözlemleme ve insanların bilgileri üzerine yorum yapabilme şansı tanıdı. Örneğin filme girmeden önce tavlamaya çalıştığı kıza The Hobbit’i şöyle anlatan bir adam vardı: Şimdi bunlar Ortadünya’dalar. Cüceler var, onlar kısa, şişman. Savaşçı tabiatlı bunlar. Hobbitler var, onlar da kısa ama onların sakalı çıkmaz Allah tarafından. Bir de Elfler var. Onlar da Allah’ın sevgili kulları işte. Bu şekilde The Hobbit’i anlatmak sanıyorum farklı bir yetenek gerektiriyor. Filmin yarısında “Ya kızaaam bu film 3 saatmiş, hade gidiyoruz.” gibi hallenen ergenler ve çıkışta “Olm hemen de LOTR’a bağladılar yaa.” diyen gençler. Tanrım! Büyük bir hezeyanın içindeyim.

Filmin sosyolojik etkilerini bir yana bırakıp asıl konumuza dönersek The Hobbit, LOTR ateşinin içimizde bitmeyen hasretine su serpmeye gelmiş bir seri. Kitabı okumadığım için şu anda göreceğim yeni bölümleri merakla bekliyorum. Kitabı okuyanlar ise sadece filmde neler değiştiğini görmek için gitmiş oluyorlar. Tabii ki sinema görsellik açısından insanı doyuran bir sanat, bir filmin kitaba aktarılması sırasında özünden hiçbir şey kaybetmeyen LOTR’u düşünürsek aynı şeyi The Hobbit’ten beklemek de çok normal. Yalnız kitabı okuyan arkadaşların benim kadar heyecanla bekleyebileceğine pek ihtimal vermiyorum. Filme tabula rasa olarak girmiş oluyorum çünkü. Tertemiz, ön yargısız.

The Hobbit’i benden önce izleyenlerin yorumları ile iki keskin taraf olduğunu algılamıştım. Bir kısım filmi hiç sevmemiş, para kaygısı barındırdığını söylüyor, diğer kısım ise en az LOTR ayarında olduğunu. Bunu tabii ki kendi açımdan en iyi izleyerek gözlemleyebilirdim. Gözlemledim de.

The Hobbit, LOTR hikayesinin en başını, Frodo’lu zamanların 60 yıl öncesini anlatıyor. Yüzüğün ilk ortaya çıkışını, yüzük kardeşliğine neden olacak olan hikayeyi açıklıyor bize. Cücelerin Bilbo’nun evine teşrifi ile her şey başlıyor. Orklar, goblinler ve diğer yaratıklar ile eğlenceli bir macera çıkıyor. Bu sefer The Lord of the Rings’te sıkı sıkıya yaşamaya alıştığımız gerilim ve aksiyondan çok eğlence ile karışık bir aksiyon görüyoruz. Karakterlerin cüce olması nedeni ile etraf şenleniyor, hatta bazı yerlerde müzikal bir havaya bürünüyor. Cücelerin eğlenceli ancak sert dünyasında kendini bulan Bilbo da kahramanlığını gösteriyor ve güzelce burnunu tüm işlere sokuyor.

THE HOBBIT: AN UNEXPECTED JOURNEY

Şu anda spoiler vermemek için kendimi zor tutuyorum, sırf bu yüzden biraz da kısa kesmenin daha mantıklı olduğunu düşünüyorum. Daha gözlemsel yorumlarından bahsedeceğim sadece. İlk olarak hikaye anlatma geleneğinin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz Bilbo sayesinde. Henüz hazır olmadığı için Frodo’ya göstermek istemediği mektubu ile her hikayenin bir olgunluk zamanı olduğunu anlıyoruz. Çok erken ya da çok geç anlatıldığında ihtişamını kaybedecek o hikayelerden olduğunu görüyoruz. Ardından sözlerin hayat üzerindeki etkisine tanık oluyoruz. Karanlık denildiğinde ortaya çıkan karanlıklar ile insanın her bir kelimesinin evrende nasıl yankılanabileceğini görüyoruz. Ardından ormanların büyücüsü ile eski Pagan inanışlarına gidiyoruz. Küçük bir kirpiyi bile kurtarmak için verilen mücadeleden, doğayı anlamanın ne demek olduğunu, doğanın verdiği işaretlerin nelere delalet olduğunu öğreniyoruz. Paganların aslında doğayı tanıyan en iyi insanlar olduğunu, bazı büyücülerin de bu Paganlar ile aynı yapıya sahip olduğunu keşfediyoruz.  Aslında bu noktada Paganları ya da büyücüleri değil, doğanın kendisini koruyan insana ne kadar açık yüreklilikle yaklaştığını ancak içinde daima kötülüğü de barındırabilecek dengeye sahip olduğuna şahit oluyoruz.

Filme dair yapılması gereken özel eleştiriler ise LOTR’un kemikleri titreten derinliğine sahip olmaması diyebiliriz. Bir de tabii ki şu 3D meselesi. Savaş sahnelerinin yarısı neredeyse bu saçma gözlükler yüzünden anlaşılamıyor. Filmi izlememiş arkadaşlara 3D olmayanına gitmelerini tavsiye ediyorum. Filmin derinliğinden kastım ise eleştiriye açık yönler bırakabiliyor olması. Daha çok Hollywood filmiymiş gibi algılanmasına neden olan komik elementlerle süslenmiş sahneler ve ah kendimi nasıl tutsam bilmiyorum, savaş sahnelerinin daima kazanılabilirliği. Belki de senaryoda keskin çizgiler olabilir ve bizi ayaklarımızdan sarkıtabilirdi.

The Hobbit, ikincisi ve üçüncüsü merakla beklenen bir film yine de. Maceradan dönenin kaşığı kırılsın, Troll olsun.

The Hobbit: An Unexpected Journey – Trailer

300 / 300 Spartalı / Isparta’nın Gülü

24 Salı Tem 2012

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

300, afrodit, astinos, gerard butler, olimpos dağı, sparta, tabula rasa, vincent regan, yunan tanrıları, zeus



Gerçek adamların savaşı! 300 adet Spartalının Persler ile büyük savaşını konu alan mitolojik filmlerden bir tanesi. Mitoloji ile biraz ilgilenenler bu iki millet arasındaki durulmaz suyu mutlaka göreceklerdir. Yunanistan sınırları içerisinde yani azıcık yerde bu kadar itiş kakışı nasıl başarabiliyorlar onu tam olarak anlayabilmiş değilim. Aslına bakarsanız tanrıların da Olimpos denen yerde çok barış içinde olduğu söylenemez. Hades durmadan birilerini kaçırır, Zeus’un uçkuruna diyecek yok zaten. Afrodit manyağın teki, her gördüğüne aşık oluyor, sonra intikam peşinde koşuyor.

Tanrı kalsak ya hepsine?

Kalamayız.

300’ü çok uzun zaman sonra izlemiş olmanın rahatlığı vardı içimde. Yok çok şişirilmiş, yok çok güzel, yok muhteşem, yok Cüneyt Arkın… İşte tüm bu yorumlardan soyutlanmıştı kafam. Tabula Rasa kadar temizdim. Filmi izlemeye başladım.

İlk olarak filmin bir anlatı üzerine kurulması doğrudan ozan geleneğiyle uyuşuyordu. Kimse bu filmin gerçek bir mitten alınmamış olduğu sırf bu yüzden bile söyleyemez. Prometheus’tan tutun da Adonis’e kadar, herkesin hikayesini anlatan adamlardı bu ozanlar.

Kavga dövüş, savaş barış filmlerini seven ben için bol savaş sahneli bir film olduğu için de üst sıralara çıkıyordu. Yine de filmde en çok beni onurlandıran şey Kraliçe Gorgo’nun Spartalı kadınların da yönetimde söz hakkı olduğunu bildirmesi ve Pers kralı tarafından yollanan sünepe elçiye verdiği cevaptır.

Messenger: What makes this woman think she can speak among men? 
Queen Gorgo: Because only Spartan women give birth to real men. 

Kadınları onurlandıran ve onları ön plana çıkaran durumlar daima ilgimi çeker, övgümü hak eder. Hayır efendim sanki övgümü hak etmese bir şey olmayacak. Elbette olacak fakat bu kadar senedir, yani yaklaşık üç senedir, civilization nature ikilisi arasında boşuna mı kadın ile erkeği çaprazladık birbirine.

-

Sadece erkeklerin değil kadınların da keskin zekasına göndermeler yapan, eşine sadık ve gerçek bir savaşçı ruhu ile yetiştirilmiş kadınların olduğunu gösteriyordu film bize. Tarihte Spartalıların en iyi savaşçılar olduğu düşünülürse ve anlatılanların gerçek olduğuna inanılırsa – ki inanmamak için bir sebep yoktur – burada yaşayan kadınların ezilmek yerine kraliçenin bile “höt” deyici rolünün olması oldukça güzel.

Çok fazla kadınlar ve kadınlık üzerinden gidip feministlik çığırtkanlığı yapmak istemiyorum. Diğer ayrıntılara atlamam gerekirse, kimsenin kahrolmadığını söyleyemeyeceği bir sahne; Vincent Regan’ın canlandırdığı Captain’ın oğlu Astinos’u kaybettiği sahne. (Az önce sahneyi daha ayrıntılı olarak hatırlamak için açıp baktım da…) İnsanın kemiklerini titreten, sinir uçlarını uyuşturan bir sahnedir o. Bir babanın oğlunun adını haykırışı ve oğlunun kafasının kesilişidir en derinden sarsan. Bir kez daha titredi içim.

Dövüş, savaş ve kan. Normalden daha fazla severim filmlerde. 300 benim için aranan kandı gerçekten. Şu anda tekrar izlemek istedim. Tekrar açıp tekrar izlemek.

Çevirilerinde Ispartalı olarak yazsalar da filmde Sparta ile Isparta ayrı yerlerdir, not düşeyim dedim yazının sonunda.

Astinooooosss…

300 Trailer

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 1.572 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...