Etiketler

, , ,


Bir kitap okursunuz, elinizi ayağınızı nereye koyacağınızı bilemezsiniz. Bir kitap okursunuz, en kısa sürede bitirmek ve sonuna ulaşmak istersiniz fakat hiç bitmesin diye uğraşırsınız. Bir kitap okursunuz, gözleriniz dolar ve ağlamamak için kendinizi zor tutarsınız. Bir kitap okursunuz, bir yandan başrol kahramanı ölmesin istersiniz fakat bir yandan çoktan batmışsınızdır hikayeye ve ölmesi gerektiğini düşünürsünüz.

Ufak kitapların büyük etkileri adı altında yayınlamaya karar verdiğimiz bu kitap, ki kendisi Dokuzun Hariciye Koğuşu olur, iliklerimize kadar titretmiştir bizi. Biz dediğim ben işte yahu. Peyami Safa’dan sadece Fatih – Harbiye’yi okumuş birisi olarak ikinci durağımın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu olmaması imkansızdı. Biraz rötarlı bir buluşma olsa da bizimki iyi ki geç olmuş da güç olmamış. Daha önce okusaydım belki de bu kadar çok empati kuramaz, kendi bacağım kesilecekmiş gibi hissedemezdim. Evet, sağlam spoiler mı acaba yediniz? Belli değil, okuyun görün spoiler olup olmadığını.

Küçücük bir çocuk, henüz 15 yaşında fakat yaşıtlarının çok ilerisinde. Hikayesini anlatıyor. Bir hastalık söz konusu ve bir aşk. Karşılıksız olsa belki de çok daha iyi olabilecek bir aşk. Hastalığın, fikirlerin ve olayların insan üzerindeki etkisini küçücük bir çocukta görme şansı yakalıyoruz. Eğer buna şans denirse.

15 yaşınızdaki halinize dönün şimdi bir. Ben de sanıyorum ki bu küçük çocuk kadar bilmiştim. Fransızca bilmiyordum belki de ama kendi kendine okula gidip gelmeye çalışan, tüm gün sırf okulun tuvaletleri pis diye tuvalete gitmeyen ve bu yüzden hasta olan. Aferin bana, hiç alakasız iki hastalığı birbirine karıştırdım yine de yakınlar gibi geldi canım, üzerime gelmeyin.

Büyüme dönemini rahat atlatamayanların hikayesi Dokuzuncu Hariciye Koğuşu. Hasta olmadıysanız bile yaşamak size de ağır geldiyse ve yine de ondan vazgeçemediyseniz, kendinizi daha iyi hissedeceğinize söz verdiyseniz ve aslında çok daha kötüye gittiyseniz sizin de yeriniz hazır dokuzuncu koğuşta. Aşık olduysanız ve küçük olduğunuz halde aşkın size büyük gelmediğini hissettiyseniz, sevdiğiniz kişinin yanınızda olmasını çok istediyseniz fakat onunla olduğunuzda kendinizi ona nasıl göstereceğinizi bir türlü bilemediyseniz Erenköy’deki yalıya sizleri de bekleriz.

Hastalıkların ve ölümlerin yaşlılarda vuku bulmasını kanıksıyor ve hatta umursamıyoruz bir süre sonra belki ama bu genç hastalıklar ve ölümler… Minicik bebeklerin kanser, gencecik delikanlıların trafik kazalarında, genç kızların iş kazalarında hayatlarında oluşu. Yüreği burkmak ile kalmıyor, acıyı tam da oranızda hissetmenize neden oluyor. Tam bacağınıza örneğin.

Tabii ki mesele sadece hikayenin dokunaklı ve gerçekçi oluşu değil. Bana kalırsa Peyami Safa’nın soyutluktan uzak, sade ve akıcı bir şekilde kullandığı dili. Tane tane seçiyor kelimeleri ve anlatacaklarını o yüzden sizi bu kadar çok etkileyen bir kitabın yüzlerce sayfa olmasına gerek kalmıyor. 110 sayfada her şey anlatılmış, tüm yaşanılanlar yaşanmış ve ihtimaller sonlanmış oluyor.

Uzun zamandır böylesine keyifli okuduğum bir kitap olmamıştı. Tamam, gerçekten kafamı gömmek istediğim çok fazla kitap okudum son 3 aydır fakat sanıyorum ki Dokuzuncu Hariciye Koğuşu küçücük bir ateş olsa da tam ortaya düştü kalbimde.

Teşekkürler Safa usta.

“Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşırıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz  duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan… Zavallı mürahik… Dünyanın hiçbir Nüzhet’i yalan söylememelidir.”

“Ben minderin üstünde arka üstü yatıyorum; etrafımın telaşını seyrederken kendimi unutuyorum. Hatta bazı kendimi hepsinden fazla sakin buluyorum, fakat bu kalabalıklar dağılıp da felaketimle baş başa kalınca; dehşet. Vücudumun büyük bir parçasını kaybetmek hayaline bir saniye katlanamıyorum, içime baygınlıklar geliyor, ellerimle hasta bacağı tutuyorum ve onun ölümünü kendi ölümümden daha dehşetli buluyorum.”

“Istırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kaldığı için, yeni bir sevinç başlıyor: Istırabın ilacı ıstıraptır. İkinci hasıl-ı zarbı: sevinç.”

Reklam