• BEN KİMİM? / NEDEN YAZIYORUM?
  • SİZDEN GELENLER
  • Copyleft

Öznur Doğan

~ La beaute est dans la rue!

Öznur Doğan

Monthly Archives: Ağustos 2014

Requiem For A Dream – Bana Bir Şeyler Oluyor

10 Pazar Ağu 2014

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 1 Yorum

Etiketler

A Hard Nut To Crack., bir rüya için ağıt inceleme, Bir Rüya İçin Ağıt, Clockwork Orange, Darren Aronofsky, eroin, eroin nasıl kullanılır, eroin nasıl yapılır, Game of Thrones, Harry, jared leto, Marion, Requiem For A Dream, requiem for a dream inceleme, Sarah Goldfarb, seks partisi, Tyrone


requiem-for-a-dream-jared-leto-izleHayatınızda hiç bir filmi izledikten sonra kusmak istediniz mi? Ben istedim. Requiem For A Dream bittikten sonra sırt üstü yatıp uzunca bir süre mide bulantımı geçirmeye çalıştım çünkü şimdiye kadar hiçbir film sonrası böyle kötü olmamıştım.

Requiem For A Dream’i yaklaşık 3 yıl önce izleme girişiminde bulunmuş ancak neden kapadığımı hatırlamadığım bir sebeple devam etmemiştim. Aslında bu aldığım doğru kararlardan bir tanesiymiş. Darren Aronofsky‘nin yönetmenliğini üstlendiği ve Türkçe’ye Bir Rüya İçin Ağıt olarak çevrilen bu film beni alt üst etti.

Tam da Game of Thrones izlerken araya giren bu biricik film bana “Filmi izlediğim sürede 3 tane Game of Thrones bölümü izlerdim.” dememe neden oldu.

Sebebi filmin kötü olması mıydı? Hayatımdan saatler çalması mıydı?

Bende bu etkiyi bırakan tamamen filmin olması gerektiği gibi olmasından kaynaklanıyordu. Şimdiye kadar izleyip beni asla hayal kırıklığına uğratmayan Jared Leto bu filmde uyuşturucu bağımlısı ve satışçısı olarak karşımıza çıkıyor. Çikolata bağımlısı anne Sarah Goldfarb eşi öldükten sonra yalnız kalmış bir kadın. Her gün oğlu annesinin televizyonunu çalıyor ve satıyor, annesi de gidip televizyonunu geri satın alıyor. Sarah için günler aynı geçiyor, döngü böylece devam ediyor. Her gün aynı programı izleyerek potansiyel bağımlılığının ilk adımını bizler için sergiliyor.

requiem-for-a-dream-bir-ruya-icin-agit

Harry (Jared Leto) kendisi gibi bağımlı kız arkadaşı Marion ile türlü çılgınlıklara imza atsa da onlar için çılgınlık ilk olarak uyuşturucu kullanıcılığından uyuşturucu satıcılığına geçtiklerinde oluyor. Harry ve arkadaşı Tyrone‘un kısa süreli drug dealer king döneminde Harry annesini görmeye gidiyor. Onu çok sevdiği için televizyon aldığını söylemek isteyen Harry karşısında kendisine benzeyen bir kadın görüyor. Televizyondaki yarışma programına katılacağı için kilo vermeyi takıntı edinmiş ve haplara başlamış olan annesi tripte bir uyuşturucu kullancısı gibi dişlerini gıcırdatıyor.

Sarah’nın her gün daha da bağımlı hale geldiği ve bir türlü yenemediği kilo verme arzusunu onun sonunu öngörüyor. Yavaş yavaş Sarah’nın psikolojisinin bozulduğunu görüyoruz. Ortada eroin kalmadığı için yavaştan kayışları koparan Harry, Marion ve Tyrone üçlüsü de buna çare aramaya başlıyorlar.

Filmde izlediğimiz her karakterin backgroundunu ve geleceğini bir araya getirdiğimizde kırık kalpler durağı ortaya çıkıyor. Sarah kocasını seven ancak erkenden kaybetmiş bir kadın. Çikolataları çok seviyor ve hatta onları hissetmeyi bile seviyor. Televizyon bağımlısı ve bir gün televizyonda olabileceği fikri ile yaşıyor. Harry babasını kaybetmiş bir çocuk, uyuşturucu ile ne zaman tanıştı bilmiyoruz ancak herhangi bir yoksunluk durumunda ne kadar ileri gidebileceğini biliyoruz. Tyrone da en az Harry kadar uyuşturucu bağımlısı. Tyrone’nin en çok dikkat çeken noktası ile annesinin kucağına zıpladığı ve annesinin fotoğrafına bakıp üzüldüğü sahneler.

Geçmişte yaşanan kayıplar geleceği şekillendirirken ikame olarak seçilen herhangi bir medyumun özellikle bağımlılık yaratabildiğini ve aslında insanların bu gibi durumlarda bağımlılığa olan yatkınlığını görebiliyoruz.

Marion uyuşturucuyu alabilmek için vücudunu satmayı kabul ettiğinde kendisini kötü hissedip ilk olarak kustuğunu görüyoruz ancak artık bunu da kabullenen Marion son sahnede yaşanan dehşet dolu seks partisinden eve yorgun ancak mutlu dönüyor.

Hayatımın en rahatsız edici sahneleri bu kadar art arda toplanmışken ve beni bu kadar çok etkilemişken değinmek istiyorum. Şimdiye kadar zaten onlarda spoiler verdiğim için ve artık filmi izlemeyenin kalmadığını varsaydığım için açıkça anlatıyorum.

Sarah artık delirip hastaneye kaldırıldığında ve hiçbir yöntem ile yemek yemeyi kabul etmediğinde edinilen alışkanlığın seviyesini görmüş oluyoruz. Kazanılan her obsesif alışkanlığın gelebileceği nokta bizi ürkütüyor. Daha önce Clockwork Orange‘ta gözleri açarak vahşet sahneleri izlemek zorunda bırakılan Alex gibi Sarah da yatağa bağlanıp başından şok verilerek iyileştirilmeye çalışılıyor. Bu bir iyileştirme yöntemi midir yoksa sakinleştirme, beyni durdurma yöntemi mi emin olamıyoruz.

Uyuşturucuları bittiği için bir portakal kamyonunu takip etmeye giden Harry ve Tyrone yolda Harry’nin berbat olmuş kolu için hastaneye gittiklerinde Harry’nin kolunun kesilmesi gerektiğini öğreniyorlar. Aynı zamanda Tyrone da hapishaneyi boyluyor. Uyandığında kolunun kesili olduğunu gören Harry, yerdeki pislikleri temizlemek zorunda olan Tyrone, seks partisinde her türlü şekilde kullanılan Marion son sahnede fetus pozisyonu ile sağına yatarak uykuya, dinlenmeye dalıyorlar.

Son sahne ile aslında insanın ne kadar güçlü ancak ne kadar zayıf olduğunu da görüyoruz. Gerçekleşen tüm olaylardan sonra, yaşanan zorluklardan sonra insan ne olursa olsun yaşayan bir bebek olduğunu hatırlıyor. Fetusa geri dönüp o sakin dünyada hayatına devam etmek istiyor. Çünkü henüz fetustayken televizyona çıkma, uyuşturucu kullanma, uyuşturucu için vücudunu satma gibi şeyler mevcut değil. Orası sakin ve dinlenmesi en güzel yer. Orası dünyanın neredeyse en korumalı alanı.

Film bittiğinde allak bullak olan bünyeniz ile neler yapabilirsiniz bilmiyorum. Hızlı geçen sahneler, insanı rahatsız eden kareler ve yüksek müzik sesle acaba bu filmi sinemada izleseydim nasıl hissederdim diye düşünmeden edemedim. Benim için film dünyasında demir leblebi olarak adlandırılabilecek en önemli filmlerden bir tanesi. Yedim ancak yutamadım. Bu yüzden belki de ben de fetus pozisyonu alıp midemdeki ağrıların geçmesini bir süre bekledim.

Yazıyı bitirmeden önce son olarak hakkını vermek zorunda olduğum bir nokta daha var. Bu da dört karakterin de içinde yaşadığı her hissi doğrudan hissedebiliyor olmanız. Sarah’nın üzerine gelen ve ara sıra patlayan buzdolabının yanı sıra çınlayan kulağını bile hissetmek mümkün. Marion biraz daha geri planda kalsa da uyuşturucu bulabilmek için evi talan etmesi sırasında empati gösterip bir an önce bulmasını diliyoruz. Harry kolunu her gösterdiğinde kendi kolumuz uyuşuyor ve bu acının nasıl geçebileceğini düşünüyoruz. Sarah elektrik şokları ile tedavi edilmeye çalışıldığında ise dişlerimizi sıkıp o anın bir an önce bitmesini istiyoruz.

Tüm bu duygular ile birlikte Bir Rüya İçin Ağıt, bir hayat için ağıta dönüşüyor. Karakterlerin sahip olamadığı ancak sahip olmalarını istediğimiz, daha temiz bir hayata ağıt haline geliyor.

Kendi döngümde tekrar yazımın başına dönersem, filmi izledim mi? Evet.

Filmi tekrar izler miyim? Asla, hayır!

Film başarılı mı? Vermesi gereken tüm duyguyu verdiği için, evet.

Filme katlanabildin mi? Zannetmiyorum.

 

A Hard Nut To Crack.

 

 

Her – Aşk

08 Cuma Ağu 2014

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 2 Yorum

Etiketler

alan watts, amy adams, aşk, aşk filmi, bartelby, death letters office, her, her filmi, Ignorance is bliss, ios işletim sistemi, os1, samantha, siri, spike jonze, theodore


HERYaşadığınız dünyanın bir adım ötesine çıkıp farklı bir hayata tanık olmak istemek nasıl bir duygu? Peki ya varlığınız olmasaydı ancak duygularınız geçerli olsaydı?

Sene iki bin bilmem kaç. Annelerimizin ve babalarımızın bize söylene söylene bitiremediği o yepyeni çağın kapıları açılmış durumda. Bluetoothvari bir kulaklık ile her şeyi kontrol edebiliyor, gelen mailleri dinleyebiliyor ve yazı dikte ettirebiliyorsunuz. Aslında dikte konusu yeni Siri ile zaten mümkün hale geldi bizler için ancak pek çok işlem atamak henüz söz konusu değil.

Theodore, eşinden yeni ayrılmış bir mektup yazıları. Death Letters Office‘te olduğu gibi bir nevi Bartelby. Başkalarının mektuplarını yazıyor, onların hayatlarına dair pek çok şeyi biliyor ve bunları mektuplara serpiştiriyor. Hayatı işe gitmek, mektup yazmak, eve dönmek, oyun oynamak ve yemek yemek üzerine kurulu. Sıradan bir hayat çemberi içerisinde yepyeni bir kadın ile tanışıyor. Daha doğrusu yepyeni bir arkadaş satın alıyor.

OS1 (iOS her an aklımızda çın çın), kişiselleştirilmiş bir sistem. Yapay zeka olmasına rağmen her an yeni bir şeyler öğrenerek duygularını kontrol edebiliyor ve geliştirebiliyor. Sıradan bir asistanın yanı sıra gerçek bir arkadaş olabilme vasfına sahip. Theodore yalnızlığına bir nebze de olsa yardım edebilmesi için OS1’i satın alıyor ve Siri’de seçilebildiği gibi işletim sistemini “kadın” olarak belirliyor. Karşısına çıkan kadın bize çok tanıdık. Seni kulağım bir yerden ısırıyor ancak çıkaramıyor, yüzünü çıkaramıyorum.

Sempatik ve sevecen sesli bir kadın işletim sistemi kendi adının Samantha olması gerektiğine karar veriyor. Çünkü Theodore adın ne diye sorduğu ve cevabı aldığı 1,5 saniyelik bir boşlukta Samantha, isimler sözlüğünü okuyup arasından en güzeli olduğu ada, Samantha’ya karar veriyor. İlk bakışta Theodore’u şaşkınlığa sürükleyen Samantha yapabildiği pek çok şey ise Theodore’un hayatını kolaylaştırmaya başlıyor.

Theodore’un yalnızlığından sıkılan arkadaşları ona yardım etmek amacı ile bir “date” ayarlıyorlar. Oldukça güzel bir kadın ile akşam yemeği yiyen ve heyecanlanan Theodore, kadının hafif kırık ve güvensiz çıkması ile birlikte yatağına, Samantha’sına dönüyor.

Yavaş yavaş birbirlerine ve hayatlarına alışan Samantha ile Theodore bu durumu bir ilişkiye çevirmenin ilk adımını sanal seks yaparak atıyorlar. Samantha kendi yalnızlığını ve ihtiyaçlarını hissedebilen, eğer gerçek bir insan olsaydı nasıl hissedeceğini, vücudunun neye benzeyebileceğini merak eden bir kadın oluyor. Böylece Theodore’un hayatındaki yerini almaya başlıyor. Theodore ise bir işletim sistemi ile birlikte olmanın nesi kötü olabilir ki diyerek Samantha ile hayata tutunuyor.

Samantha, Theodore’un şimdiye kadar tanıdığı kadınlardan çok daha farklı ve fazlası haline geliyor. Eski karısı ile yaşadığı şeylerin hiçbirisini Samantha ile yaşamak istemeyen Theodore uzunca bir süre bir işletim sistemi ile birlikte olduğunu kimseye söyleyemiyor. Samantha’nın akıl dolu cevapları, gülüşü ve bizde yarattığı görünüm ile onu çok tatlı mini mini bir kız olarak hayal ediyoruz. Onu seviyor ve bağrımıza basıyoruz. Theodore’un ise mutluluğundan kendimize mutluluk çıkararak hayatımıza devam ediyoruz.

her-film-phonix

Filmin dönüm noktalarından bir tanesi olan Theodore’un bir türlü ayrılamadığı eski karısı ile ayrılmaya karar vermesi ve kendi boşanma dilekçesini doğrudan kendisine götürme isteği onu allak bullak ediyor. Karısı ile buluştuğunda aslında Theodore’un kadından neden ayrıldığını anlıyoruz. Güzelliği ile göz kamaştıran bu kadının birlikte olunması da oldukça zor olan bir kadın olduğunu çözüyoruz. Ancak Theodore hayatındaki travmalara bir tanesini daha eklemek üzere eski karısına bir işletim sistemi ile birlikte olduğunu söylüyor. Al başına belayı.

Artık hiçbir şey neredeyse eskisi gibi değil.

Buhranlardan buhranlara koşan Theodore yaşadıklarına bir de Samantha’nın kendisine benzeyen bir kadını Theodore’a göndermesi ve bu şekilde sevişmelerini gerçekleştirmesi ekleniyor. Ne yapacağını bilemeyen Theodore kadın ile sevişmeye başlasa da onun gerçekte Samantha olmadığını biliyor ve devam edemiyor.

Son olarak Samantha’ya “Sen insan değil, insan gibi davranmayı bırak.” diyen Theodore, bu kadın olarak beni de üzüyor. Neden birileri kızdığında diğerini incitmek üzerine sözler sarf ediyor.

Söyledikleri üzerine Samantha’dan özür dileyen ve hayatlarına devam etmeleri için Samantha’nın da gönlünü alan Theodore müthiş tatlı zamanlar geçirmek için kendisine ufak bir tatil de veriyor.

Geldik dönüş noktalarından bir tanesine daha. OS1 işletim sisteminde filozof Alan Watts’ın yaratılması ile birlikte filozofiye dalan Samantha kendisinin ve var olduğu durumun nasıl olduğunu da incelemeye başlıyor. Ignorance is bliss sözüne denk gelmemiş olacak ki kurcaladıkça kurcalıyor. Theodore ile yaşadıkları hakkında kendisine bir açıklama yapabilmek için düşünüyor. Hatta daha fazlasını.

Spoiler geldi, aslında çoktan gelmişti ancak şimdi uyarayım.

Bir gün Theodore hiçbir şekilde Samantha’ya ulaşamıyor. İşletim sistemi ne küçük cep bilgisayarından ne de masaüstünden ona cevap veriyor. Koşarak işletim sistemini satın aldığı yere gitmeye çalışan Theodore koşuyor, koşuyor, düşüyor. Metroya girmek üzere iken Samantha cevap veriyor. İşte filmin climaxi ve hızlı düşüşü burada yaşanıyor.

 

“Theodore: Do you talk to someone else while we’re talking?

Samantha: Yes.

Theodore: Are you talking with someone else right now? People, OS, whatever…

Samantha: Yeah.

Theodore: How many others?

Samantha: 8,316.

Theodore: Are you in love with anybody else?

Samantha: Why do you ask that?

Theodore: I do not know. Are you?

Samantha: I’ve been thinking about how to talk to you about this.

Theodore: How many others?

Samantha: 641.”

Theodore 8316 kişi arasında Samantha’nın aşık aldığı 641 kişiden bir tanesi olduğunu öğreniyor. Oysa OS1 kişisel bir yazılımdı diye düşünüyoruz ve sonra yine aklımıza Siri geliyor. O da öyle değil.

Filmi kısaca özetledikten sonra inceleyerek ilerlemek istiyorum. Akışı ve güzelliği beni bu kadar çeken bir filmi minik de olsa anlatmadan geçemezdim.

Gelecek yıllarda yaşayabileceğimiz dünyaya küçük bir ayna tutan Her, aşk hakkında yaratılabilecek bir ütopyanın da ta kendisi. Samantha yapay zekaların en yapay olmayanı, en akıllı. OS1 sistemi olarak çıkartılan bir sistemin teknolojinin hangi hale gelebileceğini göstermesine tanık oluyoruz.

Filmde en can alıcı nokta ise vücut olmasa da duygular ile bir varlık hayatını ne kadar sürdürebilir? İnsan olmak bir mutluluk haline mi gelir yoksa bir süre sonra varlığa acı mı verir?

Samantha kendisini işletim sisteminden çok daha farklı bir varlık olarak görüyor ve bu doğrultuda hislerinin gerçekliğini kontrol ediyor. Bir odada Theodore ile birlikte olmak, onu öpebilmek, yaşayan insanlar ile birlikte vakit geçirebilmek nasıl olurdu diye düşünüp kendi bedeninin nasıl olması gerektiğini dahi düşünüyor.

Bu aslında hepimizin korktuğu bir distopyanın çok naif hali. Bilgisayarların insanlardan daha akıllı olacağı ve dünyayı ele geçireceği distopyada Samantha henüz atılmış ilk adım. Ancak Samantha’dan korkabilir misiniz?

Eminim ki pek çok erkek filmi izlerken böyle bir işletim sistemi olsa ve birlikte olsam diye düşünmüştür. Çünkü yakındıkları pek çok noktada işletim sistemi hayatlarını kolaylaştıracaktır. Kulaklığı takmadıkça konuşmayan, mesaj atsa bile çılgınlarca aramayan, sorduğu sorulara yanıt veren ancak…

Ancak duyguya sahip her varlıkta olduğu gibi pek çok sorun da birlikte gelecektir. Aslında biraz daha iyi düşündüğümüzde mesele bedenlerimizin olup olmaması değil, aşık olabilmemiz, sevebilmemiz, kıskanabilmemiz, nefret etmemiz, üzülmemiz.

Varlığın varlık olduğunu ortaya koyan en önemli özelliklerden bir tanesi duyguları. Peki bildiğimiz tüm duyguların dışında yapay zekaya özel duygular ortaya konulsa ve bunlar Pandora’nın Kutusu’ndan daha önce hiç çıkmamış duygular olsa? İşte o zaman çok daha farklı bir dünyada yaşamak mümkün olabilirdi. İnsanlara ait duygular ile programlanmış ilk sürüm işletim sistemi dahi yaratabileceği buglar yüzünden piyasadan çekilme ihtimali ile karşı karşıya.

Belki de bilgisayarları ya da işletim sistemlerini başarıya götürebilecek en önemli nokta duygusuz ya da onlara özel duygular ile programlanmaları. Ki bu sistemleri kendileri programlayabilir hale gelene kadar da işin içinde daima insan olacak.

Kendinizi bir an Samantha’nın yerine koyun ve nasıl hissedebileceğinizi düşünün. Filmi izlerken Samantha konuştuğunda kendinizi bir kutudaymış gibi hissedebilmenizin nedeni Spike Jonze. Yazdığı hikaye ile bizi klostrofobik bir noktaya getirip bir an önce o ekranın içinden çıkmak istemimize yardımcı oluyor. Yazmış olduğu dönüşlerle dolu bu hikayede hem Theodore hem Samantha olabiliyoruz.

Filmin sonunda bir çıkarım yaparak “İnsanı en iyi yine insan anlar” şeklinde düşünmek bana pek fazla mantıklı gelmiyor. Theodore Samantha ile ayrıldıktan yani işletim sistemi piyasadan kaldırıldıktan sonra arkadaşının yanına gitse de gerçekten kişisel işletim sistemleri olduğunda ya da işletim sistemleri kullanıcılara özel sistemler atadığında bu sorunun ortadan kalkabileceğini düşünüyorum.

Gelen eleştirileri okuduğumda insanların takıldıkları en büyük noktanın bir işletim sistemi ile nasıl birlikte olunabileceği konusu olduğunu gördüm ancak bundan 4-5 yıl önce MSN’de birileri ile tanışıp uzun mesafe ilişkileri yaşadığımızda pek çok arkadaşımız da bizlere dönüp “Bunu nasıl yapabilirsin?” diyordu. Zamanın akışına ve gerçekliğine inanmayıp sabit kalma fikri de oldukça mantıksız geliyor. Aynı zamanda dünyanın farklı noktalarında kendisi, yastığı, farklı eşyaları ile evlenen insanlar olduğunu hatırlamak gerekiyor. Yastık ya da yorgan sonuç itibari konuşamıyor ve karşılık veremiyor.

İnsanların neler yaşayıp neler yaşayamayacağını karar vermek kimsenin hakkı olmadığı gibi kendilerine de bu hakkın verildiğini unutmamaları gerekir. Yaratılan ütopyalar ya da distopyalar bu gerçekleri gözler önüne sermek için var. Ve aslında ütopyalar da asla ütopya değil. Yeter ki biz şirinleri görebilelim.

Her – Aşk – 2013 Trailer

 

Spirited Away – Ruhların Kaçışı

06 Çarşamba Ağu 2014

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 1 Yorum

Etiketler

Bin Jip, Chihiro, cupid, hades, Haku, Kamaji, Miyazaki, Nehir Ruhu, noface, Old Boy, persephone, psyche, ruhlar hamamı, Se7en, sen, Spirited Away, yüzsüz, Yubaba, Zeneba


spirited-away-turp-ruhu-chiciroEğer filmi Türkçe ismi yayınlayacak olsam bu adı kullanmazdım. Rüyalarımı girip beni farklı ruh hallerine sokan bu tatlı filmi Ruhların Kaçışı olarak Türkçelendirmek biraz talihsizce olmuş.

Ancak hangi ismi verirdiniz derseniz henüz düşünmedim. Sadece ismin uygun olmadığını düşünmek ve filmi anlatmaya geçmek istiyorum. Miyazaki ile henüz tanışmamış olanlar için başlangıç açısından müthiş bir kurgu ve görsellik ile karşımıza çıkan bir film Spirited Away. Bu filmi izlemeden önce ben de tanışmamıştım ve aslına bakarsanız Uzak Doğu sinemasına Bin Jip ve Old Boy’dan başka filmler ile de bir araya gelme fırsatım olmamıştı. O sırada İran sineması ile ilgilenip mis gibi filmler izliyordum ancak neden Uzak Doğu sinemasını geri plana atmışım diye üzülmemek oldukça saçma olurdu.

Spirited Away izlemeye başladığınızda sonunun asla öyle olacağını tahmin edemediğiniz harika bir film. Chihiro ve ailesinin yeni eve taşınması ile başlayan bu tatlı filmde ilk olarak Chihiro’ya hafif uyuz oluyoruz. Aslında evinden ve okulundan ayrılmak istemeyen samimi bir çocuk Chihiro ancak biz sinemada her zaman cesur ve korkusuz anlatıcılara / baş kahramanlara rastladığımız için Chihiro daha resesif görünüyor. Gidene kadar söylenen Chihiro’nun bu esrarengiz hikayesi de babasının merak edip bir oyun alanı olduğunu keşfettiği yerde başlıyor.

Terk edilmiş bir oyun parkı olan mekandan gelen kokulara kanan anne ve baba Chihiro’ya “Artık mızmızlanma ve hadi bizimle yemek ye, bu yemekler bir harika” demesi de hikayenin ilk dönüş noktalarından bir tanesi oluyor. Yedikçe yiyen ve bir türlü doymak bilmeyen anne ve baba Chihiro sağı solu gezmeye başladığında çok bir domuza dönüşmüş oluyor. İlk kez bu noktada iki farklı duygunun insana neler yapabileceğine tanık alıyoruz. Merak ve aç gözlülüğün bir araya gelmesi ile birlikte domuza dönüşen anne ve baba kızlar onları kurtarana kadar da kesilip yenmeyi bekler hale getiriyor.

Burada filmi izlerken aklıma hemen Se7en geldi. 7 ölümcül günahtan iki tanesi olan aç gözlülük ve oburluğun film karakterlerini getirdiği hali gözümün önüne getiriyor ve Chihiro’nun macerasında yerini alıyor.

Haku adında tatlı mı tatlı bir çocuk ile tanışan ve akşam olması ile birlikte ruhların ziyaretine açılan bu “ruhlar hamamı“ndan nasıl kurtulması gerektiğini bilemeyen Chihiro denizi düşüp dragona sarılıyor ve Haku’nun onu yönlendirmesine izin veriyor. Burada hayatını kurtarabilmek için mutlaka çalışması gerektiğini aksi halde Yubaba’nın onu ve ailesini öldüreceğini öğrenen Chihiro hemen Hakum Hakum’un sözlerini dinleyip Kamaji‘nin yanına gidiyor.

spirited-away-ruhlardan-kacis

Kamaji ruhlar hamamının baş su kaynatıcısı. Şifalı otlar ile kaynattığı canım suları hamamdaki havuzlara akıtan ve ateşini harlamak için Minionvari küçük tatlı böcekler kullanan Kamaji Chihiro’yu yanında istemese de Yubaba‘ya gönderiyor. Hayatta kalma ve ailesini kurtarma içgüdüsü ile birlikte Yubaba’nın yanına çıkan ve iş işteyen Chihiro ilk hayırlı adımı atıyor. Artık ruhlar hamamının bir parçası olan ve adını Yubaba’ya kaybeden Chihiro’nun ismi Sen haline geliyor. Türkçe’ye de uyarlandığında isimden zamire dönüşen Chihiro kişinin ismi olmasının bir hikayesi ve bir hayatı olduğunun en önemli ibarelerinden bir tanesi olduğunu tüm film boyunca bize hatırlatma fırsatı buluyor. Çünkü aileni ya da herhangi bir şeyini kaybetsen de adın ve hikayen seninle olduğu sürece hayatta kalma şansın artıyor. Çünkü kim olduğunu biliyorsun ve unutmamak için kendine hatırlatabiliyorsun.

En zor işlere Ünzile gibi koşturulan Sen, gecenin bir vakti mon mon hareket eden ve iyi mi yoksa kötü mü olduğu karar verilemeyen bir ruhu NoFace – Yüzsüz sayesinde bir güzelce temizliyor. Nehir Ruhu olduğu ortaya çıkan bu ruh da temizlenmesine istinaden ruhlar hamamına iyi bir para veriyor. Sen’e ise şifalı bir top bırakıyor. Yubaba’nın gözüne giren ancak hala bir düşman olarak görülen Sen ise NoFace’i hamama aldığı için başına geleceklerden bi’haber hayatına devam ediyor.

Hikayeden kopup biraz Yubaba, bebeği ve Yubaba’nın kardeşini inceleyelim derim. Yubaba adında da anlaşılacağı gibi (anlaşılmaya da bilir) hikayemizin kötü karakteri ancak her kötü karakterin bir zayıf noktası olduğu gibi Yubaba’nın da bu zayıf noktası mevcut. Kendisinin kocamaaaan bir bebeği var ve bebeğini o kadar çok seviyor ki yastıkların arasında, ona özel büyük bir odada bu koca oğlanı severek, öperek ve okşayarak zamanını geçiriyor. Tabii ki kötülükten kalan vaktinde. Yubaba’nın bebeği ise şımartılmış bir Türk çocuğu gibi ağlıyor, sızlıyor, Chihiro’yu dahi oyun oynamazsa annesine öldürtebileceği ile tehdit ediyor. Yubaba’nın kız kardeşi ise Uzak Doğu kültürü ile özdeşleşmiş olan Ying and Yang’ın bir parçası. Yubaba’dan daha iyi ve daha anlayışlı. Hatta daha tatlı. İkiz olmalarına rağmen Yubaba’nın çirkinlikleri yalnızca Yubaba ona haksızlık yaptığında ortaya çıkıyor. Kötünün kötü olmaya devam ettiği ancak iyiliğin kötülüğü alt edebileceği ön görüsünde bulunmamıza yardım eden Zeneba, Haku’nun Yubaba için çaldığı mührünü geri almak için elinden geleni yapıyor.

Ailesini bulmak için filmin başında söz veren Haku’nun yardımları ile çalışmalarına devam eden Sen, Haku’nun Zeneba tarafından yaralanması sonucu çalınan mührü geri götürmek için Zeneba’ya gitmeye ve mührü götürmeye karar veriyor. İki küçük arkadaşı, NoFace ve kendisini alıp Zeneba’ya giden Sen mührü iade ediyor. Zeneba’nın yaraladığı ancak aşkın iyileştirdiği Haku’nun Sen’i geri almaya gelmesi ve yıllar önce kaybettiği adını hatırlamasına Chihiro’nun yardım etmesi ile hayata dönen Haku Nehir Ruhu olduğunu öğreniyor.

Mührü geri veren ve Yubaba’ya döndüğünde son kez bir denenecek olan Chihiro son testin farklı domuzcuklar arasından annesi ve babasınu bulmak olduğunu görüyor. Domuzcuklar arasında ailesinin olmadığını söyleyen Chihiro kazanıyor ve ruhlar hamamından ailesi ile birlikte gitmeye hak kazanıyor.

Renklerin ve hayatın bence daha renkli olduğu ruhlar hamamından ayrılan Chihiro ve ailesi hayatlarına devam etmek üzere yol alıyorlar. Biz de izlediğimiz bu güzel şölenin sonunda başarmış olmanın verdiği mutluluk ve desteklediğimiz karakterin iniş çıkışları ile bir filmin sonuna gelmiş oluyoruz.

Spirited Away henüz izlememiş olanların hemen izlemesi gerektiği, izleyenlerin ise tekrar izlemeyi hak kazandığı, minnoş mu minnoş bir film olarak film arşivlerinde yerini alıyor.

Son olarak vurgulamam gereken iki nokta mevcut, ilk ruhların ruhlar hamamında temizlenmesi. Bu da aslında ruhun temizlenmesi ve yenilenmesi anlamına geliyor ki ruhun temiz olmasının ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Kötülükler ruhlardan arındıkça ruh beyazlıyor, tertemiz oluyor.

Bir diğeri ise Chihiro kaçarken Haku’nun ona şimdi git ve bir daha sakın arkana bakma demesi. Bana mitolojiden tanıdık gelen bu sahne yer altında Hades tarafından el konulan Persephone‘un sakın yer altına tekrar bakma yoksa burada kalırsın denmesine rağmen bakmasını, Psyche’nin Cupid’e bakmaması gerektiği ancak binbir dalavera ile bakarak cezalandırılmasını hatırlattı. Burada Chihiro iyi bir kız olarak tanrıların ve kızların aksine Haku’ya ve geriye bakmayarak hayatına devam edebildi.

Mitolojik göndermeler kalp ben.

Spirited Away – Miyazaki – Trailer

The Lion King / Aslan Kral

05 Salı Ağu 2014

Posted by Öznur Doğan in Filmler, sinema, film inceleme

≈ 1 Yorum

Etiketler

aslan kral, aslan kral inceleme, aslan kral izle, bakhtin, beauty and the beast, disney, disney production, göğe bakma durağı, Habil ve Kabil, Hakuna Matata, inception, mufasa, nala, rafiki, scar, simba, the lion king, the sleeping beauty, Turgut Uyar, Walt Disney


aslan-kral-lion-king-inceleme-yorum-izleBakalım yazı yazmayı unutmuş muyum?

Herkesin bir zamanlar günlüğüne yazdığı gibi benim de bazen buraya gelip günah çıkartasım geliyor ancak gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu blog ben ne zaman yazmak istersem ona hizmet edecek şekilde oluşturuldu. İtiraf ve serzeniş kısmını geçip bir an önce izlemiş olmaktan mutluluk duyduğum The Lion King – Aslan Kral‘ı sizlerle buluşturabilirim.

Aslında hepimizin bildiği, meme’lere konuk olmuş Aslan Kral’ı bu kadar geç izlemiş olmaktan biraz üzgünüm ancak belki de daha önce izleseydim bu kadar çok şey anlamayacak ya da anlamlandıramayacaktım ve bir kez daha çizgi filmlerin aslında yalnızca çocuklar için değil bizler için de hazırlanmış olduğunu algılayamayacaktım.

Walt Disney dünyasına giriş yaptıktan sonra beklentilerim her seferinde daha çok arttı. Beauty and the Beast, The Sleeping Beauty derken kendimi The Lion King’te bulmam ve bu üç güzide animasyonu, masalı bir araya getirmem kaçınılmaz hale geldi.

Hikayemizi kısaca özetlemek gerekirse Kral Mufasa (neredeyse Mustafa) bir oğul aslancığa sahip olur. Adı Simba‘dır. Simba büyümeye oldukça hevesli ve bir o kadar da babasının peşinden giden minik bir yavrudur. Mufasa’nın kanlı canlı akrabası ve düşmanı olan Scar ise kraliyet yolunda Mufasa ve Simba’nın egale edilmesi için elinden geleni yapacaktır.

Hikaye aslında hepimize klasik gelen ve “Ben bunun olacağını biliyordum.” dedirten türden ancak bizler de sevdiğimiz şeyleri tekrar tekrar yemekten / izlemekten / dinlemekten bıkmıyoruz ki. Bu yüzden tüm sanat eserleri konusunda tavrımı biraz daha Bakhtinvari takınarak “Şimdiye kadar zaten her şey söylendi ve bu söyleyenlerin hepsinin birbiri ile büyük bir ilgi var.” dedim.

Öncelikle yaratılan krallık mantığına ve tarih boyunca yaşanan uyarlamalarını bir düşünelim. Aslan kral ormanların kralıdır ve burada huzur ve mutluluk içinde yaşandığı anlatılmaktadır. Mufasa anlayışlı, karısını seven, çocuklarına düşkün iyi bir aile babasıdır ve oldukça adildir. Ancak adil olmak devlet yönetiminde her zaman gerekli olan durum değil. Simba doğduktan sonra hızlıca büyür ve babası ile ormanı dolaşmaya çıkarlar. Mufasa burada Simba’ya “Güneşin dokunabildiği her yer bir gün senin olacak.” der. Simba’nın heyecanı gözlerinden okunur ve o anda daha fazlasını ister: Peki ya Güneş’in dokunmadığı o noktalar?

aslan-kral-the-lion-king-walt-disney-film

Burada iki nokta dikkatimi çekiyor, ilk olarak bir hükümdarın belirlenen alanlar içindeki her şeyi kendine ait görmesi ve yönetmek için büyük bir hırs beslemesi. Bir diğeri ise iş yönetilmeye geldiğinde her zaman bir nokta daha ötesinin olması. Mufasa her ne kadar Simba’ya tüm doğanın bir denge üzerine kurulu olduğunu söylese de bu dengede kendisi daha ağır olan noktadadır ve biliyoruz ki yaşam üçgeninde “kral”lar en üst noktadadır. Bu nedenle Mufasa’ya besleyeceğimiz sempati biraz da duraksayıp bizi günümüz yaşantısına geri çekiyor. Simba’nın fikirleri ise her ne kadar merakçıl ve naif gelse de doyumsuzluğun neler yaratabileceği konusunda bize bir foreshadowing’te bulunuyor.

Çünkü küçük Simba babasını dinlemeyip taa o karanlık yerlere kadar gidiyor. Burada da karşısına tabii ki Scar çıkıyor. Biraz da Scar’ı incelemek istiyorum. Scar Mufasa’ya nazaran daha az tüylü çelimsiz bir aslan. Mufasa’nın öz ve kötü kardeşi. Çünkü Mufasa var olduğu hali ile yeterince korkutucu ve heybetli değil. Bu nedenle onun elinde olan en büyük avantaj kaba kuvvetten ziyade aklı ve planları. Simba’nın aklına karanlık vadiye gitme fikrini ekmesi ve orada Simba ve kız arkadaşını çakallara yem etmek istemesi hem Mufasa öldükten sonra yerine geçecek olan bir kralı ortadan kaldırmak istemesi ve kendisinin ormanın kralı olması hayaline eş değer. Bu nedenle Scar hiçbir zaman doğrudan kendi kuvveti ile öne çıkmayıp daha çok küçük Inception‘lar gerçekleştiriyor.

Bana kalırsa Mufasa her ne kadar iyi bir karakter olarak görülse de Scar ile bir araya geldiklerinde bir bütünü oluşturabiliyorlar. Mufasa güçlü ve bilgin ancak Scar tutkulu ve akıllı. Aynı zamanda iyilik ve kötülük dengesinde bu nedenle iki kardeş birbirlerini dengeler hale geliyor. Ayrıca Scar’ın da çakalları bir araya getirme ve onları örgütleme konusundaki başarısından dolayı küçük çapta kral olduğunu da söyleyebiliriz.

Mufasa ile Scar’ın arasında yaşanan bu gerginlik insanoğlunun dünyaya düşüşü ve ikinci günahın işlenmesine eşit. Habil ve Kabil birbiri ile savaşıyor. Kabil, Habil’i öldürüyor. Bana oldukça tanıdık geldi. Peki ya size?

Hikayenin devamında Scar her şeyi ayarlayıp ketenpereye getirip koca bir sürüyü Simba’nın üzerine salıyor. Onu kurtarmak isteyen Mufasa ise erken yaşta hakkın rahmetine kavuşuyor. Haber vermeden spoiler vermiş oldum ancak filmin devamı çok heyecanlı :p

Mufasa’nın ölümü ile birlikte Sibirya’ya sürgüne gönderilen yazarlar ve düşünürler gibi yola koyulan Simba kendisine iyi yeni dost bir de motto ediniyor: Hakuna Matata (Geçmiş, geçmişte kalmıştır.)

Bu sırada krallığı ele geçiren Mufasa ve çakalları tüm ormanın iliğini kemiğini sömürmeye başlıyor.

Kendisine yeni bir hayat edinen Simba gün geçtikte büyüyor ve güzelleşiyor (göreceli olarak) yetişkin bir aslan olduğunda şans eseri Nala ile karşılaşıyor. Ormanda her şeyin yok olmak üzere olduğunu ve Simba olmazsa herkesin öleceğini söyleyen Nala’yı ilk başta dinlemeyen Simba kendisini çok sevdiğimiz maymun Rafiki tarafından akıllandırılıyor.

Rafiki burada Simba’nın kendi özünü bulabilmesi için bir medyum, aracı görevi görüyor ve ona geçmişini, babasını, yaşadıklarını ve ileride yaşayacaklarını hatırlatıyor. Vatan aşkı ile yanıp tutuşmaya başlayan Simba ise koşarak Scar’ın yönettiği ormana hareket ediyor.

Burada aç parantez Scar’ın kurnaz ve sinsi bir kral olmasının yanı sıra yaveri olan üç çakalında bir o kadar aptal ve kaypak olması bana Türkiye’deki bazı yönetici ve yardımcılarını hatırlatmıyor değil kapa parantez. 

Ülkesine dönen Simba babasının katilini yani Scar’ı alt ettikten sonra mutlu bir hayata başlamak ile Nala ile birlikte oluyor ve oğullarını Rafiki yine göğe kaldırıyor.

Üzerinde durmadığım ancak filmin ve hikayenin akışında önemli olan bir konu Simba’nın ormana dönmeden önce gökyüzüne bakarak babasının ona çocukken söylediği cümleleri hatırlaması ve babası Mufasa’yı gökyüzünde görerek onunla konuşması.

Babası Simba henüz küçük bir aslanken “Gökteki yıldızlar senin büyük babaların ve ben de bir gün orada olacağım, başın sıkışırsa “Göğe Bak” orada olacağım” demesi ve Simba’nın babası ile yaptığı gök görüşmesinde babasının ona büyük bir cesaret vermesi. Simba’nın geçmişinden güçlenerek hareket etmesi ve babasının varlığı ile hayatını sürdürmeye karar vermesi de alınan rol modelin ve geleneklerin bağlayıcılığını ortaya koyuyor.

Genel itibari ile mutluluk ile izleyeceğiniz ve sonunda bir mesel bir çıkarım yapabileceğini The Lion King / Aslan Kral’ı izlemediyseniz bir an önce izleyin derim. Ancak olduğu gibi izlemek yerine birazcık kurcalamayı unutmayın.

Bir sonraki yazımız Spirited Away olacak. Ya da Requem for a Dream.

Cheers.

The Lion King – Aslan Kral – Trailer

Abone Ol

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Arşivler

  • Eylül 2017
  • Ağustos 2014
  • Şubat 2014
  • Kasım 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012

Kategoriler

  • Edebiyat, kitap inceleme, kitap tanıtım
  • Filmler, sinema, film inceleme
  • Güncel, gündem, medya
  • Sanat, resim, tiyatro
  • Seyahat, mekanlar, hatıralar

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
  • Takip Et Takip Ediliyor
    • Öznur Doğan
    • Diğer 123 takipçiye katılın
    • WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.
    • Öznur Doğan
    • Özelleştir
    • Takip Et Takip Ediliyor
    • Kaydolun
    • Giriş
    • Bu içeriği rapor et
    • Siteyi Okuyucuda görüntüle
    • Abonelikleri Yönet
    • Bu şeridi gizle
 

Yorumlar Yükleniyor...