Etiketler

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,


anne-kafamda-bit-var-tarik-akan

Kafamda Bit Var elime geçtiğinde onu bu kadar çabuk ve çok sevebileceğimi düşünmemiştim. Tarık Akan mı yazmış? Allah allah diye düşündüm önce. Biraz cahilliğimden olsa gerek. Sonra farkına vardım ki pek çok arkadaşım okumuş bu kitabı. İyi de yapmışlar.

Anı olduğu için rahat ve okunabilir bir kalem ile yazılmış. Aslında Tarık Akan’ın yazarlık deneyimi olduğunu düşünürsek sade ve akıcı olması onun en doğal hakkı. Bir de başından geçen zorlukları insanlara zor bir dille mi anlatsın?

Koca bir toplumun apolitik olmasına neden olan o önemli zamanlara gidiyoruz. 80’lerden sonra doğan her çocuğun siyasetten uzak tutulduğu, canları yanan anne babaların gözleri gibi baktıkları evlatlarını korumak için ellerinden geleni yaptığı. Sıkı yönetim zamanında, evden dışarı çıkma yasağı da varken Tarık Akan Almanya’da verdiği bir demeç yüzünden tutuklanır. Demeç Tercüman gazetesi tarafından çarpıtılarak yazıldığı için Almanya’dan döner dönmez havaalanında tutuklanır Tarık Akan. Elindeki bavulu Müjdat Gezen’e verir ve abisinin evini boşaltmasını istediğini söyler. Tutuklana Tarık Akan önce Türk polisinin egosu ile karşılaşacak ardından da bit  ve pire içerisinde uzunca bir süre geçirecektir.

Tarık Akan’ın bu süreçte başından geçen olaylar gerçeklerin küçük bir yansımasıdır. 80’ler döneminde gerçekleşen baskı ve baskın rejim nedeni ile sağ ve sol çatışması alev alev yanarken cezaevlerinde ve ıslahevlerinde işkence en çok başvurulan tekniklerden bir tanesidir. Kişiden kişiye değişmekle birlikte o anda akıllarına hangi işkence yöntemi gelirse onu uygulayan polis, copla ayak altına vurma, cinsel organdan elektrik verme, kırılan kemikler ile oynama ve tabii ki dayak voltranı ile kendi çaplarında ifade almışlardır. Bu dönemde yaşanan her olay akıllara durgunluk verecek seviyede korkunçtur aslında.

Kitabı okurken de hızlıca akıp gitmesinin en büyük nedenlerinden bir tanesidir bu. Bildiğiniz, aşina olduğunuz bir durum ile karşılaşıyorsunuz. Hazmetmesi güç olsa da yeni olmadığı için anlaşılabilir. Bir düşünsenize, en çok sevdiğiniz insanlar, ailenizdeki kişiler bir dönem geceleri dışarı çıkamadı, çıktıkları için dövüldü, bir görüşü savundukları için dövüldü ve hatta sırf bazı kesimler istiyor diye yalan ifade verdirilip o ifade verdirilene kadar eşek sudan gelinceye kadar dayak yedi.

Ne kadar acı ve ne kadar gerçek. Ne kadar Türkiye. Tarık Akan’ın cezaevinde karşılaştığı insanlar ise tam anlamı ile Memleketimden İnsan Manzaraları. Sağcı, solcu, doktor, kimyager, öğrenci, katil zanlısı, düşünce suçlusu ve niceleri. Haklı ya da haksız orada bulunarak bir rejimin kurbanları olanlar. Aslında fikirlerin ve örgütlerin kurbanları olanlar. Abdullah Çatlı’ya silahı veren adamın küçük kardeşi örneğin. Hangi şartlarda yetiştiriliyor da birisini öldürmek, sonunda ölümün olduğu bir eylem için kıvanç duyabiliyor? Ya da nasıl bir polis sırf hemşehrisi olduğunu öğrendiği tutukluya daha iyi davranabiliyor ve diğerlerine kan kusturuyor.

Burası Türkiye.

Burada eğer öğrenciyseniz polisler coplarını hazırlamıştır sizi kovalamak için. Okulunuzun içindedirler. Protesto ettiğinizde aniden müdahale ederler. Sivil polisle kaynıyordur okulun bahçesi.

Burası Türkiye.

Burada sırf bir takımı desteklediğiniz ve taraftarı olduğunuz için de dövülebilirsiniz polis tarafından. Hem de yine gaz bombaları ve tazyikli sularla. Kaçmaya çalışırken kayıp da olabilirsiniz.

Burası Türkiye.

Öğretmen, öğrenci, işçi ya da her neyse olarak aradığınız her hakkın kaba kuvvet ile geri döndüğü yerdir. Taksim Meydanı’dır 1 Mayıs’ta.

Burası Türkiye.

Çok sevdiğin ama kıskandığın için bir kadını da öldürebilirsin, öldürte de bilirsin. Öldürmek problem değil, önemli olan erilliğindir.

Burası Türkiye.

Yıllar önce öldürülen gazetecilerin davaları “delil yetersizliği”nden bırakılır, ancak delil yetersizliği ile salıverilmiş bilim insanları hapse atılabilir.

Burası Türkiye.

Daha saymamı ister misiniz? Ben saymaktan yorulsam da burası gerçekten Türkiye ve burada her facia sıradan… Çok sıradan.