Etiketler
affogato, americano, barista eğitimi, cappucino, con panna, espresso, filtre kahve, jacobs, kafein, kahve dünyası, kahve nasıl içilir, kahve türleri, kahve yapılışı, kefi, kiva han, latte, lungo, my life in ruins, nescafe, starbucks, türk kahvesi, yunanistan
Şimdi size hayatımın büyük büyük büyük bölümünü kaplayan yegane bir içecekten bahsedeceğim. Görselden ve başlıktan da anlaşılacağı üzere bu içecek: kahve!
Peki nereden geliyor bu değirmenin ve dolayısı ile bu kahvenin suyu? Peki bu kahve nereden geliyor? Kahve kültürü nerede başlıyor, nerede bitiyor? Bildiğim ve bilmediklerimi bu yazı ile öğrenmek amacı ile yola çıkıyorum.
Kendimi bildim bile bizim evde kahve ve çay başa baş rekabet eder. Yemeklerden hemen sonra içilen Türk Kahvesi yerini bakkaldan alınan Hanımeller eşliğinde çaya bırakır. Yine de bir bakarız ki ikisi için de alışveriş yapma zamanları hep aynı aralıklarla gerçekleşir. Bu içkiye bağlılığımızın nedeni ise annemin Yunanistan, babamın Bulgaristan göçmeni olması. İstanbul’da buluşan bu aşık ile maşuk kanımda dolanan ve bir türlü engelleyemediğim içki tutkusunu da bulaştırmışlardır.
Bir anneanne, dayı ve teyze biliyorum ki sabah uyandıkları gibi Türk Kahvesi, kahvaltıdan sonra Türk Kahvesi ve akşam yemeğinden sonra yine Türk Kahvesi içen. Bu insanlar benim akrabalarım, bu insanlar bana kahveyi damarlarında ve DNA’larında taşıyan insanlar. Yunanistan’da işiniz ne kadar acele olursa olsun mutlaka kahveye ayırılacak vakit vardır çünkü onların “kefi” kelimesi ki kendisi kahveye de tekabül etmektedir, keyif anlamına gelir. Kahve, keyif verendir. Bu yüzden hiçbir Yunanlı keyfe sırtını dönmez. Bunu en tatlı halleri ile görebileceğiniz bir filmi sizlere daha önce anlatmıştım. My Life In Ruins. Kahve, keyif ve hayatı anlamak üzerinedir. Sizi dinç tutar, algınızı açar. Mutlu eder.
Bir babaanne, hala ve amca biliyorum ki sabah uyandıklarında çay, kahvaltıdan sonra kahve ve yine akşam yemeğinden sonra Türk Kahvesi içerek günlerini güzelleştirirler. Bu insanlar da benim akrabalarım. Bu insanlar da gün içinde aldıkları kafein ve tein seviyesi ile mutlu olan, günlerinizi güzel geçiren. Şimdi hal böyleyken benim kahveye sırt dönmem, düşünülemez. -di.
5 sene öncesine kadar yine de sırtım dönüktü kahveye. Çayı çok severek tüketiyorum fakat iş kahveye gelince bir hoşnutsuzluk söz konusu oluyor. Ağzımı yapış yapış hissediyorum, tadını sevmiyorum işte arkadaş. Derken kilo verme bahanesi ile şekeri iki içecekten de kestim. Kolayı da çok sevmeyen bir insan olarak şekersiz içecekler kategorisinin en mutlu üyesi olmaya da o an başladım. Kahve artık kahve olmuştu. Tadı güzel, kokusu güzel. Hiçbir şey ekşi ya da yapış yapış değil. Aynı zamanda sert tadı ile daha da keyif verici. İşte o anda anladım ki ben bu kahve denen boku, afedersiniz mereti bırakamayacağım. Zaten bırakmak kim ister ki?
Gel zaman git zaman madem dedim bu kahveyi bu kadar çok seviyorum, neden araştırmıyorum? Neden bir şeyler yapmıyorum. Hemen baktım internette nasıl yerlerden edinebilirim kahveyi diye. Dolanırken kahve yapan adamların bir adı olduğunu öğrendim. Barista. Evet, hani o Starbucks’ta çalışan ve kahveyi bize sunan insanlar var ya. Onlara barista deniyor. Baristalar kahvenin yapımı ve sunumundan mesul insanlar. Doğru kıvamı ve doğru bileşeni yapmak, güzel bir şekilde sunmak ile yükümlüler. Hani o kahvelerin üzerindeki kuğular, kalpler var ya; işte onları da bu adamlar yapıyor. Kahve süsleme sanatının abileri bu baristalar.
Kiva Han diye bir site buldum, olaylar olaylar. Her türlü kahveyi satıyor, üzerine bir de kahve makineleri, yardımcı malzemeleri sunuyor. Yetmiyor bir de barista eğitimi veriyor. Durmadım, dosdoğru bu eğitim için mail attım Kiva Han’a. Sanıyorum yöneticisi ile mailleştim fakat kendisinin ders saatlerini iş yoğunluğu ile farklı aralıklarla belirlediğini ve kurs yerinin Kadıköy’de olduğunu öğrenince benim için en büyük hayal kırıklığı başladı. Gaziosmanpaşa’da oturan bir hatunum ben, nasıl gidip geleceğim cart curt oralara. Ayrıca küçüğüm de. Dedim o zaman kendi öğrenmene kuvvet sevgili Öznur.
Ve başladım kahvelerin isimlerini ve içeriklerini yazmaya. Kahve sözlüğünü de o zaman oluşturdum. Temel olarak aşağıdaki yazıyı baz aldım. Daha sonra her kahve içmeye bir yere gittiğimde farklı bir kahveyi deneyerek tatlarına ve formlarına aşina oldum.
“Affogato: Genellikle dondurma olan bir tatlının üzerine espresso dökülerek elde edilir. Bu sebeple, bir kahve yerine yiyecek saymak daha doğru olur.
Americano: Espresso’ya sıcak su eklenmiş kahve.
Café au lait: Latte’nin Fransız versiyonu diyebiliriz.
Cafe Con Lecha: Fransız café au lait’e ya da İtalyan caffè e latte’ye benzetilebilecek sütlü kahvedir. Genellikle kahve süt oranı bire bire olur.
Cappuccino: Sıcak süt ve süt köpüğünden yapılır; ancak sütün ısıtılması ve dokusu itibarıyla Latte’den farklıdır.
Con Panna: Bir ya da iki fincan espressonun üstüne çırpılmış krema konarak servis edilmesidir.
Corretto: Espresso ile likörden oluşan kahvedir. Likör olarak genellikle grappa, bazense sambuca veya brandy kullanılır.
Espresso: İnce çekilmiş kahve çekirdeklerinin ağırlık yerine basınç kullanılarak demlenmesi ile hazırlanan İtalyan kahvesi. Cappuccino, Americano gibi pek çok kahve espresso kahvesi kullanılarak hazırlanır ve bunlara kısaca espressolu içecekler denir.
Filtre kahve: Orta kalınlıkta çekilmiş kahve çekirdeklerinin kahve makinasında demlenmesi ile edilen kahveye verilen addır. Kuzey Amerika’da en yoğun tüketilen kahve türüdür.
French Press: Kalın çekilmiş kahve çekirdeklerinin kendine has bardaklarda demlenmesi ile edilen kahvdir.
Granita de Cafe: Buzla hazırlanan bir soğuk espresso kahvesidir.
İrlanda Kahvesi (Irish coffee): İrlanda dilinde Caife Gaelach denilen bu içecek bir kokteyl olup, sıcak kahve, İrlanda viskisi ve şekerden yapılır. Üstüne ise krema konur.
İngiliz kahvesi: Irish coffee’ye benzetilebilir, viski yerine cin konur.
Kül Kahvesi: Mangalda kül ateşi üzerinde pişirilen klasik Türk kahvesidir.
Latte: Espresso kahvenin ve sütün bir araya geldiği bir lezzettir. Latte fincanların üstünü süslemek ise “latte art” olarak adlandırılır. Latte benzeri kahveler aslında pek çok Avrupa ülkesinde değişik adlarla yaygındır. Fransa’da café au lait, İspanya’da café con leche, Polonya’da kawa biała, Almanya’da milchkaffee, Avusturya’da grosser brauner, Hollanda’da koffie verkeerd, Portekiz’de ise café com leite olarak bilinir.
Lungo: Normal espresso’nun yaklaşık iki kat fazla suyla hazırlanmasıdır. Böylelikle daha az sert ama daha acı bir kahve elde edilir.
Macchiatto: Espresso’nun üzerinde çok az süt köpüğü eklenerek elde edilir.
Mırra: Türk kahvesi formatında hazırlanan kahveye kakule eklenmesidir. Oldukça sert bir kahvedir.
Mocha: Bir tür Latte’dir; ancak süte ilave olarak sıcak çikolata da vardır.
Ristretto: Corto olarak da adlandırılabilen Ristretto, normal bir fincan espressonun yaklaşık yarısı hacmindeki koyu espresso kahvedir.
Rus kahvesi: Irish coffee gibidir, viski yerine votka eklenir.
Süvari kahvesi: Genellikle şekersiz olarak hazırlanan ve fincan yerine çay bardağından servis edilen Türk kahvesi.
Türk Kahvesi: Çok ince çekilmiş (espresso’dan daha ince) kahve çekirdeklerinin cezve içerisinde kaynamaya yakın bir derecede ısıtılması ile edilen köpüklü ve sert kahve türü.
Viyana kahvesi: Koyu espresso kahvesi ile krema bileşimidir.”
Bir süre sonra sanıyorum benim için fazlaca güzel bir olay gerçekleşti ve kahve tadımı ile kahvenin markasını bulmaya başladım. Tabii bu bildiğimiz Nescafe, Jacobs ve diğer hazır kahveler için geçerli bir durum. Gaz üzerine gaz bir hal aldı kahve bende. Sevmeyen arkadaşlarıma kahveyi sevdirir, onları zorla kahvecilere götürüp oturtur, çikolata ve şeker ile kandırır hale geldim.
Tabii günde içilen kahve sayısı da gittikçe yükselmeye başladı. Ta ki aç karına fazla kahve ve çay tüketmekten dolayı midem acımaya başlayıncaya kadar. Bu yüzden günde içtiğim kahveyi ikiye düşürmek zorunda kaldım. Tabii porsiyonları düşürdüğümü söyleyemem. 🙂
Kahve konusunda her şeyin beni mutlu ettiğini bu yüzden açık yüreklilik ile söyleyebillirim. Arkadaş ile içilen bir kahve, sevgili ile içilen kahve, aile ile içilen kahve. Hayatı bir sıvı üzerinden yönlendirme isteği çok yersiz ve saçma gelse de bazılarına, kahveyi yere göğe sığdıramayıp popülerleştirmeye çalışsalar ve kahvenin özel yapısını anlamadan harala gürele “aaa ben kahveciyim yeaa” triplerine girseler de kahve hep orada, sevdikleriniz ya da kendi başınıza gününüzü mutlu kılmaya yetecek şekilde duruyor. Bir başka yazıda evde kahve yapmanın inceliklerinden ve İstanbul’daki en iyi kahvecileri anlatacağım. Şimdilik bu kadar yeter. 🙂