Etiketler

, , , , , , , , , , , , , ,


m-1080p

Eski yapım filmleri izlemek zannediyorum ki çoğumuz için zorlu bir durumdur. İlk olarak Hollywood’un o rengârenk dünyasından uzak, siyah beyazdır. Film bittikten sonra “indirip” dinlemelik film müzikleri de yoktur çok fazla. Üstüne üstlük bant sesleri, garip bir cızırtı ve senkronize edilememiş ses ve görüntü vardır. Eski filmlere dair ilk anda aklımıza gelen ve bizim hevesimizi kıran noktalar bunlardır ancak sessiz sinema döneminden sesliye geçişte ortaya çıkarılan başyapıtlar bugünkü sinema tarihini yeniden yaratmıştır.

M filmi, 1931 yapımı Fritz Lang filmi. 1931 yapımı olduğunu ilk öğrendiğimde nasıl bir şeyler karşılaşacağımdan çok emin değildim ancak film sona erdiğinde pek çok izlediğim film de artık tamamlanmış hale geldi. Bazen yapbozun eksik bir parçası kaldığını hissedersiniz bir filmi izlediğinizde. Daha fazla film izleyip bu açığı kapatmak ister, aktörlerin hangi filmlerde olduğunu bulmak için çabalar hatta bazen aklınıza gelmeyince filmi durdurur internetten bakarsınız. İşte M de tam bu etkiyi yaratan bir film. Onu izlerken pek çok film aklınıza geliyor ve sinema kültürünüzün artık daha iyi şekillendiğini hissediyorsunuz.

Almanya’nın Berlin kentinde geçen bir cinayet hikâyesidir M. Küçük çocukların art arda ortadan kaybolup öldürülmesi üzerine –kellesine- ödül konulan bir cani vardır. Çocuklar artık sokaklarda rahat hareket edemez, annelerin yürekli daima ağızlarındadır. Hikâye ilerledikçe kafamızda katilin kim olduğu oluşmaya başlar. Bu sırada Berlin polisi ve Berlin suç çetesi katili yakalamak adına çalışmalara başlarlar. Son kurban Elsie Beckmann’ın ölümü bir kâbus gibi çöker Berlin’in üstüne. Herkes birbirinden kuşkulanır ve ötekisini suçlamaya çalışır.

Hikâyenin ilerleyişi ve sonuna dair spoiler vermemek adına burada anlatımı sonlandırıp bir edebiyatçı gözü ile filmi incelemeye başlıyorum. Öncelikle gözüme ilk takılan noktada tabii ki de filmin ismi oluyor. Eğer filme dair hiçbir şey okumaz ve doğrudan izlemeye başlarsanız bu M harfinin ne sembolize ettiğini anlamak biraz süre alıyor. Hatta filmde nasıl geçeceğini de merak etmeye başlıyorsunuz. M harfi Almanca “mörder” yani katil kelimesinden geliyor. Film ilk çıktığından ismi “İçimizdeki Katil” imiş ancak Fritz Bey M harfini daha vurgulayıcı bir sembol olarak görmüş ki filmin ismini tek harfe çevirmiş.

Yıllar boyunca birbirinden farklı badireler atlatmış M. Yasaklanmış, sansürlenmiş, kaybolan parçaları toparlanmaya çalışılmış ve son olarak 2000 yılında son haline getirilmiş. Bu filme dair en çok dikkat çekici nokta belki de filmin aslında Düsseldorf Vampiri denilen Peter Kürten’den etkilenmiş olması ancak Fritz Lang’in bunu asla kabul etmemesi.

En başında da söylediğim gibi eski filmlerin yarattıkları vizyon sayesinde tamamen gelişen ve günümüzdeki halini alan sinemaya pek çok ilkin girmesine de yardımcı olan bir film M. Herhangi bir karakterin müzik ile müstesna olmasını ilk olarak bu 1931 yapımı filmde görüyoruz. Katilin çocukları gördüğünde ve onları takip ederken ıslık çalması film karakteri ile müziği bir araya getiriyor. Bunun yanında aslında Citizen Kane ile önemli bir noktaya varıyor dediğimiz kamera bakış açıları M ile aslında 10 sene oldukça güzel hazırlanmış. Bir karakteri alttan çekip onu heybetli ve büyük göstermenin yanı sıra üstten çekip küçültmek, karakterlerin doğrudan kameraya bakarak konuşması, çift zamanlı olayların kamera açısı ile yansıtılması, camdan/aynadan çekim gibi birden farklı tekniği M’i izlerken görmek mümkün. Kıyaslama yapılması gerektiğinde Citizen Kane’i de bir kenara atamayız ancak 10 yıl önce 1931’de çekilmiş M’in hakkını M’e vermemiz gerekmekte.

Filmin bir diğer getirdiği yenilik korku filmlerinin olmazsa olmazı şarkı söyleyen çocuk, katilin yüzünü uzun süre görememe ve polisiye filmlere yol gösteren katilin takibini birden farklı şekilde gerçekleştirmek.

m-film-izle-m-movie

Bunların yanında yine filmin metinsel ve sembolik düzlemine geçtiğimizde bizi birbirinden farklı psikolojik ve sosyolojik çıkarım bekler. Öncelikle katilin bulunması için polis araştırmalara başlar ve uzunca bir süre tüm çöpleri ve çalıları aramasına dair hiçbir çıkarım yapamaz. Ellerinde zaten katil tarafından gönderilmiş olan bir mektup vardır ve maksimum bu mektup üzerinden parmak izi çıkarımı yapmak zorundalardır. Bu noktada katilin ait olduğu mensuptan kişiler –suçlular- katili bulmak için hazırlık yaparlar. Birisini sokaklarda hissettirmeden takip etmenin en kolay yolu dilencileri kullanmak olur. İşte suçlular da sistemlerini dilenciler üzerine kurarlar ve katili takip etmeye başlarlar. Polisin yetkisinin azlığı, yanlış noktalara enerji kanalize edişi gibi gerçekler o anda gözümüzün önüne gelir. Halk, istediği sürece daima bir şeyler yapmaya muktedirdir. Bunu anlamış oluruz.

Katilin kim olduğunu herkes merak eder ve bu sırada tüm şüpheli gözler sokaklarda küçük çocuklar ile konuşan adamlara döner. Artık Berlin sokakları tekinsizdir, kimse kimseye güvenmemektedir. En basit bir hatada ya da harekette dahi birbirlerini suçlamaya hazırdırlar. Sosyolojik açıdan incelendiğinde toplumların kızgınlıklarını nasıl ortaya çıkardıklarını, cinnetin bir topluma gelmesinin nasıl basit olabileceğini ve halkın kısa sürede örgütlenerek sorunu ortadan yok etmek adına elinden geleceğini görüyoruz. Bu kolektif yaşama içgüdüsü sayesinde toplum, bir arada kalabilir ve kendilerini dış etkenlerden koruyabilirler. Küçük kızların ölümü ve ailelerin ocaklarına düşen ateşlerin saflığı kocaman bir toplumu harekete geçirmeye yeter. O noktada hiç kimse “O benim çocuğum değildi.” diye düşünmez.

Aynı zamanda toplumlar kendi yargılarını kurmaya da hazırdırlar. Katili yargılamak için toplanan ve suçlulardan oluşan halk devletin işini iyi yapamadığının bir sembolü olması yanı sıra insanın kendi kurallarını kendisi koymasına da bir örnektir. Kendini yöneten insanları seçen, gerektiğinde bu insanlara karşı da ayaklanan halk, zamanı ve yeri geldiğinde kendi mahkemesini oluşturmaya ve karar vermeye de hazırdır. Peki, bu karar mercii ne kadar doğrudur? Elbette ki tartışmaya açık bir konudur ancak kızgın bir kalabalığı durdurmak ve bu yargılamayı sona erdirmek neredeyse imkânsız olacaktır.

Tüm bunların yanında bir de Fritz Lang’in özellikle üzerinde durduğu ve Peter Lorre’u şöhrete kavuşturan son sahne vardır ki tüm filmi anlamlı ve kemiklere işleyen bir film haline getirir. Katilin yaptığı açıklama dünya üzerinde rastlanabilecek en naif psikolojik açıklamadır. Bir katil kendini anlatmaya başlar, nasıl hissettiğini, neden bunu yaptığı ve neye maruz kaldığını. O anda yalnızca katile acımak ile kalmaz onun yerinde olsaydınız nasıl olurdunuz diye düşünmeye başlarsınız. Belki de gerçek bir yönetmenin yapması gereken en önemli şeyi yapmış olur Fritz Bey. Bize kendimizi bir katilin yerine koydurmayı başarmıştır. Artık kendimizi kızgın kalabalığa karşı savunmasız hissederiz.

Son olarak bahsetmek istediğim sahne katilin dilenciler tarafından anlaşıldığı ve peşine düşüldüğü sahnedir ki yüksek oranda spoiler içerdiği için üzerinde durmadan küçük bir bağlantı vererek ve akıllarda soru işareti bırakarak gidiyorum. Gözü dört açık bir devlet mi yoksa kör bir kayıkçı mı gördü cinayeti?

cinayeti kör bir kayıkçı gördü

ben gördüm kulaklarım gördü

vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü

hiç biriniz orada yoktunuz”

Attila İlhan

M – Fritz Lang – Trailer